Şevket Akıncı - soL
Caz tarihindeki en iyi müzisyenlerin bir listesini yapsaydınız eğer, birkaç kuşak müzisyeni birden etkileyen, olağanüstü derecede yaratıcı olan ve neredeyse insanüstü bir enerjiyle çalan müzisyenleri dahil ederdiniz. 1950’ler ve 60’larda bu üç özelliğe sahip olan bir müzisyen yaşadı: John Coltrane (1926 – 1967). Bir saksofoncu, besteci ve grup lideri olarak 60’lardan bugüne kadar yaşamış her kuşaktan müzisyeni etkiledi ve halen de etkilemektedir. Doğaçlama konusunda getirdiği yenilikler ve geliştirdiği kavramlar sadece saksofoncular değil, piyanistler, trompetçiler ve gitaristler tarafından da etüd edildi.
Coltrane, 50’lerin başında tanınmış biri değildi. Ama 1955’te Miles Davis’le kayda girdiğinde çok özgün bir stil geliştirmişti bile… Ve 1967’de ölümüne dek bu stili geliştirdi. Bu gelişimin sonucu, Coltrane’in kariyeri boyunca yaptığı albümleri dinlersek üç ya da dört ayrı saksofon çalış stili ve birçok beste yapma şekli tespit edebiliriz.
John Coltrane ve Miles Davis
Ustaca doğaçlardı
Sert dokulu, köşeli, geniş ve karanlık bir tonu vardı. Birçok saksofoncu tizlerle çaldığında tonunun genişliğini kaybeder ya da peslerde çaldığında ajilitesini yitirir. Coltrane, tizlerde ve peslerde de enstrümanına son derece hakimdi. O kadar yetkin ve ustaca doğaçlardı ki, Sonny Rollins, Charlie Parker veya Lee Konitz’in olağanüstü hızına ve ajilitesine alışmış olan dinleyicileri bile etkilerdi. Coltrane’in çalışında, kulağa ilk çarpandan fazlası vardı. Hızlı ve olağanüstü bir tona sahip bir saksofoncu olmaktan öteydi. Kendini denetleyen ve yaptığı işi mercek altına alan acımasız bir şekilde eleştiriden geçiren, çok ciddi ve mizahtan uzak bir zanaatkârdı. Kariyerinde zayıf olduğu tek bir an bile yoktur. Bu açıdan Charlie Parker’a yakındır.
50’lerin sonunda, Coltrane sık sık, 16’lıklarla dolu, uzun cümlelerle dolu yoğun sololar atardı. Notalar, saksofonundan sanki bir şelale şeklinde çıkıyordu, ama bu notalar dinleyiciye rastgele de fırlatılmıyordu. Her bir nota, hızlı çalınsa bile dikkatlice seçiliyordu. Bu notalar melodik bir fikrin ortasına çok mantıklı bir şekilde oturuyordu. Coltrane’in bu dönemde çaldığı cümleler, bugüne kadar yaşamış yüzlerce müzisyen tarafından etüd edildi ve kopya edildi.
Coltrane’in üzerine çalınması zor akor dizilerine olan ilgisi, geniş tonu Coleman Hawkins’i de etüd ettiğine işaret ediyor. Duke Ellington’ın star solocusu alto saksofoncu Johnny Hodges, Coltrane’in ilk etkilendiği müzisyenlerdendir. Bu iki müzisyenin ortak özellikleri vardır. Coltrane’in tonunun derinliği ve doluluğu Hodges’ı andırır. Coltrane’in süslemeleri de Hodges’ı andırır. Coltrane’in tiz bir hedef notaya doğru, gam notalarını bir merdiveni tırmanır gibi çalması, Hodges’ın da en belirgin özelliklerinden biridir. İki müzisyen de baladları çok özenle çalar.
Coltrane’in imzalarından biri tiz notalarda “ağlamak”tır. Özellikle 1960’lardaki kayıtlarında bu tekniği sıkça kullanır. Bu tekniği, Earl Bostic’ten almış olabilir.
