'Uzak Değil'den 'Yanımda Kal'a Eylem Ata Güleç öyküleri

"Kurmacada ve gerçek hayatta saldırıya rıza gösterenlerin, mağduriyetin gölgesine sığınanların değil önünde sonunda saldırıya karşı koyup, kendilerini itirazlarıyla tanımlayanların hikâyesi devam ediyor."

Erkan Yıldız

Uzunca bir süredir birbirini tekrar edip duran metinler okuyoruz. Benzer mekânlar ve karakterler hemen her eserde karşımıza çıkıyor.

Son dönem sinema filmlerinde de benzer bir durum var; köy, kasaba, plaza üçgeninde, insanın giderek azaldığı hikâyelerle başbaşayız. Öncesiz ve sonrasız hikâyeler. Nerede, nasıl, hangi ilişkiler sonucu oluştular belli değil.

Bu belirsizliğin içinde insan, umut, değiştirme iradesi, mücadele (mücadele dediğim çoğunluk olan insanların yaşama tutunma çabası) yok denecek kadar az anlatılırken, kötülük, yenilgi, mağduriyet, teslimiyetin kaçınılmazlığı hemen her yerde kendisini gösteriyor.

Yalnızlığını meziyete dönüştürmeye çalışan bir yazar kuşağının sesi bu eserler. Bu kuşak kendi gerçekliğinden, yaşadığı kentlerden, o kentlerde çoğunluk olan insanlardan kaçmanın ama aynı zamanda yazar olarak kabul görmenin bir yolu olarak bu içeriği keşfetmiş görünüyor.

Yeni nesil edebiyatımızın belki de en zayıf noktası bu içerik(sizlik). Biçimsel olarak kusursuzluğu arayan, anlattıklarıyla gerçekliğe karşı körleşmenin temsiline dönüşen eserler… Görüntü net ama ekranda kusursuz bir beyazlıktan başka hiçbir şey görünmüyor.

Elbette bunun istisnaları, bu döngünün dışına çıkan yazarlarımız var.

1980, Diyarbakır doğumlu Eylem Ata Güleç onlardan birisi. Güleç’in ilk öykü kitabı “Boşlukta Büyüyen” 2016, ikinci öykü kitabı “Uzak Değil” 2021 ve son kitabı “Yanımda Kal” 2024 yılında yayımlandı.

Yüzünü yaşadığı kente, kendisini inşa eden topluma, toplumsal ilişkilere, insanlara dönen bir yazarın öykülerini okuyoruz. Neden-sonuç ilişkisini görmezden gelmeyen, yaşayan, zamanıyla, gerçekliğiyle bağı olan bu edebi metinler biz okurlara başka türlü bir edebiyat olasılığını hatırlatıyor.

Üstelik yazar, bunu görüntüde tek bir karıncalanmaya izin vermeden yapıyor. Evet, görüntü çok net ve içeride hayatımız var.

Güleç’in ikinci öykü kitabı “Uzak Değil”i okurken aldığım bir notu sizinle paylaşmak isterim.

“Orada, Kürtlerin yaşadığı hiçbir sorun, taşıdıkları hiçbir dert burada, batıda yaşayan bizlere uzak değil. Aynı yoksulluğu yaşayıp aynı yoksunluğu paylaşıyoruz. Aynı zenginler, aynı yobazlar, aynı kötüler kılıçlarını başımızın üstünde sallayıp duruyor. İşte aramızdaki bu yakınlığı bir ayna gibi yüzümüze tutuyor Güleç. Bunu incelikle, bizi incitmeden, aynayı gözümüze sokmadan yapıyor üstelik. Güleç'in dili ve öyküleri anadilinde konuşamamanın ne demek olduğunu anlayabilmemiz, birlikte yaşamanın kaçınılmazlığını hissedebilmemiz için bir kapı aralıyor. Bu kapıdan ortak dilimiz Türkçe ile geçmesi de ayrı bir zenginlik ve hepimiz için büyük bir olanak.”

