Yeni Osmanlıcı Vali kutlama tarihi uydurup, sömürgeleşmeyi övdü

Erzurum Valisi, saltanatın 102 yıl önce kaldırıldığı Cumhuriyet'te bir padişahın tahta çıkış gününü kutladı. Arkasına sığındığı tarih bilgileri de, her zamanki gibi, yanlış.

Haber Merkezi

"Yeni Osmanlıcılık", AKP'nin hem dış hem de iç politikadaki ajandasının adı oldu. Bu proje yayılmacı hedeflere kılıf olduğu kadar Cumhuriyet'le hesaplaşmanın da bahanesi haline getirildi.

Tarih yeniden yazılırken bazı semboller geri getirildi, bazı isimler yeniden keşfedildi. Bunlar arasında öne çıkanlardan biri, kimilerince Erdoğan'la özdeşleştirilen II. Abdülhamid'di.

Portresi makam odalarına asıldı, torunları kendini şehzade ilan etti, devlet televizyonu adına dizi çekti. Ama kimse Erzurum Valisi Mustafa Çiftçi'yle aynı şeyi akıl edemedi.

Hatta padişahlar bile! Kralların tahta çıkma günlerini her yıl kutlamak Birleşik Krallık'ta bir gelenek. Osmanlı'daysa padişahların tahta çıkış yıldönümleri nadiren kutlanırdı. Cumhuriyet'le birlikte zaten saltanat kaldırıldı, anma kalmadı. Ta ki geçtiğimiz cuma gününe kadar.

Borç yükünü 'hafifletmedi', devletin kasasını bankerlere teslim etti

Erzurum Valisi Mustafa Çiftçi, 30 Ağustos Zafer Bayramı'na bir gün kala yayımladığı özel mesajla Abdülhamid'in tahta çıkışının 148'inci yıldönümünü kutladı.

Kutlamanın kendisi kadar paylaşılan mesaj da tuhaftı. 

Valiye göre, Abdülhamid "Düyûn-ı Umûmiye idaresini kurarak devletin borç yükünü hafifletmiş, memlekette büyük bir imar ve eğitim seferberliği başlatmış." Ancak tarih kitapları aksini söylüyor. 

Abdülhamid, babasından büyük bir borç yükü almıştı. Bulduğu çözüm Duyun-u Umumiye'ydi. Borçları yöneten bu kurum, Osmanlı maliyesinin idaresini Avrupa ve Galata bankerlerine teslim etti.

Altısı Avrupalı tefecilerin temsilcisi olmak üzere yedi kişilik bir yönetim kuruluna sahip olan bu daire, vergi toplama mekanizmasının başına geçti, Osmanlı'nın gelirlerinin neredeyse üçte birine el koydu. Burada çalışan memurların sayısı 8 bin 900'e ulaştı. Bu haliyle bir paralel devleti andıran kurum 1928’de tarihe gömüldü. Kapanırken dahi arkasında bir büyük borç yükü bıraktı. O borcun son taksiti 1954’te ödenebildi.

Meclis'i yıkanlar kuruluşunu kutluyor

Valinin "şükran" mesajındaki bir diğer argümanı Abdülhamid'in "Osmanlı tarihinde ilk defa Meclis açan ve ilk defa Anayasa ilan eden padişah" olması.

Valinin aktardığı bilgi doğru ama bu defa da eksik. Abdülhamid aynı zamanda Osmanlı tarihinde ilk defa Meclis'i askıya alan ve ilk defa Anayasa'yı ortadan kaldıran padişahtı.

1870'li yıllarda Osmanlı Devleti ekonomik ve siyasi krizlerle sarsılıyordu. Mithat Paşa ve arkadaşları bir saray darbesiyle 1876'da Abdülaziz'i tahttan indirerek yerine V. Murat'ı geçirdi. V. Murat ruh sağlığı bozulduğu için kısa süre sonra tahttan indirildi. Yerine meşrutiyet ilan edeceği sözü veren II. Abdülhamid oturtuldu. Abdülhamid tahta bir saray darbesiyle oturabilmişti.

II. Abdülhamid siyasi bir manevrayla 23 Aralık 1876'da Kanun-i Esasi’yi ilan etti. Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturuldu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclis-i Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamento Meclis-i Umumi (Genel Meclis) olarak adlandırılmıştı.

Jön Türklerin uzun süren mücadeleleri sonucunda ilan edilen Birinci Meşrutiyet, II. Abdülhamid'in 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki yenilgiyi gerekçe göstererek Meclis-i Mebusan'ı fiilen kapattı.

Abdülhamid, bütün suçlarının sorumluluğunu Mithat Paşa’nın ve Meclis'in omuzlarına yükleyip, bu sayede tek adam yönetimi için kapıyı sonuna kadar aralamıştı. O bunlarla uğraşırken batıda sınırları Ege’de biten bir Bulgaristan kurulmuştu. Doğu’da Batum, Kars ve Ardahan Rusların eline geçmişti. İstanbul elden gitmediyse Rusların ilerlemesinden rahatsız olan Avrupalı güçler nedeniyleydi. Fakat onun bütün dikkati içerdeydi. Devrilmekten korkuyor ve bu ihtimali ortadan kaldırmanın yollarını arıyordu.

Abdülaziz’in intiharını gerekçe göstererek Mithat Paşa'yı idama mahkûm ettirip, Taif’e sürdü. Paşa orada sarayın talimatıyla öldürüldü.

Abdülhamid’in kurduğu bu zulüm şebekesi 30 küsur yıl sonra nihayet 1908 yazında sona erdirilebildi. Devrim despotun kapısını çalmış, o korkuyla rafa kaldırdığı Anayasa'nın yeniden ilanına razı olmuştu. 1908’de hürriyet geldi, Anayasa raftan indirilip yürürlüğe konuldu, seçimler yapıldı ve Meclis yeniden işlevsel hale getirildi.

Abdülhamid 10 Şubat 1918'de öldüğünde tahtından edilmiş, güçsüzleşmiş, kenara itilmiş bir padişahtı. Ancak tarihe despotik yönetim sistemiyle, ilericilerin üzerinde kurduğu baskıyla geçen bu padişah 30 yıldan fazla ülkeyi demir yumrukla idare etmişti.

Abdülhamid'in muhalif basında hicvedilmesi oldukça yaygındı. Abdülhamid'in "burun" kompleksi, politikalarının hışmına uğrayan basın için adeta bir fırsattı. Basının elindeki en önemli silahların başında karikatür ve mizah geliyordu.

Bunlar içinde belki de en bilineni Davul dergisinin 14 Mayıs 1325/27 Mayıs 1909 tarihli 24. sayısının kapağında kasap çengeline asılmış devasa burun karikatürüdür.

Karikatürün altında şu açıklama yer alır: 

"İstanbul’un muahharan gaib ettiği en büyük burun

Tafsilat-ı lazime: Milyarderlerden biri bu burnu altı milyon liraya satın almak istemiş ise de maatteessüf elde edememiştir. Bu burun mukaddema Beşiktaş’a doğru uzamış iken bir hadise-i fevkalade neticesi olarak bu kere tebdil-i mekan etmiştir."