Ahmet Say: Ruhi Su'nun komünist kimliği ile müzikteki arayışı bir bütün

Tam 31 yıl önce, 20 Eylül 1985'te aramızdan ayrılan komünist sanatçı Ruhi Su, dün gece Şişli Kent Kültür Merkezi'nde anıldı. Müzik yazarı Ahmet Say açılış konuşmasında, Ruhi Su’nun komünist kimliği ve TKP saflarında verdiği örgütlü mücadelesi ile müzikte giriştiği arayışların bir bütün olduğunu, Ruhi Su’nun ancak bu bütünlük içinde anlaşılabileceğini belirtti.

Haber Merkezi

20 Eylül 1985’te aramızdan ayrılan komünist sanatçı Ruhi Su, dün akşam ölümünün 31. yıl dönümünde Şişli Kent Kültür Merkezi'nde anıldı.

Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği'nin düzenlediği ve dernek adına Ilgın Ruhi Su’nun davetlileri selamladığı gece, müzik yazarı Ahmet Say’ın açılış konuşmasıyla başladı. Rahatsızlığı nedeniyle gecede yer alamayan Say’ın sunuş metni bir başkası tarafından okundu.

Say, Ruhi Su’nun komünist kimliği ve TKP saflarında verdiği örgütlü mücadelesi ile müzikte giriştiği arayışların bir bütün olduğunu, Ruhi Su’nun ancak bu bütünlük içinde anlaşılabileceğini belirtti.

“Halk kültürüne ve onun değerli bir parçası olan halk müziğine bu denli önem veren bir aydın sanatçı, ezilen halk kitlelerinin çaresizliğini görmezlikten gelebilir miydi?” diye soran Say, Ruhi Su'nun türkülerinin grevlerde, cezaevlerinde, direnişlerde, mitinglerde emekçilerin dilinden düşmediğinin altını çizdi.

Ahmet Say konuşmasını “Türküleri yakanlar, kanunları yapanlardan güçlüdür" ifadesiyle bitirdi. 

Etkinlik, Cevat Çapan’ın başkanlığını yaptığı jüri tarafından ilk defa verilen Ruhi Su Şiir Ödülü’nün takdimiyle devam etti. "Kemik İnadı" kitabı ile ödüle layık görülen Asuman Susam, konuşmasında ödülü, tutuklu yazarlar Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’a armağan ettiğini belirtti.

Anma etkinliği, 40 yıldır ayakta kalmayı başaran Ruhi Su Dostlar Korosu’nun konseriyle sona erdi.

AHMET SAY'IN ETKİNLİKTE OKUNAN KONUŞMA METNİ

Aramzıdan ayrılışının 31. yıl dönümünde Ruhi Su'yu anma gecesinde Ahmet Say’ın yaptığı açılış konuşmasının tam metni şöyle: 

"Değerli Ruhi Su dostları, sayın konuklarımız,

Ruhi Su’nun ölümünün 31’inci yılında solcu ve sanatçı yönüyle onu anmak için yine bir aradayız. Pek de değerbilir bir toplum olmadığımız halde, otuz yılı aşan uzunca bir süre boyunca Ruhi Su unutulmadı. Gelecek kuşakların da onu, 1türküleri ve halk müziği derlemeleriyle hatırlayacağını, Ruhi Ağabey’in hep yaşayacağını düşünüyorum.

Ben burada, sanatçımızın hayat hikâyesinin kimi ayrıntıları üzerinde durmayacağım. Özellikle çocukluk dönemindeki acıklı ayrıntıları tekrarlamak istemiyorum. Böyle bir toplantıda bize düşen görev, anne ve babasız büyüyen Ruhi Su’nun çocukluk döneminde yaşadığı trajik olaylar üzerinde, ister istemez abartılarak durmak yerine, onun ilerici bir sanatçı olarak halk müziğimiz yolundan insancıl değerlerin toplumda nasıl yaygınlaşacağını gösteren örnek çalışmaları üzerinde durmak olmalıdır.

Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’nin Ankara Devlet Konservatuarı’na dönüşmesi üzerine, konservatuvarın 'Şan-Opera' bölümünde öğrenim gören Ruhi Su, dünyaca tanınmış opera rejisörü ve şan eğitimcilerinden Alman sanatçı Karl Ebert’in öğrencisi olarak bu okulu 1942 yılında bitirmiştir. Aynı yıl Ankara Devlet Operası’nda göreve başlayan sanatçımız, opera klasiklerinden birçok eserde solist olarak roller almış, bir yandan da cefalı ama tatlı bir işçiliğe katlanarak Anadolu’da yıllarca süren türkü derleme çalışmalarını sürdürmüştür. Derlediği çok sayıda türkünün yol gösterdiği olanaklarla birçok saz şairimizle de tanışan sanatçımız, onların geleneksel söyleyişlerini incelemiştir.

