Yeni futbol yasası: Kulübünüzü Katarlı patronların almasına hazır mısınız?

Yeni futbol yasasıyla birlikte kulüplerin patronların malı olmasının yasal zemini hazırlanıyor.

İsmail Sarp Aykurt

Yeni spor yasası konusu bir süredir tartışılıyor. Bir kısım, yasanın çıkmasının neden bu kadar geciktiğini sorgularken, geri kalanlar ise yasanın ‘Türk futbolunun çehresini ve makus talihini baştan aşağıya değiştireceğine’ inandığını söylüyor. Ancak konuşulanlardan, yasanın içeriğine dair detaylı bir fikre sahip olunmadığı da anlaşılıyor.

‘Ayrıntısı sır gibi saklanan’ diyerek ifade edilen spor yasasının temel gerekçesinin, dernek statüsü ile şirket statüsü arasındaki sarsıcı değişim olduğu bir süredir konuşuluyordu.

Özellikle MHP Milletvekili Saffet Sancaklı’nın ifadeleriyle spor yasasınında öne çıkan maddeler şöyle görünüyor:

- Kulüp başkanları kendi dönemlerindeki borçlarından sorumlu olacak

- İhaleye fesat karıştıranlar yönetici olamayacak

- Federasyon yönetiminde en az 2 milli sporcu yer alacak

- Türk dünyası olimpiyatları organize edilecek

Futbolun piyasalaşmasında yeni bir evre

Cumhur İttifakı’nın üzerinde titizlikle çalıştığı iddia edilen bu yasa taslağında başka şeyler de bulunuyor. Örneğin spor kulüpleri için ‘mali şeffaflıktan’ ne kastediliyor bilinmiyor. Kulüplerin borçlanmasına bir sınır getirileceği iddiasının temel dayanaklarının neler olduğu konusu henüz bir muamma. TFF’ye bağlı kurulların yeniden düzenlenmesi ile menajerlik için yeni bir düzenleme yapılacağı ifadelerinin futbolun serbest piyasa rejimi ile olan pürüzsüz ilişkisinde çıtayı nereye kadar yükselteceği de merak konusu.

Ancak her şeyden öte, “kulüpler, dernek statüsünden çıkarılıp şirket gibi yönetilecek” ifadesinin başlı başına Türkiye futbol tarihinde bir kırılma yaratıp yaratmayacağını sorgulamak gerekiyor. Çünkü bu durum, futbol kulüplerimizin yerli ve yabancı sermayenin kucağına bırakılmasına yol açabilir. Planlananın bu olduğunu tahmin etmek zor değil.

İngiliz futbol kulübü Newcastle United’ın Suudi patronlara satılması örneği gibi, Beşiktaş, Fenerbahçe ya da Galatasaray’ın örneğin Katarlılara ya da TÜSİAD üyelerine satılmasının yasal dayanağı oluşturulmaya çalışılıyor.

Artık uzakta sayılamaz, çok sevdiğiniz, dernek statüsünde kurulmuş kulübünüz topyekûn bir şirketleşmeye gidiyor olacak ve kulübün tüm mülkiyeti bir Türk ya da yabancı patronun kararına, zevkine, isteğine terk edilmiş olacak.

Bir kurtuluş reçetesi: Satalım gitsin...

Hazin bir son olarak, bu durum kulüplerimizin ‘kurtuluş reçetesi’ olarak sunulacak. Öte yandan bu hâl, patronların ve şirketlerin ‘yumuşak güç’ ve “imaj yaratma” egzersizlerine sahne olacak, sponsorluklar elden geçecek, patronların temas alanı ve sınıfsal iş birliği daha da genişleyecek.

Operasyonun ‘futbolun kurtuluşu’ olarak kılıflandığı, ancak kurtarması beklenenlerin zaten batıranlar oldukları akla getirilirse bir çıkmaz sokağa girdiğimiz anlaşılıyor. Diğer taraftan 2002’den beri futbolu yönetenler ve batıranlar bu yasa ile aklanmış olacak.

Kulüplerin gelirleri artmıyor, sportif başarılar son derece mütevazı kalıyor, finansal tablolar kötü durumda ve plansızlık had safhada... Futbolumuz bir batan gemi, mallar ise yıllanmış kulüplerimiz… Aslında çelişki tam olarak şu, patronların ve piyasacı müdahalenin dozajı arttıkça futbolun kırılganlığı artıyor.

Ancak bilinmeli ki kulüplerimizin bu piyasa ilişkili yasayla yeni bir teste tabi tutulacağı zaman yaklaşıyor. Ayrıca yasa “yeni” ama önemli tarihsel kodları içinde bulunduruyor. Bu durumun iki başlığı olduğunu ifade etmek gerekiyor: Bunlardan biri profesyonelleşme başlığı diğeri ise futbolun serbest pazara açılması, yani özelleştirme...

Kırılmalar nostaljisi: Adalet Kulübü, profesyonellik, özelleştirme

1951’in yaz aylarından itibaren profesyonellik daha çok gündem olmaya başladı. O dönemki zorluk, kulüplerin amatör kuruluşlar olmasıydı. Gecikilmedi ve Türkiye’nin 61 maddeli ilk “Profesyonel Futbol Talimatnamesi” ortaya kondu. Profesyonelliğe tam olarak 1959 yılında geçilecek ve sermaye futbola ilk kapsamlı müdahalesini yapacaktı.