'Multiphonic' sesler
Zaman zaman Coltrane, birçok frekansın aynı anda duyulduğu sesler çıkartırdı. Bu seslere “multiphonic” adı verilir, ve bu sesler yer yer akor çalınıyormuş izlenimini yaratır. Coltrane’in 1959’da yaptığı “Coltrane Jazz” albümündeki “Harmonique” adlı parçasında, bu metodu melodiyi çok sesli hale getirmek için kullanır, ama 1960’ların ortasında sololarında bir climax(?) yaratmak için multiphonicleri sık sık kullanır (“Meditations”, “Expression” ve “Live in Seattle” adlı albümlerinde multiphonicleri sık sık duyabiliriz). Albert Ayler’la birlikte, John Coltrane tansiyon yaratmak adına tiz notalarda multiphonic çalma fikrini popülarize etmiştir.
Lester Young’ın favori cümleleri, ve notalarında “bend” etme özelliği tespit edilebilir. Ve Dexter Gordon’ın dolu ve karanlık tonundan, legato stilinden de izler taşır. Coltrane, Gordon veYoung, üçü de birbirine bağlı aralıksız çalınan notalardan oluşan uzun cümleler kurarlardı. Bu cümlelerde neredeyse hiçbir staccato (vurgulu) çalınan nota bulamazsınız.
Coltrane, Dexter Gordon’dan etkilendiğini açıkça belirtmiştir. Gordon’un Coltrane’in üzerindeki etkisini kabul etsek de, Coltrane’in erken dönemindeki özgünlüğünü yadsımamamız gerekir.
Ayrıca Coltrane, Sonny Stitt’ten de etkilendiğini belirtmiştir. Stitt’in teknikleri Coltrane’in Miles Davis’le yaptığı ilk kayıtlarda duyulabilir.
Coltrane, Miles Davis’in grubuna katılmadan önce çok kayıt yapmamıştı. Ama onun müzikal dehasına en yakın çağdaşı Sonny Rollins, müzik dünyasında çoktan bir isim yapmıştı. Coltrane’den dört yaş genç olmasına rağmen Rolllins, çoktan önemli bir figürdü. Bunda, Sonny Rollins’in, Coltrane’den önce Miles Davis’le kayıt yapmış olmasının payı büyüktü. Bir karşılaştırma yapmamız gerekirse Coltrane, Sonny Rollins’e göre daha karanlık, daha geniş ve daha ağır bir tonu vardı. Daha legato (bağlı) çalardı, sessizliği daha az kullanırdı, Charlie Parker’a daha az bağlıydı.
John Coltrane ve Thelonious Monk
Monk, Davis ve Coltrane
Coltrane, 1957’de Miles Davis’ten ayrıldığı bir sırada, Thelonious Monk’la çaldı. Coltrane, bu tecrübeden çok faydalandığını söyler. Monk, tenor saksofonda birden fazla nota çalınabileceğini gösteren ilk kişidir (multiphonics). Monk, Coltrane’in aynı parçada uzun sololar çalmaya ve bu sololarda kendini tekrarlamamaya zorlardı. Böylece Coltrane aynı akor dizileri üzerine uzun uzun doğaçlarken bir süre sonra parçaya farklı bakış açıları bulmak zorundaydı. Coltrane’in Monk'la çaldıktan sonra kaydettiği Miles Davis’in “Milestones” albümünde, Monk’tan önce kaydettiği Miles Davis albümlerine (“Steamin”, “Cookin”, “Workin” ve “ Relaxin” ) göre daha da ustalaştığını fark edebiliriz.
