Devrim'in müziğini aramak: Sirenler senfonisi

Ekim’in üzerinden tam yüz yıl geçti. “Kaba ve soğuk Sovyet bürokratizmi” üzerine söylenen tonlarca yalanın karşısında bugün Sovyet aydınlanmacılığının gücünü anımsamanın tam zamanı. 1917’nin devrimci ruhu müzikte de devrimci olanı aramış, çılgın deneylere başvurmaktan kaçınmamıştı. Günümüzde “çılgın” olanı aradığımızdaysa para babalarının mega projeleri karşımıza çıkıyor. Oysa sermayenin ufku…

İbrahim Can Usta (soL Kültür)

Alışıldık örneklerine benzemese de, şu an dinlediğiniz aslında bir senfoni. Notalara dökülmemiş olan, mekanik sesleri ve devrimci marşları aynı anda içeren, bütün bir kenti enstrüman olarak kullanan bir senfoni...

Bu görselin gerçek bir manzarayı betimlediğini bir düşünün. Trenler, gemiler, toplar, askerler ve hepsinin tepesinde uzun bir direkten bayraklar sallayan bir adam. Deniz uçağı motorları, gemiler, lokomotifler çalışıyor; fabrika sirenleri çalıyor.

Şimdi senfoniyle bu manzarayı birleştirmeyi deneyelim. Düşünün ki senfoninin perküsyon bölümünü top bataryaları çalıyor, trampet yerine makineli tüfekler tempo tutuyor, bas davullar yerine ağır toplar inliyor ve bu altyapının üstüne elli lokomotif düdüğü ötüyor.

YENİ BİR KÜLTÜR YARATMAK

Ekim Devrimi’nden hemen sonra patlak veren iç savaş 1922’ye dek sürdü. “Savaş Komünizmi” olarak adlandırılan dönemde sosyalist iktidarın bu geniş coğrafyadaki denetimini pekiştirmek için Bolşeviklerin kullandıkları yöntemlerden biri kültürel üretimdi. Bu doğrultuda “Proletkült” anlayışı, işçi sınıfının değerlerinin devrimci ve kolektif biçimde yansıtılmasını amaçlıyordu.

Eğitim ve Kültür Komiserliği’nin (Narkompros) başında bulunan Anatoliy Lunaçarskiy, 1920’de Tiyatro Postası dergisinde şöyle yazıyordu:

“Kitlelerin kendilerini duyurabilmeleri için kendilerini göstere göstere ifade etmeleri gerekir, ve Robespierre’in sözcükleriyle söyleyecek olursak, bu ancak gösterinin kendisi onlar olduğunda olanaklıdır... toplumsal yaşam kitlelere daha büyük bir düzenin ve ritmin içgüdüsel uyumunu öğretene dek kimse kalabalıklardan kendi başlarına gürültüden başka bir şey üretebilmelerini bekleyemez... Kutlamalar dünyada derin bir estetik izlenimi üretme eğilimi olan herhangi bir şey gibi örgütlenmelidir.”

Narkompros’un başlıca gündemlerinden biri kitlesel etkinlikler düzenlemekti. Müzik Departmanı fabrikalarda, işçi kulüplerinde ve okullarda kitlesel konserler düzenlemekle uğraşıyordu. Kolektif ve devrimci bir kitle kültürünü canlandırmanın etkili bir başka yöntemiyse, on binlerce kişiyi bir araya getirecek devasa gösterilerdi. Bu gösterilerden biri, Devrim’in üçüncü yıldönümünde Petrograd’da Nikolay Evreinov’un yönetiminde düzenlenen Kışlık Saray Saldırısı tiyatrosuydu. Tanıklıklara ve kimi verilere göre gösteri, sarayın merdivenlerinde, kent meydanında, Neva Irmağı’nın kıyısında ve köprüde bulunan 8 bin katılımcının ve 100 bin izleyicinin eşliğinde gerçekleştirildi. Bu etkinlikte de makineli tüfekler, top ateşi, sirenler ve devrimci marşlar söyleyen korolar eksik değildi.

SİRENLER SENFONİSİ

Yazının başında sözünü ettiğimiz senfoniyse, 7 Kasım 1922’de –yani Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin beşinci yıldönümünde– Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Bakü kentinde icra edildi. Sirenler Senfonisi’nde imzası bulunan besteci Arseniy Avraamov için bu proje yeni sayılmazdı. Senfoniyi Petrograd’da sahnelemek için daha 1918’de başvuruda bulunmuş ama yetkililerden beklediği yanıtı alamamıştı. Bir sonraki yıl Nijniy Novgorod kentinde yaptığı denemeyse teknik sorunlara kurban gitmişti.

