Burak İyiekici - soL
Yavuz Çetin’i anmak ya da kapitalizme reddiye
“Bazı çocuklar, hiç uslanmazlar,
Onlar hep oyunbozan oldular.”
Ülkemizin en değerli blues gitaristlerinden Yavuz Çetin, 1970 yılında Samsun’da doğdu. O herhangi bir enstrümanla tanışma fırsatı bulamadan ömrünü tamamlayan nice şanssız insanın tersine, henüz 10 yaşında aldı eline curayı. Muhtelif müzik aletleriyle zaman geçirdi ama hayatını değiştirecek ve yeteneğini tam anlamıyla aktarabileceği gitarla tanışması, 15 yaşında gerçekleşti. O gün boynuna astığı gitarını, ömrünü tamamladığı 2001 yılına kadar hiç çıkarmadı. Bir hobi, uğraş ya da zevk meselesi olmanın çok ötesindeydi O’nun için gitar çalmak, varlığını gerçekleştirebildiği yegâne kanaldı. Yavuz Çetin için yaşamak, gitar çalmaktı, gitar çalmaksa yaşamak.
“Sana öğretilen her şey,
Bana önerilen her şey,
Bana dayatılan bu yaşantı,
İşe yaramaz bir çöplük.”
Yavuz Çetin, 31 yıllık kısa ömrü boyunca, ülkenin önde gelen müzisyenleriyle beraber çalma fırsatını buldu. Erkan Oğur, MFÖ, Serdar Öztop, Batu Mutlugil, Zafer Şanlı, Kerem Çaplı, Ercan Saatçi ve daha nicesi. Bütün bu isimlerin O’nun için kullandığı “olağanüstü yetenek” nitelemesi ise tesadüfün çok ötesindedir. Çetin’in bu yeteneği salt parmaklarıyla enstrüman arasındaki muazzam kombinasyon ve anlaşmadan kaynaklanmamaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, O’nun için gitar, hayatın boğuculuğuna karşı bir nefes borusudur adeta. Ömrü boyunca kurtulamayacağı iç huzursuzluğunu bir ağrı kesici gibi dindirmek ister gitarla, 2001’e kadar başarır da. Kelimelerle gülemeyen birinin notalarla ağlamasıdır bu. Tabii diğer yandan kahkahaya dönüşürken çok az görebileceğiniz yüzündeki gülücüğü, gitarındaki melodilerle ikame eder. “Ağlamayı sevmem ben… Şarkılarla mutluluğu yaşarım” derken bunu anlatıyor olmalı. Müzik, burada bir denge meselesidir, onu aldığınız zaman yiğit, yakışıklı ve güzel bir adamın fiziki varoluşu kalır geriye, ruhunu kaybetmiş biçimde.
Yavuz Çetin’in müzisyen kimliği bir yana, bir de müzikal yaşantısıyla iç içe geçmiş bir zihinsel bulantısı vardır. Nedenini bulamadığı bu huzursuzluğunu aşmak ve adlandırmak amacıyla uzun süre psikiyatrik tedavi görür. Nihayetinde zihnindeki mutsuzluk, sürekli yüzüne yansır. Gülümser biçimde duran ancak çok az kez kahkahayla taçlanan yüz ifadesi, acılarını perdeler, “içeride” hiçbir sorun yokmuş havası verir. İçerisinde kopan fırtınaları ise bir kendisi bilir, bir de gitarı.
“Yarattığınız sistemler,
Kullandığınız yöntemler,
Yaşamak istemem artık aranızda.”
Psikiyatristi kendisine ne demiştir, elbette bilmiyoruz. Ancak şarkı sözlerindeki çığlık çok açıktır. Gelir adaletsizliğinin bu denli yüksek olduğu bir toplum içinde yaşamayı içine sindiremez. Bunda muhtemelen çocukluk ve gençlik yıllarının “ben zengini severim”ci anlayışının hâkim olduğu, en kaba ifadesiyle zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olduğu dönemlere rastlamış olmasının etkisi büyüktür. Şarkılarının her dizesinde, gündelik hayatında rastladığı eşitsizlikler, toplumsala ilişkin tutarsızlıklar filizlenir. Bu, bazen “bak yine geliyor ayın sonu, yok mu yardım fonu” diye dışarı vurulur, bazen de “ben yine 5 kuruşun derdine düştüm, kiminin cebi şişkin” diye. Şarkılarının her satırında barındırdığı tepki, -bilerek ya da bilmeyerek- kapitalizmi ve bölüşüm ilişkilerini içselleştiremeyen bir insanın tepkisidir. Bunun ne kadar acı verici olduğunu anlayabilmek için bir parça teoriye bakmak yeterlidir.
Sınıflı bir toplum içerisinde bireylerin zihin dünyaları, bu bölünmeyi olağanlaştırma ve aklileştirme süreçleri üzerine kuruludur. Eğitim, aile, medya gibi ideolojik aygıtlar aracılığıyla sınıfların varlığını kabul eder, yaşantımızı bu ön kabule göre sürdürürüz. İnsanların doğuştan eşit olmadığını kabul eder, maddi bölüşüm, yeteneğimize göre yapılır sanırız. Açlıktan ölen birini gördüğümüzde “çalışsaymış aç kalmayaymış o da” der geçer, bir işsiz gördüğümüzde ise “ben neden işsiz değilim, demek ki imkân var” diye kendimizi rahatlatırız. Peki ya bu aklileştirme sürecini benimse(ye)meyenler ne olacak?