Coltrane’in 1960’tan önce çalışını incelersek armonik açıdan çetrefilli akor dizileriyle ilgilendiğini görebiliriz. Ve bu konuda be-bop piyanistleri kadar ustalaştığını görürüz. Coltrane, bir parçanın yazılı akorlarına, yeni akorlar eklerdi. Bu özellik bir zamanlar Art Tatum ve Don Byas’ı diğer müzisyenlerden farklı kılan bir özellikti. Örneğin Coltrane, Eddie Vinson’un 16 ölçülük bestesi “Tune Up”ı alıp, bu parçanın armonik ritmini ve akor sayısını çifte katladı. Ve bu yeni akorların üzerine ayrı bir melodi yazdı, ve parçayı “Countdown” olarak adlandırdı. (Bu parça “Giant Steps” albümünde yer aldı). Önemli olan seçtiği yeni akorlarını niteliğiydi ve onların üzerine nasıl doğaçladığıydı. Coltrane, birbirinden uzak, aynı tonaliteye ait olmayan akorları yanyana koyuyordu. Bir gamı üçe bölüp “Three Tonic System ” başlığı altında bir armonik yenilik yarattı. Bu yenilik, Coltrane’in caza en büyük katkılarından biriydi. “Giant Steps” parçası da tonaliteden tonaliteye atlayan, birbirlerinden uzak akorların yanyana çalındığı bir parçadır. Caz müzisyenleri için hala üzerine çalınması en zor parçalardan biridir. Hatta müzisyenler arasında bu parçayı hızlı tempoda çalabildiklerinde, her parçayı rahat çalabileceklerine dair yaygın bir inanış vardır. Coltrane doğaçladığında her akor tonunu özenle duyurur, ve akorların üzerinde çalınacak gamlar konusunda son derece hakimdir.
1960’ların başlarında Coltrane’in tonu yumuşadı. 1960’dan önce olduğu gibi hala köşeli ve keskindi ama dokusu artık o kadar sert değildi ve rengi daha açıktı. Sound’undan çıkan özgüven artmıştı. Bu tonun ağır varlığı ve Coltrane’in bu tonla yorumlama şekli, bir çok kişiyi Coltrane’in müziğinde ruhani bir güç olduğunu düşünmeye itti. Sound’u o kadar baş döndürücüydü ki, ve soloları çok uzun süreler o kadar çok enerjiyle çalıyordu ki (bazen bir saatten fazla), basit bir ölümlünün bu güce sahip olabileceğine inanamak zordu.
Balad yorumlayıcısı olarak Coltrane
Dinleyicilerin çoğu Coltrane’i orta ya da hızlı tempolarla çalınan parçalarıyla tanır. Ama Coltrane, caz tenor saksofon tarihindeki en güçlü balad yorumlayıcılarından biriydi. Yavaş melodiler çaldığında, hızlı parçalarda çaldığından daha ekonomikti. Sanki hızlı parçalarda adetten çaldığı nota yağmurunu, baladlarda dolu ve derin tek bir notaya kanalize ediyordu. Uzun notalara derin derin üflüyor, ve bir aralıktan diğerine kusursuz bir şekilde geçiyordu. Coltrane’in en iyi bestelerinden çoğu baladdır. “Naima” (Giant Steps), “After the Rain” (Impressions), 1964’de kaydettiği “Wise One” ve “Lonnie’s Lament” (Crescent), “ Dear Lord”.
Coltrane, 1965’te “Ascenscion” adında bir albüm yaptı. Konsepti ve sound’u Ornette Coleman’ın “Free Jazz”ına benziyordu. Ascensicon’da çok yüksek tansiyonlu bir kolektif doğaçlama yapılıyordu. Bu grupta 4 saksofoncu, 2 trompetçi ve bir de ritm section vardı. (Coltrane müzisyenlerine çalabilecekleri dört ayrı gam vermişti). Ve sonuçta caz tarihinin en önemli kolektif doğaçlama albümlerinden biri ortaya çıkmıştır.
1960’larda ve 70’lerde armonik bazlı ama akor dizilerinden ve mode’lardan kurtulmuş bir kolektif doğaçlama birçok müzisyen tarafından denenmişti (Miles Davis’in “Bitches Brew”, “Live Evil”, “Live at Fillmore East” ve “Black Beauty” albümleri, Weather Report’un ilk albümleri). Bu tip deneyler yapan müzisyenler Ornette Coleman’a, Sun Ra’ya ve John Coltrane’e çok şey borçludur. Ama üçü arasında en çok öne çıkan müzisyen John Coltrane olduğu için birçok müzisyen “Ascenscion” ya da “Meditation” gibi Coltrane alübmlerini başlangıç noktası olarak görür.