Ekim Devrimi’nin beşinci yıldönümünde Avraamov, Bakü limanının yanındaki meydana dikilmiş olan gemi direğinin tepesinde bulunuyordu. Gemi direği gerçekte radyo anteni yerleştirmek amacıyla oraya konmuştu. Top bataryaları, donanma, kamyonlar ve makineli tüfekler doğrudan kuleden işaret alacaktı. Top bataryaları için kırmızı-beyaz, sirenler için mavi-sarı, makineli tüfekler için dört renkli, gemiler, buhar makineleri, lokomotifler ve otomobil korosu içinse kırmızı bayrak kullanılacaktı. Buna karşın, senfonide görev alan herkesin bayrakları görmesi olanaksızdı. Bu nedenle donanmada, orduda, ulaşım ve ticaret kurumlarında ve okullarda görevlendirmeler yapılmıştı.

Konserden önceki gün Bakü’de yayımlanan Komünist, Bakü İşçisi ve Emek gazetelerinde ve başka birkaç Türkçe gazetede senfoniyle ilgili yönergelere yer verildi. Kutlama hazırlıkları sabahın erken saatlerinde başlayacaktı. Hazar Devlet Gemicilik Şirketi’ne, donanmaya ve Deniz Güvenliği Ofisi’ne bağlı bütün gemiler 7:00’de tren istasyonunun yanındaki limanda toplanacaktı. Görevli müzisyenler gemileri dolaşacak ve yazılı yönergeleri dağıtacaktı. Askerî akademiden, Bakü Komünist Parti Yüksekokulu’ndan ve Azerbaycan Devlet Konservatuvarı’ndan öğrenciler ve profesyonel müzisyenler 8:30’a dek limanda olacak, 9:00’daysa filo ve lokomotiflerin hazırlıkları tamamlanacaktı. 10:00’da piyadeler, bataryalar, makineli tüfekler, zırhlı araçlar ve kamyonlar kışla düzeniyle pozisyon alacak, uçaklar da hazır duruma getirilecekti. 10:30’da borazancılar yerlerini alacaktı. Top atışları hem senfoninin parçası hem de kentin farklı yerlerinde konuşlanmış birlikler için siren ve düdük çalma işareti olacak, on sekizinci atışla birlikte bando eşliğindeki askerî öğrenciler Varşavyanka marşını söylemeye başlayacaktı. Çalmakta olan bütün sirenler yirmi beşinci atışta susacaktı. Ufak bir aranın ardından üç siren akorunun ve buhar düdüğünün işaretiyle Enternasyonal söylenmeye başlayacak, yerini yavaş yavaş üflemeli orkestranın ve otomobil korosunun Marseillaise marşına bırakacaktı. Bütün düdük, siren ve zillerin çalınacağı üç dakikalık geçişin ardından gelecek olan işaret, tören marşını başlatacaktı. Son bölümdeyse Enternasyonal iki kez daha tekrarlanacaktı.

Avraamov senfoniyi üç bölüm olarak kurgulamıştı. İlki, fabrika sirenlerinin ve kesik top atışlarının gelişini duyurduğu endişe bölümüydü. Hınca hınç süren savaşı betimleyen ikinci bölümdeyse siren ve top atışları doruğa ulaşıyordu. Ve buhar düdüğünün beklenen haberi vermesiyle Enternasyonal Ordusu’nun utkusunu simgeleyen son bölüm başlamış oluyordu. Bu bağlamda senfoninin yapısı kısaca “alarm-çarpışma-zafer” olarak betimlenebilirdi.

7 Kasım 1923’te elindeki bayraklarla Moskova’yı yönlendiren Avraamov

Avraamov aynı gösteriyi bir sonraki yıl Moskova’da gerçekleştirmek istediğinde arkasında hatırı sayılır bir siyasi destek buldu. Moskova Fabrikalar Komitesi senfoniye katılım için işçilere çağrı yapmış, kutlamalardan bir hafta sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin merkezî yayını olan Pravda’da etkinliği konu alan bir habere yer verilmişti. Besteci Bakü etkinliğini bir “prototip” niteliğinde görüyordu ama diğer denemelerde karşılaşılan teknik sorunlar nedeniyle Bakü konseri senfoninin en başarılı örneği olarak kaldı.