Ruhi Su, 1943 ile 1945 yılları arasında, Ankara Radyosu’nda geniş ilgi gören bir programda düzenli olarak türküler söylemiştir. Öte yandan burada vurgulamamız gereken, Ankara Halkevi’nde 1944 yılında başlattığı 'Türkü resitallerini' tam 40 yıl sürdürmüş olmasıdır.

Bütün bu çalışmaların yurt dışında da ilgi uyandıracağı belliydi. Hem halk müziği derlemecisi hem de opera sanatçısı yönüyle birçok ülkeden davetler alarak Almanya, Hollanda, İsveç ve Bulgaristan’da festivallere katılmış, ayrıca ABD’den Yunanistan’a, Fransa’dan Arjantin’e kadar birçok ülkenin radyosunda plak kayıtları yayınlanarak, uluslararası planda tanınır olmuştur.

Burada akla şöyle bir soru geliyor: Halk kültürüne ve onun değerli bir parçası olan halk müziğine bu denli önem veren bir aydın sanatçı, ezilen halk kitlelerinin çaresizliğini görmezlikten gelebilir miydi? Buna bir çare bulmak gerekmez miydi?

Onu sosyalist ideolojiye götüren, işte bu soruya verilen cevaptı: Ruhi Su ve eşi Sıdıka Su, '1951 Türkiye Komünist Partisi tevkifatı' olarak bilinen, yüzlerce aydınımız ve işçimizin 'ifade almak' adı altında bir yıl boyunca işkenceden geçirildiği, ardından ağır hapis cezalarına çarptırıldığı, hapislik sonrasında da Anadolu’nun ücra bir köşesinde sürgün cezasına mahkûm edildiği siyasi vahşetin kurbanları arasındaydı. Sanatçımız, bu davadaki mahkûmiyeti dolayısıyla 5 yıl hapis yattıktan sonra, 2 yıl süren sürgün cezasını Konya’nın Çumra ilçesinde çekmeye başlamış, bir süre sonra Ankara’da Etimesgut’a nakledilerek eşiyle birlikte sürgünü orada tamamlamıştır.

Bu uygulamanın adı: 'Demokrat Parti dönemindeki demokrat uygulamalardır.'

Halkımıza bütün yönleriyle değer veren düşüncenin insanı olan bir müzikçi, halkın müzik kültürü karşısında kayıtsız kalabilir miydi? Bu sorunun da cevabı açıktır: Türkiye’de sosyalist bir müzikçi olmanın görevlerini ilk sezenlerden biri, Ruhi Su’dur.

O, sezgiyle de yetinmemiş, yıllar içinde kitleler tarafından benimsenen ve yaygınlaşan bir türkü dağarını iğneyle kuyu kazar gibi geliştirmiş, 1960’lı yıllardan başlayarak bu türkü dağarını tanıtarak yaygınlaştırma yolunda son derece önemli bir işlevi hayata geçirmiştir.

Âşık Veysel, bu yıllarda Ruhi Su için şöyle demişti: 'Köylüyü şeherliye sevdiren adam!'

Şunu da belirtmeliyim ki, Ruhi Su’nun söylediği türkülerin halk katlarında yaygınlaşıp benimsenmesinde, '68 kuşağı' olarak nitelenen devrimci gençliğin büyük ölçüde payı vardır: 68 Kuşağı, bütün eylemlerinde ve bütün toplantılarda hep beraber söylediği türküleri, Ruhi Su’nun konserlerinden öğrenmiştir. 68 kuşağını ezip yok etmek için yapılan 12 Mart Darbesi yıllarında, özellikle askerî hapishanelerde hep birlikte söylenen türküler de Ruhi Su’nun dağarından alınmıştır. 1980 yılındaki 12 Eylül Darbesi döneminin hapishane zorluklarını ben yaşamadım, ama bu kuşaktan birçok genç dostumun anlattığına göre, hapishane koğuşlarında hep birlikte söylenen türkü dağarı, yine aynıymış.

Hemen eklemeliyim: Ruhi Su, bu dönemden başlayarak geniş ilgi gören 11 uzunçalar ve 16 adet 45’lik plak kaydı yapmıştır. Türkiye için bu rakamlar, Amerika’da en çok satanlar listesinde uzun yıllar tutunma anlamına gelir.

