Sağlıkta özelleştirmenin yol açtığı felaket karşımıza en az 12 bebeğin ölümüyle ortaya çıktı.
Çeteler, mafyalaşma, çürüme, "paran kadar hizmet" anlayışı ve daha fazlası, bu olayla tek seferde özetlendi.
Herkes biliyor artık, İstanbul'da ve Tekirdağ'da bir çete, kamudaki bebek acil hastalarını önceden anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edip ölümlerine neden oldu. Kurtulan bazı bebeklerinse kalıcı hastalıkları olduğu söyleniyor.
Şimdilik kaç bebek çete sebebiyle öldü ya da sakat kaldı tam olarak tespit edilemedi.
Kimse istifa etmedi, görevden alınmadı.
Sorumlu siyasiler hiç alakaları yokmuş gibi davrandı.
Görünen sorumlular 112 Acil Çağrı Merkezi'nde çalışanları, hemşire ve hekimlerle sınırlı kaldı.
Böyle olunca da sağlık emekçileriyle yurttaşlar karşı karşıya bırakıldı.
Sağlık emekçileri konuya nasıl bakıyor, yaşananlar hastanelerdeki durumu nasıl etkiler Psikiyatrist Dr. Endam Köybaşı ile konuştuk. Sağlık hizmetinin parayla satılmasının sonuçlarına dikkat çeken Köybaşı, buradan tereddüt, kaygı, gerilim ve şiddet doğacağını vurguladı.
"Çete" kavramıyla bazı sağlık çalışanlarının tek suçlu olarak gösterilmesinin "kör tepkiyi daha da arttıracağının" altını çizdi.
'Sağlık çalışanlarının tek suçlu olarak gösterilmesi tepkiyi arttırır'
Yenidoğan çetesinden saçılanlar bize büyük bir karanlığın fotoğrafını çekti. Ancak bir sorun var. Sorumluk sağlık çalışanlarına yıkılıyor. Dolayısıyla sağlık emekçileriyle hastalar, hasta yakınları karşı karşıya kaldı. Bu durumun nasıl sonuçları olabilir?
Şahit olduğumuz bu gelişmeler sıradan olaylar değil. Sarsıcı etkileri olabilecek boyutta olaylar. Randevu bulmakta güçlük, uzun süre sırada bekleme, yeterince ilgi görememe gibi sistemin rutin sorunlarının ötesinde bir hadise bu. İhtiyacı olmadığı halde yoğun bakımda yatırılan, yatışı uzatılan ve ilgilenilmeyen, bu nedenle ölen bebekler var!
Bunun yaratacağı psikolojik etkiler kolay telafi edilebilir olmazlar. Özellikle çocuk planlayan bebek bekleyen aileler için; “Acaba benim başımda da gelir mi” endişesi yaşamaları kaçınılmaz. Aynı durum bebekli, çocuklu aileler için de geçerli. Yine bebeklik çocukluk döneminde hastalık geçirmiş, bunun kalıcı etkilerini yaşayan aileler büyük bir şüphe içerisindeler; “Acaba bizim bebeğimiz de ihmal edildi mi?” sorusunu soruyorlar.
Diğer yandan olayın içerisinde yenidoğan bebeklerin olması, ölüm olması, bakanından hastanesine sistemin neredeyse tüm parçalarının failler arasında adının geçmesi halkta oluşan şaşkınlığın, hayal kırıklığının, gerginliğin, korkunun ve güvensizliğin şiddetini arttırıyor. Bunca olumsuz duygunun sağlıkçıya yansıyan öfkeli tepkilere dönüşmesi, zaten işleyişin bir rutini haline gelmiş şiddet olarak yansıması beklenebilir.
Sorumluluğu üstünden atmaya çalışan yöneticilerin kendilerini, sağlık sistemlerini, hastanelerini aklamak üzere “çete” kavramıyla bazı sağlık çalışanlarını tek suçlu olarak göstermesi bu kör tepkiyi daha da arttıracaktır.