1924’te Avraamov senfonisini “müziğin ‘oda’ biçimini aşmak yolunda ilk deneme” olarak tanımlıyordu. Sirenler Senfonisi’nin Devrim’le olan ilişkisini bir de bestecinin kendi cümlelerinden okuyalım:

“Sirenler Senfonisi’nin kavranabilmesi için Ekim Devrimi’ni beklememiz gerekti. Kapitalist sistem anarşik eğilimlere yol veriyor. İşçileri birlik içinde yürürken görme korkusu nedeniyle kapitalizmin müziği de özgürce gelişemiyor. Her sabah kaotik bir sanayi gürültüsünün bastırdığı insanlar... Ama sonra devrim geldi. O akşam –o unutulmaz akşam– Kızıl Petersburg binlerce sesle dolup taşıverdi: sirenler, düdükler ve alarmlar. Öte yandan, havaya ateş eden askerleri taşıyan binlerce askerî kamyon kenti geçiyordu. O olağanüstü anda tek bir güç, alarmların şarkısının yerine utkun Enternasyonal marşını koyarak mutlu kaosu çekip çevirme olanağına sahip olmalıydı. Büyük Ekim Devrimi!”

7 Kasım 1923’te Moskova’da kutlama hazırlıkları sırasında Avraamov

BİR SOVYET AVANGARDI: ARSENİY AVRAAMOV

Arseniy Mihayloviç Krasnokutskiy ya da bilinen adıyla “Avraamov” 1886’da doğdu. Kazak asıllıydı. Oldukça ilginç bir sanatçıydı ve aynı zamanda bilim insanıydı. Ateşli bir devrimciydi ve bu özelliği çalışmalarına da fazlasıyla yansıyordu.

Avraamov, yüzyılın ilk yıllarında Halk Konservatuvarı’nda ders verirken kilise müziğine ve çarlık kültürünün seçkinciliğine karşı halk müziğine ve koro kullanımına yönelmişti. Bestecinin 1914-16 yıllarında yayımlanan makaleleriyse “ultra-kromatik müzik teorisi” çalışmalarını konu alıyordu.

Avraamov 1917 baharında Petrograd’da Leonardo da Vinci Topluluğu’nun kuruluşuna öncülük etti. Etkili olamayınca bir süre sonra dağılan bu topluluk, bilimin ve matematiğin gücünden yararlanarak sanatın nesnel yasalarını saptamak amacıyla yola çıkmıştı. Devrim’den bir hafta önceyse Petrograd’da Lunaçarskiy’in katılımıyla düzenlenen “proleter kültür eğitimi örgütlenmeleri” konulu konferanstaydı Arseniy Mihayloviç.

Avraamov Batı müziğine karşı hiç de olumlu duygular beslemiyor, Bach’ı “milyonlarca insanın duyma algısını bozarak müziğin mantıksal evrimini en az iki yüz yıllığına yavaşlatan büyük bir suçlu” olarak tanımlıyordu. Batı müziğinin aralık düzenlemesini benimsemiyordu. Öyle ki, Devrim’den sonra Narkompros’a yazdığı mektupta bütün piyanoların yakılmasını talep etti. Sanatçıya göre bütün eski enstrümanlar “çarlık kâbusuna” aitti ve Devrim’den sonra her şey değiştiğine göre var olan bütün enstrümanlar da yok edilmeliydi. Buna karşın, Avraamov’un bu düşünceleri, tahmin edileceği üzere, Sovyet yetkililerinden ilgi görmedi. Tersine, ilerleyen yıllarda piyano çalmak pahalı ve seçkin bir uğraş olmaktan çıkacak, Sovyet halkının günlük yaşamında yer edinecekti.

1926’da Devlet Tarih ve Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde “Evrensel Tonal Sistem” başlıklı tezini savunurken 48 tonlu gamlara göre ayarladığı piyanolarda çeşitli örnekler sergiledi. Savunmayı dinlediğinde henüz 19 yaşında olan Dimitriy Şostakoviç bu sıradışı teze ikna olmasa da Avraamov’un kararlılığından çok etkilenmişti. Savunmadan sonra Avraamov, deneyimli müzik insanı Georgiy Rimskiy-Korsakov tarafından kurulmuş olan ve üç yıldır Leningrad Konservatuvarı’nda faaliyet gösteren Çeyrek-Ton Topluluğu’na davet edildi ve bir süre topluluğun çalışmalarına katkı koydu.

Avraamov 1920’lerde Rostov Konservatuvarı’nda ve 1922-23 yıllarında Moskova Proletkült İşçi Kulübü’nde ders verdi. 1921’de Narkompros’ta gerçekleştirilen yeniden yapılanmadan sonra kuruma bağlı Devlet Akademik Konseyi’nin bilim-sanat biriminde önemli bir konuma getirildi. Avraamov tam da bilimin ve sanatın kesiştiği bir noktada bulunuyordu.