İlginç bir örnek, sermayenin ilk takımı denilebilecek bir futbol takımının yeşil sahaya çıkması oldu. Kadıköy’deki Süreyya Operası ile Maltepe’deki Süreyya Plajı’nın isim babası Süreyya İlmen’in sahibi olduğu Adalet Mensucat Fabrikaları tarafından kurulan Adalet Kulübü, profesyonelleşme ile transfer atağı yapacak, 1980’lere gelindiğinde ise kulüp tarihe karışacaktı.

Bu, futbolumuzdaki ilk kırılma oldu.

Eklemeden devam etmeyelim, futbolumuzda 1959 öncesi dönem dediğimiz evrede başka öykü ve örnekler de vardı. Gönüllü spor birliktelikleri dönemi, devletin sporu denetimi, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ya da İstanbul Futbol Kulüpleri Ligi, 1938-1980 arasında tekabül eden BTGM’li (Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü) dönem vb. gibi futbol ve spor açısından incelenmesi gereken özel momentler bulunuyordu.

İkinci kırılma, 12 Eylül Darbesi ve sonrasına denk geldi. Liberalleşme rüzgârları fırtınaya dönmüş, sağ siyasetin teşviki ile Türk futbolu küresel neo-liberalizme eklemlenmek için adım atmış ve serbestleşme, özel girişimcilik gibi kavramlar futbola sirayet etmişti. Yeni bir “futbolda burjuvalaşma periyodu” açılıyordu.

Arada kırılma denmese de önemli momentler de vardı. Ancak son kırılma, 2002 ve sonrasına denk geldi, bu zamana kadar da sürdürüldü. Bu kez yapılacaklar listesinde profesyonel futbol kulüplerinin kesintisiz talanı, işgali ve ilhakı vardı.

Dernek statüsünden ‘futbol şirketokrasisine’

Ülkemizde bunca zamandır dernek statüsü ile yönetilen kulüpler bulunuyor. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de spor kulüpleri dernek statüsünde kurulmuş olup vergilerden muaf tutuldukları biliniyor.

Birçok kulübün çok düşük oranlarda şirketlerle ortaklık kuruyor. Spor faaliyetleri bu şirketler üzerinde gözükerek devam ediyor. Dolayısıyla kulüpler ticari işletme gibi gelir sağlarken, dernekler statüsünden faydalanarak birçok vergiden muaf kalıyorlar.

Türkiye’de spor kulüpleri dernek ve şirket olmak üzere iki farklı şekilde kurulabiliyor. Dernekler kâr amacı güdemedikleri için yalnızca sportif etkinlikler gerçekleştirebilirken, vergi avantajlarından faydalanabiliyorlar.

Ticari şirket modelinde ise sportif faaliyetlerin yanı sıra birtakım ticari faaliyetler üzerinde hak sahibi olunabiliyor. Burada bütçelerin yönetilmesi ve endüstriyelleşen futbol içerisinde pay kapma fikri öne çıkıyor.

Bu durumun birçok yolu da mevcut. “Halka arz, borsa, anonim şirket (A.Ş.)” gibi modeller ülkemizde de rağbet görüyor. Spor yasası ile gündeme gelecek olan şirketleşme ise daha kapsamlı bir ‘özelleştirme hamlesini’ işaret ediyor.

Burada, kulüp mülkiyetinin patrona tahsisi, kulüp varlıklarının talanı ve kulübün emekçilerden tamamen koparılması söz konusu...

Gerek futbol piyasasına tam uyum gerekse de gelir ve finansman sorunlarının çözümü için kulüplere artık ‘futbol şirketokrasisi’ içerisine çekilmeleri tavsiye ediliyor. Spor yasasının özü de tam buraya oturuyor. Mevcut dernekler kanununun artık talepleri karşılamadığı iddiasıyla kulüplere, yerli ve yabancı yatırımlara daha cazip hâle gelmenin, markalaşmanın, yeni gelir kaynakları yaratabilmenin, ilave ‘ticari avantajlar kazanmanın’, yatırım ortaklıklarının, yeni satın almaların ve son tahlilde “sportif başarı elde etmenin” yolunun bu olduğu söyleniyor.

Suçlu, “yanlış ve çarpık şirketleşme” deniyor, “doğru olan” model tarif ediliyor.

Batıranlar ile kurtaranlar aynı kişiler

Futbolun dernek statüsünün ortadan kaldırılıp, bir şirket fikrine hapsedilmesi spordaki kapitalistleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Buna bir ‘son halka’ da demek olanaklı.

Türkiye'de kulüplerin birçoğu dernek kanununa göre yönetilse de halka arz olan kulüplerin futbol bölümleri çoktandır ticari bir işletmeye dönüşmüş durumda.

Öte yandan, daha önce ekonomik gidişattan dolayı buna mecbur kalınabileceği açıklaması yapan futbol yöneticilerinin de olduğu biliniyor. Spor yasası ile bunun futbolda elde kalan “tek tarife” olarak öne çıkarılması şaşırtıcı olmayacak.

Şaşırtıcı olmayacak olan son bir şey ise kendi kendini batıran bir sistemin, o sistemi bizzat yürütenler ve temsil edenler tarafından kurtarılabileceği ilüzyonunun hâla alıcı buluyor oluşudur.

Kurtaracak olanlar da batıranlar gibi patron olsa da...