Buradan bakıldığında her şey dayanılmaz olmaktadır. Düşünsenize açlığı, yoksulluğu, bunlardan kaynaklanan ölümleri görüyorsunuz, diğer yandansa lüks içinde yaşayanlara şahit oluyorsunuz. Kafanızda bu durumu açıklamayabilmeniz ve yaşantınızı bunu sorun etmeden sürdürebilmeniz için gereken ideolojik harç eksik ya da çok az bulunuyor. Liberal ideoloji, beyninizi ele geçirmekte zorlanıyor ve siz, tüm tutarsızlığı ve çelişkisiyle bu dünyada var olmak durumundasınız. Buradan delilik dışında iki çıkış yolu vardır, ya asi olacak ya da Yavuz Çetin gibi hayatınıza son vereceksiniz.
“Belki de terslik ben de,
Yapamadım bu düzende,
Kaçacak delik arar oldum,
Sürüngenler şehrinde.”
Yavuz Çetin’in fiziki varlığı tıpkı bizler gibi kapitalizme ve bu haliyle bir sınıflı topluma düşmüştür. Ancak bilinci hiçbir zaman kapitalizme ve onun ideolojine çözülmemiştir. Üstelik bu bilinçsel direnç, disiplinli bir alternatif ideoloji çevresinde (sosyalizm, anarşizm vb.) değil, salt gözlemlerinden çıkardığı sonuçlarla ve eşitsizliği sindiremeyen düşünce yapısıyla sağlanmıştır. Çetin, toplumsal kutuplaşmayı da özünden yakalamıştır. O’nun öfkesi ve nefreti, kendisi gibi olan diğer insanlara değil, zenginlik ve lüks içerisinde yaşayanlara ve toplumsala sinmiş olan ikiyüzlülüğe yöneliktir.
“Benden bir ruhsuz yaratmayı nasıl başardınız,
Benden bir hissiz yaratmayı nasıl başardınız,
Benden bir uyumsuz yaratmayı nasıl başardınız,
Benden sizden biri yaratmayı nasıl başardınız?
Yaşamak istemem artık aranızda.”
Huzursuzluğu, öfkesi, bulantısı, adına dersek diyelim bu ruhsal durum, belki de O’nu intihara götürmüştür. Çetin’in yegâne sorununun bu olduğunu söylemek ne kadar gerçekçi olur, bilemiyorum. Ancak “benden sizden biri yaratmayı nasıl başardınız” sözüne, bu sözün ait olduğu şarkının ve albümün bütünlüğü içerisinde bakıldığında, birçok sorununun bu meseleden türediğini tahmin etmek zor değildir. Üstelik ardında eşini ve oğlunu bırakıp gidecek kadar ağırlaşmıştır bu acıları. Sormak gerekir, kimdir Yavuz’un katili diye kendisi mi, yoksa kapitalizm mi? Bizleri bu düzende yaşamak zorunda bırakanlar, bunca saçmalık içerisinde akıllı kalmamızı bekleyenler değil midir asıl sorumlular? Yukarıdaki alıntıda görüldüğü üzere O, kendisine uyumsuz demektedir ancak uyumsuz olan kendisi midir gerçekten, yoksa bu toplumsallığa uyum sağlayanda mıdır asıl sorun? Dediği gibi kendisi bir ruhsuz mudur gerçekten, yoksa açlığa, eşitsizliğe karşı sesini çıkarmayan mıdır ruhunu asıl kaybeden?
Yavuz Çetin, -tıpkı Kurt Cobain- melankolik ruh durumunu yaratıcılığa tahvil etmeyi çok iyi becermesine rağmen, çektiği acılar O’nun açısından sürdürülemez bir raddeye ulaştığında intiharı tercih etti. Kargo grubunun bir şarkısında geçen “ayır bizi Boğaziçi” sözlerine atıfta bulunurcasına, Boğaziçi Köprüsü’nden atlayarak, çürümüş kapitalist toplumdan ve bizlerden kendisini ayırdı. Sonuç olarak gitarının, yaşamın acılarına kurduğu barikat da O’nu durduramamış oldu. Ama insan merak etmiyor değil acaba kendisi gibi bu düzene biat etmeyi reddederek, 1 Haziran 2013’te Gezi Parkı’na ulaşmak amacıyla o köprüden geçen binlerce insanı görseydi, atlar mıydı yine de oradan? Hiç sanmıyorum. Ve eminim, hayattaki en değerli varlığı olan gitarını, amfisini kapar gelir, barikatın en önüne koyardı. Bir şarkısında yaşamın diyalektiğini harika tasvirler “bir gün gelir, herkes kendi yoluna gider, her şey nasıl başladıysa öyle biter”** diyerek. Keşke diyalektiğin, bu düzenin ve onun sahipleri de için de geçerli olacağını düşünüp bizimle kalsaydı. Olsun, biz O’nu, diğer her şey bir yana, mikrofonuna iliştirdiği kırmızı karanfille hatırlayacağız. Selam olsun sana güzel çocuk..
Anısına, saygıyla…
*Yukarıda alıntılanan sözler, Yavuz Çetin’in ölümünün ardından yayınlanan 1997 tarihli İlk ve 2001 tarihli Satılık albümünde yer alan “Ağlamayı Sevmem Ben”, “Oyuncak Dünya”, “Her şey Biter”, “Yaşamak İstemem” ve “Cherokee” şarkılarına aittir.
**”Her şey Biter” şarkısında yer alan bu sözler, Yavuz Çetin’in mezar taşına da yazılmıştır.