Okurken heyecanlanmışım belli.

Yaşadığını, gördüğünü yazmak, daha doğrusu bunların yazdıklarına geçmesi, sızması ilk akla gelecek olan ve yazarın işini oldukça kolaylaştıran şeyler. Elbette bu bir ustalık aynı zamanda. “Uzak Değil”de kendisini gösteren bu ustalığın heyecanıyla “Yanımda Kal”ı okumaya başlıyorum.

2024 yılında yayımlanan “Yanımda Kal” yazarın üçüncü öykü kitabı. Kitapta yer alan 9 öykü birbirinin içinde genişleyip bir evren yaratırken kendi sınırlarını da korumayı biliyor. Güleç öykülerdeki her bir karakterin birbiriyle ilintili, birbirinden bağımsız hikâyelerini anlatarak sizi o evrene dahil ediyor.

Karaktere yakından bakmak…

“Uzak Değil”den farklı olarak “Yanımda Kal"ın karakterleriyle aramızdaki mesafenin kısalmış olduğunu görüyoruz. Güleç'in elinde sanki bir büyüteç var. Ve biz okurlar o büyüteçle karakterleri daha yakından görüyor, mercek altına alarak inceliyor, adeta onların içlerine bakıyoruz. Sanırım bu etkiyi öykülerin merkezine yerleşen travma anlatısı yaratıyor. Her bir karakterin evreni, yaşadığı ya da yaşamak zorunda kaldığı olaylar, durumların yarattığı travmalar üzerinden şekilleniyor.

Kitabın ilk öyküsü “Ahiret Ana”da istenmeyen bir çocuk olarak dünyaya gelen “Ayten”in “Ahiret Ana"ya dönüşmesinin hikâyesini okuyoruz.

“... seni bir ayleye verecekler bahçeli güzel bir evmiş hem bahçede tulumpa varmış ben okulu bırakıp çalışacağım sonra seni gelip oradan alacağım” s.15

Karanlık bir tünelle geçilen evinde kararlılıkla ağabeyinin gelmesini beklerken istenmeyen başka çocuklarda kendi taşıdığı gibi yaralar açılmasın diye kendince bir çaba içinde “Ayten”.

“Ahiret Ana” ilk öykü olmanın ötesinde diğer öyküleri de koynunda taşıyan, onlara bir anlamda yataklık eden öykü olarak da önem kazanıyor. 

Ve “Yanımda Kal” ın tüm kadın ve erkek karakterleri her gün hatırladıkları, izlerini bir türlü silemedikleri benzer yaralar taşıyorlar ruhlarında. Ruhiye’nin ojeli tırnaklarında; geçmişinden kurtulamayan Ferhat’ın “Bütün bahçeli evleri yıktım, yeniden yaptım. Bahçesinde tulumba olan o ev hangisiydi?” (s.35) diyerek çıldırmanın eşiğine gelmiş sesinde; duvar diplerinden, gölgelere sığınarak yürümeyi alışkanlık edinmek zorunda kalmış Yılmaz’ın 
“Adımın Yezras Yılmaz olduğunu bildiğiniz halde neden sadece Yılmaz deyip duruyorsunuz?” (s.60) isyanıyla duvar dibinden çıkışında bu travmaların açtığı yaraların izlerini görüyoruz.

Kitaptaki her karaktere, bize gösterilen her yaraya yakından bakıyoruz. Bir nesneye, kişiye yakından baktığınızda etrafı bir tür blurlaşmaya uğrar, görüşünüz daralır. Güleç'in öykülerinde bu böyle olmuyor. Güleç herkese ve her yaraya hem yakından bakıp hem de etrafıyla birlikte görmemizi sağlıyor. Bana göre bunun iki nedeni var…

Birincisi, yazarın dili travmaların yarattığı mağduriyeti değil karakterlerin bu travmalarla öyle ya da böyle mücadele etmesini öne çıkarıyor.

