Uzunca bir süredir bu sayfalarda yayımlanan Fransa haberlerinin büyük bölümünün aynı konuyla ilgili olduğunu dikkatli soL okurları fark etmiş olmalı. Fransa aylardır Macron hükümetinin dayattığı emeklilik reformunu konuşuyor, milyonlarca emekçi grevlerle ve eylemlerle bu saldırıyı püskürtmeye çalışıyor, emeklilik hakkını dişiyle tırnağıyla savunuyor.
Emeklilik hakkına saldırı
Halk düşmanı reformun savunucularına göre Fransa'da emeklilik sistemi sürdürülemez bir çıkmaza girmiş durumda. Her geçen yıl iş gücüne daha az insan katıldığından daha az sayıda çalışan emeklilik için prim ödüyor ve hayat beklentisi uzadığından emekliler de giderek daha uzun yıllar maaş alıyor; dolayısıyla sistem açık veriyor. Bu açığı kapamak için silahlanmaya ayrılan bütçenin ya da sermayeden alınmayan vergilerin kullanılmaması apaçık bir siyasi tercihin ürünü olabilir. Üstelik, teslimiyetçi olsun ya da olmasın, sendikaların son derece pratik bir önerisi de var: bütün sektörlerde ücretleri -ve dolayısıyla- primleri artırmak. Hayır efendim, Macron sanki para kendi cebinden çıkıyormuşçasına inat ediyor, nuh diyor peygamber demiyor ve çözümü hak ediş yaşını 62'den 64'e yükseltmekte görüyor.
Fransa’da da parlamento kadük
Senatoyla parlamentonun paslaşmalarının ardından halk düşmanı reform tasarısı geçen hafta mecliste tartışılmadan onaylandı. Meclis çoğunluğunu kazanmaktan uzak olduğunu anlayan Başbakan Elisabeth Borne 16 Mart akşamı kendi başbakanlığında on birinci, Fransa tarihinde 1958'den beri yüzüncü kez Anayasa'nın 49'uncu maddesinin 3'üncü fıkrasına başvurmaya karar verdi. Borne olanca sınıf kiniyle tükürükler saçarak kararını açıklamaya çalışırken muhalefet sıraları tahmin edileceği gibi çıldırdı, Borne kızarıp bozardı.
Madde 49/3'e göre hükümet bütçeyle ilgili bazı tasarıları meclis oylamasına sunmadan yasalaştırabiliyor ama bunu yaparken yirmi dört saat içinde karşısına konacak bir gensoruyla hem yasanın hem de kendisinin geçersiz hale gelmesi riskini de göze almış oluyor. 20 Mart'ta yapılan gensoru yoklamasında Borne dokuz oy farkla paçayı kurtardı.
Sokağın öfkesi dinmiyor
Değişiklik önerilerinin, gensoruların, senatoda ve parlamentoda düzenlenen türlü oylamaların engel olamadığı yasanın son durağı Anayasa Mahkemesi olacak. Ama insanlar devrimin bir gün televizyonlardan yayımlanmayacağına inanmıyor olsalar gerek, sokaklar hiç boş kalmıyor. Aylardır süren eylemler son 49/3 kararıyla birlikte yeni bir boyut aldı. Emeklilik hakkına saldırının püskürtülmesinin ancak uzun soluklu bir mücadeleyle başarıya kavuşabileceği ortada. Şu günlere farklı sektörler ve farklı bölgeler arasında dönüşümlü grevler planlanıyor, milyonlarca insanın katılacağı ulusal grev günleri takvimlere işaretleniyor.
Macron kaşınıyor
Büyük buluşmaların sonuncusu 23 Mart'ta gerçekleşti. Genel Emek Konfederasyonu'nun (CGT) tahminine göre üç buçuk milyon, İçişleri Bakanlığı'na göre bir milyon emekçi sokaktaydı. Eylemlerdeki katılımı ve öfkeyi artıran bir neden, Emmanuel Macron'un gün içinde yayımlanan televizyon söyleşisindeki tutumuydu. Öğlen 1'de yayımlanan yarım saatlik söyleşide Macron yerinden bir milim bile oynamıyordu. Fransa Cumhurbaşkanı sanki milyonların haftalardır neden sokağa çıktığını bilmiyormuş gibi olanca soğuk kanlılığıyla reformun ekonomi için ne kadar önemli, yasanın demokratik teamüllere göre ne kadar meşru, Borne'un 49/3 kararının ne kadar isabetli, polis şiddetinin ne kadar gerekli olduğunu anlatıyordu. Macron'un birini itiraf ettiği birini edemediği iki pişmanlığı vardı. İtiraf ettiği hatası reformun gerekliliği konusunda insanları “ikna edememek”ti. Diğeriyse programın ortasında çaktırmadan çıkarmak zorunda kaldığı pahalı saati yayından önce çıkarmayı unutmaktı kuşkusuz.
23 Mart'ta bulunduğu kortejin içinden basına demeç veren Fransız Komünist Partisi (PCF) Ulusal Sekreteri Fabien Roussel, Macron'un pervasızlığını kısaca Türkçeleştirirsek yangına körükle gitmek olarak okuyordu. Roussel'in analizine göre Macron öfkeyi giderek artırıp kendi üstünden sendikalara doğru yönlendirmeyi hedefliyor. PCF lideri iki aylık barışçıl eylemlerin böyle giderse şiddete teslim edileceği ve hem eylemci hem güvenlik güçleri tarafında daha fazla yaralanmanın ortaya çıkacağı bir tablodan endişe duyduğunu açıkça ifade etti. Roussel'in uyarısı boşuna değil. Gerçekten de Fransa'da şu an ileri çekici ya da hedef saptırıcı her tür müdahaleye açık bir toplumsal hareketlilik bulunuyor.