Coltrane, 1965 – 1967 yılları arasında başka bir tenor saksofoncu olan Pharoah Sanders’la birlikte albümler yaptı. Bu albümlerdeki modal yaklaşımların caza dahil edilmesinde büyük katkıları oldu. Miles Davis “Kind of Blue” albümüyle bunu yıllar önce yapmış olsa da, modal armoninin üstünde Coltrane kadar durmadı. (Bu arada mode, belirli notalara sahip bir gamdır, buna makam da diyebiliriz.)
60'lar
Coltrane’in 1960’da yaptığı “My Favorite Things” albümü sık sık “modal” olarak nitelendirilir. Tek bir gam eşlikle uyumludur. Giant Steps’in ne kadar zorlayıcı bir armonik temele sahipse bu doğaçlamanın da armonik temeli o kadar kolaydır. Coltrane’in “My Favorite Things”deki icrası sürükleyici ve hipnotik bir duyguya sahiptir. Daha sonra Coltrane sadece iki akoru olan parçalar kaydedecektir. 1961’de “Ole”yi ve “Impressions”ı kaydeder. 1962’de “Tunji” ve “Miles Mode” ve “Out of this World”ü kaydetmiştir.
Coltrane 1960’ların ikinci yarısında, çok basit armonik yapıların peşindeydi. Bu tek ya da iki akorlu armonik yapılar ona daha egzotik bir müzik yapmasını sağlıyordu. En çok da İspanyol ya da Hint havalarından hoşlanıyordu. Bu basit armonik yapı ona doğaçlamasında yeni armoniler eklemek ve değiştirmek açısından büyük özgürlük sağlıyordu. Ve en çok da tamamen esnek armonik formatlar ona büyük özgürlükler sağlıyordu. Örneğin 1965’te “Kulu Sé Mama” albümünde Elvin Jones’la yaptığı düetlerde olduğu gibi ve 1967’de kaydettiği “Interstaller Space” albümünde davulcu Rashied Ali’yle yaptığı düetlerde olduğu gibi. Armoik altyapısı basit parçalar yapmaya başlasa da, çetrefilli armoniler yaratma çabasının devam etmesi bir paradokstur. Coltrane’in armoniye olan tutkusu “Giant Steps”le bitmedi. Tekrarlayan bir bas figürünün üstüne, çok çetrefilli bir akor dizisinin üstüne çalıyormuş gibi çalardı. Bu yüzden bir yada iki akorun üstüne yaptığı sololar bu zengin tonlardı. “Impressions” adlı parçasında olduğu gibi tek bir melodik fikri dakikalar boyunca işlediği parçalar olsa da.
Miles Davis'in etkisi
Peki Coltrane’in modal müziğe ilgisi nereden geliyordu? Kendi başına ilgilenmiş olabilir ya da 1940’larda aldığı müzik eğitiminden kaynaklanmış olabilir. Miles Davis’le çalıştığı sırada “Milestones” albümündeki modal parçalardan ya da Miles Davis’le kaydettiği “Kind of Blue” albümünden kaynaklanmış olabilir. (Coltrane’in “Impressions” adlı parçasının formu ve akorları Miles Davis’in “So What” adlı parçasındaki form ve moduyla aynıdır, yalnızca melodisi değişiktir). Üçüncü olarak Coltrane'in modlara ilgisi bir dönem Afrika’nın Hindistan’ın yerel müziklerini incelemesinden de kaynaklanıyor olabilir. Coltrane caz dışındaki modeları incelemeye epey bir zaman harcamıştır. Birçok caz eleştirmeninin yaptığı gibi, Coltrane’in müziğini “modal caz” ya da “özgür caz” diye sınıflandırmak doğru değildir. Coltrane, 1960’larda yaptığı albümlerine popüler standartları ya da 12 ölçülük bluesları da dahil ederdi. klasik “Love Supreme” albümündeki “Pursuance” adlı parçası 12 ölçülük bir blues’dur.)