'Yaşananlar tesadüf değil, sağlıkçılara mal edilemez'
Bu toplumun bir parçası olarak söz konusu çürümeye üzülme fırsat bile bulamayan ve görevini hakkıyla yapan sağlık emekçileri var. Onlar süreci nasıl değerlendiriyor?
Bu olay sağlık emekçilerini de sarsacak şekilde olumsuz etkiledi. Gerek kamuda gerekse de özelde zaten yoğun bir çalışma temposu, yönetici, patron baskısı altında işlerini yapmaya çalışan bir milyonu aşkın sağlık personeli var. 50 kişinin karıştığı bir olayın tümüne yansıması da bir yönetim zafiyetidir.
Sağlık emekçilerinin gerek sendikaları gerekse de çeşitli meslek örgütleri, yaşananların tesadüf olmadığını ama sağlıkçılara mal edilemeyecek olaylar olduğunu açıkladılar. Olaya karışan sağlık personelleri dahil sorumluların yargılanması gerektiğine, bu olayların yeniden yaşanmaması için üzerlerine düşenleri yapmaya hazır olduklarına da açıklamalarında yer verdiler.
Bununla beraber, yaşananların nedenlerini de sağlıkta dönüşüm projesi ve onun en önemli ayağı olan özelleştirme uygulamaları olarak ilan ettiler. Gerek Tabipler Birliği gerekse de çeşitli uzmanlık dernekleri zamanında yapılan uyarılarının önemsenmediğini, işleyişteki aksaklıkların çözümüne yönelik işbirliği tekliflerinin reddedildiğini açıkladı.
Sağlık emekçilerinin yaşananlardan dolayı üzgün ve endişeli olduklarını bir yandan da kendilerini koruma ihtiyacı duyduklarını söyleyebiliriz. Bu sorunların oluşmasına yol açan sistem yıllardır onları da mutsuz ediyor.
'AKP döneminde sağlık bakanı 4 kişi var, birinin hastanesi olaya karışmış durumda'
Yaşananların ardından vatandaşların sağlık emekçilerine güveni epey azalmış görünüyor. Bürokratlar ve siyasiler aradan çekilmiş gibi. Peki suçlu kim(ler)?
Burada gözden kaçırılmaması gereken bir diğer husus da şu: AKP döneminde sağlık bakanlığı görevini üstlenen zaten dört kişi var. Bu bakanlardan biri olaya karışan hastanelerin patronları arasında yer alıyor. Bir diğer bakan sağlık müdürlüğü görevi yaptığı zamandan beri olayları bilip üzerine gitmemekle itham ediliyor. Olayların bir önceki bakanın döneminden beri devam ettiği düşünülürse neredeyse AKP’nin tüm sağlık bakanları olayın içinde. Zaten ilkinin de sağlıkta dönüşümü en iyi uygulayan olmakla övündüğü biliniyor.
Ki bu tür yolsuzluklar bakanlık düzeyinde sadece Sağlık Bakanlığı’nda yaşanmadı. Bakanlarını patronlar arasından seçen AKP hükümeti boyunca, kamu arazilerinin otelleri için peşkeş çekildiği Turizm Bakanı, korona döneminde şirketinden devlete yüksek fiyattan dezenfektan satan Ticaret Bakanı, özel okulu olan Eğitim Bakanı gibi olaylara da tanıklık ettik. Devletin bütün bakanlıkları özel şirket patronlarına devredilmiş ve ticari bir faaliyetin konusu olmuş durumda. Bu işleyişten kamu yararının çıkması hayatın olağan akışına aykırı olur.
'Yenidoğan yoğun bakımlarının üçte ikisi özel hastanelerde'
Diğer yandan Türkiye’de yoğun bakım yatakları ağırlıklı olarak özel hastanelerin elinde. Yenidoğan yoğun bakımlarının ise üçte ikisi özel hastanelerde. Bu oran İstanbul’da daha yüksek; yüzde yetmişler civarında. Sağlık alanındaki kârlılık arayışları yoğun bakımlarla sınırlı değil. Neredeyse her türlü sağlık uygulaması ticari bir faaliyetin konusu haline gelmiş durumda.