Oysa ilki yani mağduriyet dili daha kolay, popüler ve sonuç alıcı. Ülkenin siyasetçisi, patronu, esnafı gibi sanat erbabı da mağdur hikâyesi anlatmayı seviyor. Bu dili 12 Eylül’ün bakiyelerinden birisi olarak kabul etmek yanlış değil ancak tek başına yeterli de değil. Başlangıçta, kaybedenlerin kaybetme gerekçelerini görünmez kılıp, hiç olmazsa elindekinin bir kısmını koruma umuduyla boyun eğmesinin, bir tür uzlaşmanın, evet en çok da uzlaşmanın cisimleşmiş hali olan bu mağduriyet anlatısının AKP'li yıllarda nasıl bir iktidar diline dönüştüğünü ve çürütücü etkisini yaşayarak görüyoruz. Edebiyatta da yarattığı bir karşılık oldu bu durumun. Başlangıçta umutsuz, gadre uğramış, var olma sancıları içinde kıvranan, sinik, yenik, sadece kendisiyle meşgul, mağdur karakterlerin hiçbir şekilde umut beslemedikleri bu hayatta döne evrile “ama bir şekilde itiraz eden” tiplere dönüşerek varlıklarını koruduğunu görüyoruz. Tam bir zavallılık.

“Yanımda Kal"ın tüm karakterleri ise saldırıya karşı zamana yayılan ve farklı biçimlerde kendisini gösteren bir direnç ortaya koyuyor. Çizilen sınırlara bir itiraz, kendi içine dönmeye karşı dışarısı ile ilişki kurma isteği, özneleşme çabası var bu dirençte. Sonuçta Güleç'in bu tercihi okurun görüş alanını genişletirken karakterlerini darbe bakiyesi bir bakışın parçası olmaktan kurtarıyor.

İkinci unsur ise yazarın mekânı kullanma biçimi. Mekân, hikâyeleştirilen travmaları karakterlerin kişisel meseleleri olmaktan kurtarırken bizi bu travmalara neden olan davranışların nesnelliğine, toplumsal, politik köklerine ulaştıran bir köprü vazifesi görüyor. Öykülerde öne çıkan en önemli mekân “ev”. Beklemenin, sabır göstermenin, saklanmanın, zenginliğin, yoksulluğun, güvende hissetmenin, tutsaklığın, çocukluğun, oyuna ve yeni bir hayata başlamanın mekânı olan ev aynı zamanda inşa ettiğimiz kimliğin de yansıması. “Ahiret Ana”nın karanlık bir tünelden yeraltındaki evine açılan yol, bizi başka evlerin kapılarına, sokaklara, öğrenci yurtlarına, beyaz badanalı evlerle dolu mahallelere taşıyor. Bu mekânsal izlek coğrafyanın insan eliyle çizilmiş sınırlarını belirsizleştirirken öykülerin kendi içindeki sınırlarını ve okurun zihninde oluşan fotoğrafı netleştiriyor.

Yeni nesil edebiyatımız genelde iyi sayılabilecek, umut vaat eden ilk kitaplar mezarlığı gibi. İlk kitabın sonrasında tökezleyen, ikinci kitabıyla ilk kitabın gerisinde kalan pek çok yazarımız var. Eylem Ata Güleç istikrarlı bir şekilde iyi yazıyor ve “Uzak Değil"de kendisini gösteren ustalığını “Yanımda Kal”da tekrar ediyor.

Kurmacada ve gerçek hayatta saldırıya rıza gösterenlerin, mağduriyetin gölgesine sığınanların değil önünde sonunda saldırıya karşı koyup, kendilerini itirazlarıyla tanımlayanların hikâyesi devam ediyor.

Umalım ki Eylem Ata Güleç de yazacağı öykülerde bu insanların izini sürmeye devam etsin.