Kim muhalif kim değil?
Halkın öfkesinin kolay kolay dinmeyeceğini gören sendika konfederasyonları bir sonraki büyük buluşmayı hemen birkaç gün sonrasına, 28 Mart Salı gününe koymaya karar verdiler. Macron kaşındıkça polisler de kadın erkek, genç yaşlı ayırmadan insanların üstüne koşuyor. Macron hükümetinin sözcülerinin ağzından çıkan her söz daha çok öfke, daha fazla yaralanma, daha fazla gözaltı anlamına geliyor.
Macron'un bu süreçten güçlenerek çıkması çok zor. İktidar emeklilik reformunu zorladıkça bu dayatma ters tepiyor, daha önce emeklilik sistemindeki sorunlardan yakınanlar bile fikir değiştirmeye başlıyor. Birkaç ay önce yapılan anketlerde yüzde 70'lerde olduğu düşünülen reform karşıtları bugünlerde yüzde 90'ları zorlamaya başladı. Böyle bir ortamda muhalefetin referandum talebine teslim olmak hükümetin ağır bir yenilgi almasından başka anlama gelmeyecektir. Üstelik, Macron ve Borne'un geçen yılın sonunda açık açık telaffuz ettiği meclisi dağıtma tehdidi gerçek olursa erken kurulacak sandıktan şimdiki cumhurbaşkanını mutlu edecek bir tablonun çıkması da şaşırtıcı olacaktır. Başka seçeneği var mıydı bilemeyiz ama Macron reform ısrarıyla hem kendi konumunu zora sokmuş hem de bütün merkez sağın ayağının altındaki halıyı çekiştirmiş oldu. Kendi iç anlaşmazlıkları ve reform tasarısına başından beri dolaylı-dolaysız katkıları nedeniyle Cumhuriyetçiler (LR) partisinin de erken kurulacak bir sandıktan oy artırarak çıkması güç görünüyor.
Solun sokaktaki etkisini artırdığı bir gerçek. Ama çevresinden dolanamayacakları bir başka gerçek daha var, o da daha birkaç ay önce Macron'a vermiş oldukları oy. Seçime katılım oranının bir süredir yüzde 70'i bile bulmadığı Fransa'da boykot için geçerli bir toplumsal zemin varken sol iki seferdir “kötünün iyisi” siyasetine büyük hevesle destek vermeyi seçti. Diğer yandan, sol-sosyalist partilerin önemli bölümünün yıllardır tutarlı bir programdan, istikrarlı bir örgütlenmeden, anlaşılır bir siyasi dilden ve gerek ideolojik duruş gerekse insani açıdan güven veren kadrolardan uzak olması da cabası. Tam da emek-sermaye çatışmasına oturan emeklilik gibi bir konuda açığa çıkan dev toplumsal tepkiyi işçi sınıfı adına kalıcı siyasi mevzilere taşıyabilecek bir sol özne ne yazık ki şimdilik ufukta görünmüyor.
Faşizm tehlikesi
Siyasi yelpazede “aşırı sağ” olarak ifade edilen ırkçı, faşist, milliyetçi söylemler üstüne kurulu partilerin emeklilik eylemlerinde solun sahip olduğu sokak etkisine şimdilik uzak kaldığı söylenebilir. Yalnız, önceki seçimlerde Macron'a karşı dişe diş bir mücadele veren bu siyasi hareketlerin eylemleri her fırsatta tepe tepe kullanmaktan çekineceklerini düşünmeyin. Cumhurbaşkanının televizyon söyleşisinden saatler sonra kamera karşısına geçen Marine Le Pen “ayrıştırıcı Macron”a karşı “birleştirici” ve ayağını yere sağlam basan bir siyasi figür görüntüsü vermeyi seçti. Hükümetin siyaset kültüründen nasibini almadığını söyleyen Le Pen 49/3 seçeneğini ve orantısız polis şiddetini eleştirmekten geri durmadı, eylemlerin hem yasal hem de son derece meşru olduğunun altını çizdi. Bu çıkışla farklı siyasi geleneklerden insanların beğenisini toplamayı başaran “kötünün kötüsü”nün bu gidişle merkeze yerleşip olası bir erken seçimde Macron'u emekli etmesi herkesçe ciddiye alınması gereken bir olasılık.
Faşizmin tek tanımı yok. Bugünün Fransası bu tanıma ne kadar uzak sayılır? Meseleye Türkiye'den bakan bizler için hiç de kolay olmayan bir hesap yapmaya çalışalım... Açıktan göçmen düşmanı ve ırkçı figürler hükümet düzeyinde ve diğer her kademede yer alıyorsa, Nazi işbirlikçileri ulusal kahramana dönüştürülüyorsa, kolluk güçleri kendi halkına karşı savaş açmışa benziyorsa, zenginler vergiden kaçarken emekçilerin her hakkı yeniden mücadele konusu olmaya başlıyorsa o ülkede demokrasinin emekliye ayrıldığı söylenemez mi?