Avraamov’un göze hitap eden ses çalışmaları

Elimizde yeterli bulgu olmasa da sanatçının 1930’larda yaptığı deneysel çalışmalardan da söz etmek gerek. “Seste süslemeli canlandırma” olarak kavramsallaştırdığı çalışmalarında Avraamov el çizimleriyle müziği grafiksel biçimde göstermekle uğraşıyordu. Daha da ilginci, Avraamov yine aynı yıllarda Lenin’in makalelerinin yazarın kendi sesinden okunacağı kayıtlar üretmeyi amaçlamıştı. Bunun için Ekim’in başmimarının var olan ses kayıtlarından yola çıkılacaktı.

Sanatçının 1930 güzünde Moskova’da kurduğu Multzvuk Laboratuvarı’nın ömrü dört yıl sürdü. Laboratuvarda üretilen 2000 metrelik film arşivi bir süre Avraamov’un evinde saklandı. Daha sonra bu arşiv sanatçının oğulları tarafından eritilince yok oldu. Filmlerin içerdiği yanmaz nitrat, Büyük Anayurt Savaşı sırasında ev yapımı roket yakıtı olarak kullanılmıştı. Tarihin ilk işçi devleti henüz işgalden kurtulamamışken Arseniy Avraamov 19 Mayıs 1944’te aramızdan ayrıldı.

SİRENLER BİZİM İÇİN ÇALIYOR

Bugünün toplumunda “yerleşik estetik algılarını değiştirmek” bir yana, zevklerin en kötüleri insanları uyuşturmak için özellikle pazarlanıyor. Müziğin kent yaşamında bulduğu yerse dükkân açılışlarını ve ticari kampanyaları duyuran gürültülü anonslarla ve geçim derdiyle uğraşan sokak sanatçılarının çaldıklarıyla sınırlı. Oysa yüz yıl önce koskoca kentler salt sanatçılar istedi diye seferber edilebiliyordu ve yeni bir estetik uğruna verilen savaşım aynı zamanda bir devlet politikasıydı. Aradaki ayrım siyasal programla ilgili. Bir yanda her şeyi paranın belirlediği, para etmeyen zevklerin unutturulduğu bir düzen, bir yandaysa müzikteki ölçü sistemini bile tartışmaya açan, ileri olana ulaşmak adına hiç düşünmeden varını yoğunu ortaya koyan bir düzen... İşte size yüz yıllık tartışma.

Avraamov’un ardında bıraktığı Sirenler Senfonisi, işçi devriminin sanatta ve toplumda neler yapabileceğini gösteren çarpıcı bir örnek olarak bilinmeyi hak ediyor. Sanat-toplum ve sanatçı-dinleyici ayrımlarını aşmaya yönelik ilginç bir deney olmanın yanı sıra, Sirenler Senfonisi devrimci bir aklın ne denli yaratıcı ve cüretli olabileceğini de gözler önüne seriyor.

Ekim’in üzerinden tam yüz yıl geçti. “Kaba ve soğuk Sovyet bürokratizmi” üzerine söylenen tonlarca yalanın karşısında bugün Sovyet aydınlanmacılığının gücünü anımsamanın tam zamanı. 1917’nin devrimci ruhu müzikte de devrimci olanı aramış, çılgın deneylere başvurmaktan kaçınmamıştı. Günümüzde “çılgın” olanı aradığımızdaysa para babalarının mega projeleri karşımıza çıkıyor. Oysa sermayenin ufku aşılmaz değil! Tek gereken, işçi sınıfı için yeni bir “çıldırma” ânı...

Kaynakça:
Adrian Curtin, Avant-Garde Theatre Sound: Staging Sonic Modernity, Palgrave Macmillan, 2014.
Andrey Smirnov ve Liubov Pchelkina, “Russian Pioneers of Sound Art in the 1920s”, Red Cavalry: Creation and Power in Soviet Russia between 1917 and 1945 sergisi kataloğu, 2011.
Christoph Borbach, “Siren Songs and Echo’s Response: Towards a Media Theory of the Voice in the Light of Speech Synthesis”, On_Culture dergisi, 30 Kasım 2016.
Delia Duong Ba Wendel, “The 1922 ‘Symphony of Sirens’ in Baku, Azerbaijan”, Journal of Urban Design dergisi, Kasım 2012.
Lidia Ader, “Microtonal Storm and Stress: Georgy Rimsky-Korsakov and Quarter-Tone Music in 1920s Soviet Russia”, Tempo dergisi, Ekim 2009.