Coltrane altı yıl boyunca Miles Davis’in gruplarıyla birlikte çalmıştı. (Miles Davis’le yaptığı ilk kayıt 1955'teydi en sonucusu ise 1961’deydi). Bu dönemde, Coltrane birçok başka liderle de kayıt yapmıştı, kendi adına da kayıt yapmıştı, ama Davis’le konser vermeyi bırakana kadar kalıcı müzisyenlerden oluşan bir grubu olmamıştı hiç. İlk başta Coltrane birkaç grup üyesi denedi. Piyanist McCoy Tyner, basçı Steve Davis, ve davulcu Elvin Jones’tan oluşan bir grupta karar kıldı. Steve Davis 1960 ve 1961 yıllarında Coltrane’le kayıt yaptı. Sonra Jimmy Garisson, Steve Davis’in yerini aldı ve birkaç yıl Coltrane’in orkestrasında kalıcı olarak çalacaktı. Jimmy Garisson, Coltrane’in 60’larda kaydettiği birçok albümde var, Elvin Jones ve McCoy Tyner gruptan ayrıldıktan sonra bile Coltrane’le kalacaktı. Bu dörtlünün 1960’larda çok büyük etkisi vardı ve grup dağıldıktan sonra bile etkisini sürdürecekti. Etkisi özellikle Phoroah Sanders’ın, Bobby Hutcherson – Harold Land gruplarının, Dave Liebman’ın, McCoy Tyner’ın, Charles Lloyd’un, John Handy’nin ve Gato Barbieri’nin albümlerinde çok belirgindir.
Basçı Scott La Faro, Bill Evans’la ne yapıyorsa, davulcu Elvin Jones da John Coltrane’in dörtlüsüyle yapıyordu. Grup içi iletişim-etkileşime, bir Dixieland Jam Session’unda çalan bir nefesli kadar önem veriyordu. Bunun en bariz örneğini, “Sun Ship” (Sun Ship) ve “My Lady” (Live at Birdland) de görebiliriz. Coltrane dörtlüsünün bütün içeriği büyük ölçüde Elvin Jones’un interakftif stiline dayanıyordu. Jones, aynı anda çalan iki ya da üç davulcunun enerjisiyle çalıyordu. Hatta bu dörtlünün en vazgeçilmez elemanının Elvin Jones olduğunu bile öne sürebiliriz.
John Coltrane, Julian Edwin "Cannonball" Adderley, Miles Davis, Bill Evans (soldan sağa)
Davulcu Rashied Ali, Coltrane’in grubuna katıldığında, Elvin jones ayrıldı. Coltrane, iki davullu bir orkestra hayal etmişti. Elvin Jones ve McCoy Tyner, John Coltrane’in müzikte gittiği yönün onların anlayamayacağı bir boyuta geldiğini ileri sürerek ikisi de 1965’te gruptan ayrıldılar. Coltrane gittikçe soyut bir müzik yapıyordu.
Bölümlerin iç içeliği
Coltrane “ Quartet” in getirdiği en büyük yeniliklerden biri akıcı, bölümlerin birbirinin içine geçtiği bir müzik yaratmaktı. Bunun birkaç sebebi var: her ölçü başını hissettirmekten vazgeçemeleri, akorların sık sık değiştiği bir eşlik stilinden vazgeçmeleri, basit zil ritimlerinde ve yürüyen bas formüllerinden vazgeçmeleri, peşpeşe gelen sekizlik notalardan oluşan sololardan vazgeçmeleri.