Burada, çok tartışılan bir konuya değinmek istiyorum: Ruhi Su’nun söylediği türkülerdeki tarz ya da üslûp, ya da stil, halk müziğimizin özelliklerinden olan geleneksel üslûbun dışındaydı. Henüz 1960’lı yılların başlarında, kimi genç besteci ve etnomüzikologlar, Ruhi Su’nun türkülerimizi “opera şarkısı” gibi söylediğini ileri sürerek, onu türkülerin geleneksel özelliklerine bağlı olmamakla suçluyordu.

Bu itirazda bir ölçüde gerçek payı vardı: Ruhi Su, halk müziği kültürümüzde yer alan türkü söyleme geleneğinin dışında olan, ayrı bir deyişi, ayrı bir üslûbu, ayrı bir anlatım biçimini kullanıyordu; burası doğrudur. Ancak, onun türkü söyleyişindeki bu anlatım biçimi, iddia edildiği gibi opera şarkılarını andırmıyor, başka bir üslûbu, Avrupa müzik kültüründen süzülüp gelmiş 'uluslararası genel şarkı üslûbu'nu içeriyordu.

Şöyle de diyebiliriz: Ruhi Su’nun söylediği türkülerde kullandığı üslûp, kökeninde yüzyıllar öncesinin halk müzikleri olan Alman şarkıları LİED’lerin, İtalyan şarkıları CANZONA’ların, Fransız şarkıları ŞANSON’ların günümüzdeki yorumcuları gibiydi. Ayrıca, söylediği türkülerin şiirlerindeki anlamı öylesine vurguluyor, ezgiyi ise öyle bir kararlılıkla, kesinlikle ve inançla aktarıyordu ki, bu türküler, dinleyicide geleneksel seslendirme üslûbundan çok daha güçlü etkiler uyandırıyordu.

1966 yılında kendisiyle bu konuyu konuştuk. O yıllarda Ruhi Ağabey, İstanbul’un yeni bir mahallesi sayılan Levent’teki bir gece kulübünde, yaklaşık 30 dakikalık bir program yapıyordu. Söz konusu gece kulübü, Ruhi Su’nun yanı sıra, 'genel program' olarak, İstanbullu aydınların ilgi gösterdiği caz sanatını temsil eden yerli bir caz üçlüsünü konuk ediyordu ve bu yönüyle öteki bütün gece kulüplerinden, eğlence yerlerinden farklı bir ileri düzeyi temsil etmekteydi.

Programını bitirdikten sonra Ruhi Ağabey’le konuşmaya daldık ve ona 'Lied yorumcusu' benzetmesini söyledim. Bu benzetme hoşuna gitti ve bana türkü söylemekle ne gibi bir misyonu yerine getirdiğini açıklamaya başladı.

Bu açıklamayı şöyle özetleyebilirim: Kendisinin halk müziği geleneğinin bir sanatçısı olmadığını, istese de onlar gibi türkü söyleyemeyeceğini, çünkü bir kırsal kesim sanatçısı olmadığını söyledi. Sonra da, türkülerimizde çağımıza kol atan bir sıçrama gerçekleştirmenin artık zamanı geldiğini anlattı.

'Nedir bu sıçrama? Nasıldır?' yollu sorumu ise içerik olarak şöyle cevaplamıştı: 'Ben, geleneksel gereçlerden yola çıkarak çağımızda geçerli olabilecek bir halk müziği stilini önermenin zamanı gelmiştir düşüncesindeyim. Bu bir aşama sayılır. Ardından gelecek aşama ise türkülerimizin çoksesli olarak seslendirilmesidir. Bunun da zamanı gelecektir, merak edilmesin.'

Değerli Ruhi Su dostları, sayın konuklarımız; günümüzde Ruhi Su’nun geliştirerek bıraktığı halk müziği kültürünü başarıyla sürdüren çok sayıda müzikçimiz, müzik eğitimcimiz var. Halk müziği geleneğimizin korunmasında onların emeği kutsaldır. Bunun yanı sıra büyük bir simgesel değeri olan Ruhi Su Dostlar Koros'nun yaşaması için elini taşın altına koyan, bu konuda canla başla çalışan, Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği’nin amaçlarını ileri bir kavrayışla yaşatan, hatta geliştiren genç arkadaşlarımızı yürekten kutluyorum.

Şunu unutmayalım: Hep bildiğimiz gibi, Türkiye’de halk müziği kültürümüzün önemsenmediği dönemler de yaşanmıştır. İşte bu karanlık dönemlerde bize güç veren bir özdeyişi hatırlamak yeterlidir: Türküleri yakanlar, kanunları yapanlardan güçlüdür! 

Saygılarımla…"