Yağmur, buhar ve hız

Manzaranın figür resimlerinde arka plan olarak kalması ya da dini konuların anlatımında araç olarak kullanılmasının dışına çıkılarak başlı başına resmin ana konusu olmasında Turner’ın etkisi büyüktür.

Fide Lale Durak

J.M.W. Turner, 1844, “Yağmur, Buhar ve Hız; Büyük Batı Demiryolu”, Londra Ulusal Müzesi

Londra’nın birbirine karışan yağmuru ve sisi, Turner’ın zengin gri paleti ve telaşlı fırçasıyla soyut resimlere dönüşür. Turner, resimlerinde kendi tanrısı olarak gördüğü güneşi ve onun ışığının etkisiyle oluşan renkleri kovalar.  Resimleri romantik dönemin duygusal coşkunluğunu yansıtır ama fırça hareketleri ve renk kullanımı empresyonisttir. Turner’ın bu iki dönem arasında geçiş oluşturan tekniği, Monet gibi empresyonist ressamlar tarafından da incelenmiş ve kendinden sonraki dönemin kaynaklarından olmuştur. Turner, kendi dönemi için avangard, resim tarihinde ise çağını aşan bir ustadır.

Turner, 1775 yılında Londra’da doğar. Covent Garden’da bir berber dükkânı olan babası oğlunun yeteneğini her zaman destekler. Turner’ın çocukken yaptığı resimlerini dükkanında sergiler ve hatta daha o yaşlarda yaptığı resimlerin çoğu satılır. Turner, resim sanatının dahi çocuklarındandır. Henüz 14 yaşındayken Kraliyet Akademisi Sanat Okuluna ve hemen bir yıl sonra da Kraliyet Akademi’sine kabul edilir. Akademideki üçüncü yılında manzara resimleri ile Kraliyet ödülünü (Royal Society of Arts) alır. 21 yaşında yağlıboya resimleri Kraliyet Akademisinde sergilenir ve 26 yaşına geldiğinde Akademiye tam üye olarak seçilen ikinci en genç sanatçı olur. 1807-1837 yılları arasında Akademide perspektif derslerini verir.  

Turner’ın resim hayatındaki başarıların aksine aslında çocukluğu zor geçer. Turner on yaşındayken annesi Bethlem Akıl hastanesine yatırılır ve o tarihten itibaren annesi ile olan iletişimi kesilir. Annesinin durumu ve henüz beş yaşındayken ölen kız kardeşi, Turner’ın psikolojisinde kalıcı izler bırakır. Turner her zaman biraz agresif ve uyumsuz olacaktır. Bu nevi şahsına münhasır hali resim yapma yöntemi için de geçerlidir. Son dönemlerinde sergilere resimlerini bitmemiş halde gönderir ve onları, sergide asılı haldeyken tamamlar. Turner’ın, fırtınayı daha yakından anlayabilmek için kendisini bir geminin direğine bağlatarak dört saat boyunca açık denizde kaldığı ve “Kar Fırtınası” resmini bu deneyim sonrası yaptığı söylenir. Yaşamının son 25 yılına odaklanan, bu ayrıntılara da yer veren, Mike Leigh’in yönetmenliğini yaptığı “Turner” filmi ressamı daha yakından tanımak için izlenebilir.

Turner’ın ışık ve gölge yakalama deneylerinin en olgun resimlerinden biri “Yağmur, Buhar ve Hız; Büyük Batı Demiryolu”dur. Resim kendi çağdaşlarını şaşırtsa da sonraki yıllarda kariyerinin önemli işlerinden biri olarak kabul edilir. Resmin yapıldığı 1844 yılında ve genel olarak o dönemde, sanayileşme gündelik hayatın dokusunu değiştirmekte, İngiltere demir ağlarla örülmekte, işçi sınıfı burjuvazi karşısında hak mücadelesini yükseltmektedir. Turner, resmin merkezinde seyirciye doğru hızla gelmekte olan bir tren yapar. Resmin geri kalanı, tıpkı adında geçtiği gibi, yağmurun ve trenden çıkan buharın birbirine geçtiği sisli bir atmosferdir. Her şey bu sisin içinde silikleşir ve sadece birkaç koyu renk ile oluşturulmuş izlenimi yaratan tren ve trenin bacası belirgin şeyler olarak kalır. Turner’ın resimdeki bu yaklaşımı elbette bilinçlidir; gördüklerini olduğu gibi değil, kendisinde bıraktığı izlenimlerle birlikte ifade edebilme amacındadır. Kullandığı dışavurumcu ve hızlı fırça hareketleri, koyu ve açık renk kullanımı, boyanın tuval üzerinde kalın kullanımı ile oluşan plastik biçimsel estetiğini oluşturur. 

Resmin sağ tarafında, çiftçi ve hayvanları

Turner’ın estetiği “yüce” estetik olarak adlandırılır. Her ne kadar bu estetik anlayışı, doğaya tanrısallık atfeden bir yan barındırsa da; “Yağmur, Buhar ve Hız; Büyük Batı Demiryolu”, onun aynı zamanda modernizme olan olumlu bakışını gösterir. Resme dikkatli bakıldığında; sağ tarafta belli belirsiz bir çiftçi ve hayvanları, sol tarafta sandalda yolculuk eden biri ve hemen arkasında trene el sallayan insanlar görünür. Trenin önünde rayların üstünde koşan bir de yaban tavşanı vardır. Yaban tavşanı ile trenin hızı arasında kurulan ilişki, modernizmin doğal yaşamı tehdit etmesi olarak değil insanlığın ilerlemesi bağlamında, belki de bir iyimserlikle kullanılır. Çünkü resmin genel atmosferinden seyirciye eleştirel bir anlatı geçmez; manzara kimileri için kasvetli bile olabilir ama insanlar gündelik yaşamlarının olağanlığında ve hatta trene el sallayacak kadar yeniliklerle barışıktırlar. Bu açıdan resim, modernizme övgü sayılabilir. 

Resimde görünen köprüler, Thames Nehri üzerindeki Maidenhead köprüleridir. Aynı isimli bu iki köprüden trenin geçtiği yeni yapılan, soldaki ise eski kara yolu köprüsüdür. Aslında bu iki köprü nehrin üzerinde birbirlerine paralel uzanırlar ancak Turner, sanatsal bir amaçla, eski olan kara köprüsünü sola çapraz bir şekilde yerleştirir. Böylece perspektifi daha iyi oluşturur ve trenin üzerimize doğru büyüyerek gelen etkisini artırır. 

Resmin sol tarafında, trene el sallayanlar

Trenin önünde, raylarda koşan yaban tavşanı

Manzaranın, figür resimlerinde arka plan olarak kalması ya da dini konuların anlatımında araç olarak kullanılmasının dışına çıkılarak, başlı başına resmin ana konusu olmasında Turner’ın etkisi büyüktür. Hatta, manzara resimlerinin statüsünün yükselttiği bile söylenebilir. Turner’ın sıra dışı ruh halini resimlerinde görmemek imkansız ama daha önemlisi kalıbına sığmayan bir sanatçının cesaretli arayışının ulaşabileceği üretkenliğin ve derinliğin ilhamını hissetmek.