Özel şirket mantığıyla işleyen bakanlığını, özelleştirme uygulamalarını, özel hastaneleri yani sağlık alanındaki ticari işleyişten ve bunun ölümcül sonuçlarından sorumlu bir sistemi yok sayıp, bu işleyişi mesleğini kötüye kullanıp sahtekarlık yapan az sayıdaki sağlıkçıları sorumlu göstererek milyonlarca emekçiyi zan altında bırakmak aklı selim bir davranış sayılamaz.
'İnsanları paranın, ticaretin insafında işleyen bir sağlık sistemine terk etmek büyük bir gaddarlık'
Olayın bundan sonrası sağlık çalışanlarına artan şiddetin bir nedeni olabileceğini söylediniz, olayın sağlık alanında başka nasıl etkileri olur?
Bu olay bir yanıyla toplum için çok ağır bir yüzleştirme oldu. Kamuoyunda, insanın en temel yaşamsal ihtiyaçlardan olan yani olmazsa olmaz olan sağlık ihtiyaçlarını karşılamak üzere başvuracakları, sağlık işleyişine karşı büyük bir tereddüt oluşturdu. Zaten uzunca bir süredir yükselen bilim karşıtı argümanlar, sağlığın toplumsal boyutunu yok sayan kişisel özgürlükler gibi kavramların ağırlığının artması, geleneksel, tamamlayıcı, alternatif gibi adlarla nitelikli sağlık yardımıyla eşitlenen şarlatanlığa varan uygulamalar ve tabi ki artan dinselleşme bir bilim dalı olarak tıp alanına, sağlık emekçisine olan güveni azaltmıştı. Bu tereddüt sağlık alanının hastalar tarafından kullanım biçimini de büyük oranda belirlemekteydi.
Sağlık sisteminin, yenidoğan bebekleri bile suistimal edecek, onların önlenebilir nedenlerden ölümlerine yol açacak kadar gözü dönmüş bir kâr hırsının konusu olduğu alanlarının su yüzüne, böylesi kamu vicdanını yaralayan bir çıplaklıkla çıkması, bu güvensizlik ortamını arttıracaktır.
Bu aslında insanların omuzlarına kaldıramayacağı kadar büyük bir yükün de bindirilmesidir. Yurttaşlar sağlık ihtiyaçlarını kandırılmadan, dolandırılmadan, kendisinin, sevdiklerinin hayatına mal olmadan nasıl karşılayabilecekleri sorusuyla baş başa kalmışlardır. Bu ihtiyacı sağlıklı bir şekilde karşılamak eğitimle, bilinçlenmeyle, daha fazla “bütçe ayırmayla” çözülebilecek bir sorun olmaktan çıkmıştır.
Örneğin bugün yenidoğan bir bebeğin yoğun bakım ihtiyacı olup olmadığı sorusunu bilimsel doğrulukla cevaplamak için en az on yıl süren doktora düzeyinde öğrenim programını tamamlamak hatta bazı durumlarda onu da aşan yan dal programı düzeyinde eğitim almak gerekir. Mesela kanser teşhisi konması ve tedavisinin düzenlenmesi de bu şekilde. Tıbbi uygulamalar dinlenip, iyi beslenince iyileşecek durumlarla sınırlı değil. İçinde uzun bir tarihsel gelişim sürecinde oluşmuş bilimsel buluş ve yaklaşımları barındırıyor. Bu derece bilgi yoğun bir alanın kararlarına güven hissiyatı oluşturma “araştırarak öğrenilecekler” marifetiyle mümkün olamaz. Bu ancak ulaşılabilir, nitelikli, çağdaş bilimsel uygulamalarla şekillenmiş, güvenilir bir sistemin tesisiyle mümkün olur.
İnsanları paranın, ticaretin insafında işleyen bir sağlık sistemine terk etmek büyük bir gaddarlık ve vicdansızlıktır. Buradan ancak tereddüt, kaygı, gerilim, şiddet doğar. Bilime, özel olarak da tıp alanına mesafe oluşur. Bu mesafeye de enerjisinden, sülüğüne sahtelikler; kaderciliğinden, çaresizliğine olumsuzluğu kabullenici duygular dolar.