Bu yeni, çokça taklit edilen yaklaşım, daha nefes alan, daha atmosferik, daha ağır ağır tansiyon yaratmaya yönelik bir müziğin ortaya çıkmasına sebep oldu. Grup sonradan her zaman çözülen bir “havada asılı kalma” duygusu yaratıyordu. Grup, caza yeni bir duygu getirmişti, çünkü tamamen kendilerine has bir takım teknikler geliştirdiler. Örneğin dinleyicinin tek bir mood’da kalmasını sağlamak. Melodi ve soloların iki ayrı bölümden oluşmasından ziyade, parçaya melodiye ve sololara ayrı olmadığı bir bütünlük kazandırmak. Ayrıca, tutulan ve tekrarlanan bas notaları, birkaç vuruştan daha fazla süre tekrarlanan davul figürleri. Piyano akorlarının uzun tınlamasını sağlanması, uzun süre tek bir mode kullanmak (ya da iki akorlu figürler), tek bir hedef notaya ulaşmak için, bir rapsodi etkisi yaratmak için, tek bir hedef notanın, o notaya ulaşmadan etrafında dolaşmak için saksofonun bütün yelpazesini kullanan ve zamanlaması doğru olan uzun saksofon glissandolar, saksofon sololarında uzun tutulan notalar bu tekniklerden bazılarıydı.
Coltrane için kavga etmek
John Coltrane, dinleyicileri üzerinde büyük bir etki yaratıyordu. Basında, onun müziğinden nefret edenler ve onun müziğine aşık olanlar kavga ediyorlardı. Bazıları cazın Coltrane’le bittiğini öne sürerken, bazıları cazın onunla başladığını iddia ediyordu. Coltrane, grubunu kurduktan sonra, o kadar çok saksofoncu onu taklit ediyordu ki, eleştirmenler Coltrane dışında yeni özgün bir ses duyamamaktan şikayetçiydi. 1950’lerde de Charlie Parker taklitçileri yüzünden aynı şey yaşanmıştı. Coltrane yavaş yavaş müzik okullarında akademik analizlerin konusu oluyordu. Ve 1980’lerde, Coltrane’in müziğini teknik açıdan değerlendiren bir dizi kitap yayınlandı. Örneğin Andrew White, Coltrane’e o kadar hayrandı ki 400’den fazla solosunu notaya döktü.
Coltrane’in her bir dönemi, müzisyenlerin Coltrane’in yaygınlaştırdığı teknikleri incelemesine neden oldu. İncelenen ilk başta bol notalı çalış ve zor akor dizileriydi. Coltrane'in standart parçaların akorlarını tekrar düzenleme şekli, birçok müzisyeni standart parçalarını tekrar düzenleme konusunda esinlendirdi. Müzisyenler, “Giant Steps” ya da “Countdown” parçalarındaki akor dizilerine benzer akor dizileri yazıyorlardı. Daha sonra modal müzik ve pedal point'ların olduğu döneme ilgi duydular. Daha sonra da, toplu doğaçlama dönemine ilgi duyanlar oldu. Bu toplu doğaçlamalarda melodiden çok doku önemliydi.
Hatırı sayılır bir müzisyen topluluğu, Coltrane’i liderleri olarak kabul etmişti sanki, ve Coltrane yeni bir şey yapana kadar kendi fikirlerini ertelemeye kara vermişti. Oldukça özgün sayılan müzisyenler bile Coltrane’in etkisini kendi eserlerinde görüyorlardı. Chick Corea “Litha” ve “Straight Up and Down” adlı parçaların ardındaki ilham kaynağı olarak John Coltrane’i gösterir. Corea, “Is” albümünün ilham kaynağının Coltrane “Meditations” ve “Ascenscion” alübmleri olduğunu söyler. “A love Supreme” albümü John McLaughlin ve Carlos Santana tarafından kaydedilmişti. “Naima” ve “Giant Steps” caz müzisyenlerinin standart repertuarındadır.
Ve son olarak John Coltrane, dinlemek isteyenlere bazı kişisel öneriler :
Blue Train (Blue Note, 1957)
Giant Steps (Atlantic, 1959)
My Favorite Things (Atlantic, 1960)
The Complete Africa/Brass Sessions (Impulse, 1961)
The Complete 1961 Village Vanguard Recordings (Impulse, 1961)
A Love Supreme (Impulse, 1964)
Ascension (Impulse, 1965)
Sun Ship (Impulse, 1965)
First Meditations (Impulse, 1965)
Instellar Space (Impulse, 1967)
John Coltrane - Softly As In A Morning Sunrise
John Coltrane - My Favorite Things