U-T-A-N-M-A-Z!

Yıldıray Oğur ve benzerleri, onların 'tutunacak dal' aradığı bu düzen, hepsi çöküntüdür.  İnsanlık defalarca kez bu çöküntünün üstüne basarak yükseldi. Yine yükselecek.

Tevfik Güleryüz

Utanma duygusunu yitiren insana, başka sıfatlarla da seslenmek mümkün ama genelde “utanmaz” diyoruz. Bunların sayısı hızla artıyor ya da sosyal medya olanaklarıyla birlikte daha fazla görünür oldukları için sayıca arttıklarını düşünüyoruz. 

“Utanmaz!” diye ünlediğimizde sadece tanımlamıyor, bu sıfatla kişinin kendisini kınadığımızı, azarladığımızı da ifade etmiş oluyoruz ama ne gam. 

Yalan söylemenin, riyakarlığın, sözünden dönmenin, yaranmacılığın sıradanlaştığı bir dönem bu dönem. Sen daha “ne utanmaz insan ya bu” diye düşünürken karşıdaki “yağmur mu yağıyor?” diyerek yoluna devam ediyor. 

Herhangi bir düzeyde kötü/yanlış davranışının sorumluluğunu taşımayan bir insan yığını ile başbaşayız ve her an mücadele içerisindeyiz. 

Sizlerin de, sıfatını gördüğünüzde, sesini duyduğunuz ya da adını işittiğinizde her şeyden önce “ne utanmaz insan ya bu” dediğiniz (aynı anlama gelen sıfatlar da kabulümüz) insanlar kuşkusuz vardır. 

Bu kişilerin genelde kamuya mal olmuş şahsiyetler içinden çıkması tesadüf olmasa gerek. Bu şahsiyetler sadece utanmazlıkla kalmaz adeta utanmazlığı yayma cemiyeti olarak çalışırlar. 

İşte bu yazıda o cemiyetin en çalışkan üyelerinden birisi olan Yıldıray Oğur’a değinmek istedim.

Yıldıray Oğur (elbette sıfatıyla birlikte) bizim dünyamıza, operasyon aparatı, AKP ve Cemaat yardakçısı Taraf Gazetesi’ndeki yazılarıyla girdi.

 AKP ve Cemaat ortaklığının cumhuriyete dönük saldırganlığını AKP’lilerin bile savunmakta zorlandığı bir cevvalikle savunan, savunmak ne kelime yetmez ama saldıran yazarların başında geliyordu. Burada bir parantez açıp Yasemin Çongar ve Ahmet Altan başta olmak üzere tüm Taraf yazarlarını (sıfatlarını unutmadan) andığımı belirtmek isterim. 

Oğur bir tur daha dönmeye çağırıyor…

AKP-Cemaat ortaklığı bittiğinde Yıldıray Oğur, kendisi gibi başkalarıyla birlikte “muhalif” saflara geçmiş oldu. Zaten muhaliflik, AKP'nin kendine muhalifliği de dahil olmak üzere, siyasiler başta insanların sağdan sola, yukarıdan aşağıya ceylan gibi seke seke bir taraftan diğer tarafa geçtiği bir şeye dönüştü. Dün AKP’den AKP’li bugün AKP’nin muhalifi.

Bir öyle bir böyle. 

İnsan bir Yıldıray Oğur’a bir de bu hızlı dönüşe bakınca “vay utanmaz” demeden duramıyor. Bunların siyasetçi olanına, ki pek çokturlar, Zübük dendiğini bilmeyeniniz yoktur sanıyorum.

Karar Gazetesi’nin muhalifi Yıldıray Oğur kararında bir muhalif. Duracağı ve döneceği yeri iyi biliyor. Sanırım konuşmayı öğrenmeden evvel bunu öğreniyorlar. Fakat Oğur’un son yazısında geç kalmışların, aradaki mesafeyi kapatma çabasında olanların telaşını görüyorum. Ne diyecekse hemen yazının başlığında deme çabasından çıkarıyorum bunu. Başlık şu: “Yeni Kabineden Umutlanmak Neden Ayıp Değildir?” 

Ben başlığı “Ben Ne Kadar Utanmazım?” diye okuyorum. 

Başkan Kennedy ve diğerleri…

Yazı, Küba halkı karşısında yenilen, rezil olan Kennedy’nin bir sözü ile başlıyor: “Zaferin yüzlerce babası vardır, yenilgi ise öksüzdür” Peh.

Şehir hatları vapurunda, uyduruk traş bıçağını satmak için Başkan Kennedy diye başlayıp Taçsız Kral Pele diye devam eden Şener Şen tiplemesi geliyor aklıma. Yalan ne kadar büyükse referans noktaları da o derece absürd oluyor. Uzun uzun, alıntılar yapa yapa anlatıyor Yıldıray Oğur.

Epey bir süre sonra geliyor ilk tespit: “O yüzden en iyisi bir yerinden zafer konvoylarını yakalamaktır ya da tarihi en güzel yerlerinden yeniden yazarak haklılığına tutunmaktır.” 

Bu halkın kolay kolay yenilgi kabul etmeyeceğini biliyor Yıldıray Bey.

20 yıllık AKP iktidarında, kendisi dahil pek çok kalemşöre, yobaza, polis, yargı, ekonomi, iktdar şiddetine rağmen, kaybedilen onca seçime rağmen yenilgiyi kabul etmeyen bir halk olduğunu ve bunun ülke nüfusunun en az % 50 sini barındırdığını biliyor. 

Bunu bilmesine rağmen, kendi küçük aklıyla kibarca halkı yenilgiyi kabullenmeye davet ediyor. “Yeni kabineden umutlanmak neden ayıp değildir?” sorusunun anlamı tam da burada yatıyor. Utanmıyor. İktidar konvoyuna katılmanın erdemine işaret ediyor. İktidar konvoyunda çocuk istismarcılarının, şeriat özlemcilerinin, kadın düşmanlarının, halk düşmanlarının olduğunu biliyor. Yıldıray Oğur, iktidar konvoyunda, “muhaliflere” ayrılmış kompartımandan aklınca halka nanik yapıyor.

Yol yaparken yola geliyor. Halkı yola getirmeye çalışanların safında çalışmaya devam ediyor.

Tutunacak dallar, yapılacak yeni yollar

Halbuki insanlar önümüzdeki kaçınılmaz beş yıl için kendilerine tutunacak dallar arıyor, siyah beyaz kuvvetlerin savaşı gibi geçen bir seçimden sonra yenilenler, birazcık kazanmak ya da kazanacaklarına inanmak istiyor.” 

“Tutunacak dallar”dan “birazcık kazanmak”tan söz ediyor. Ardından Soylu’yu anlatıp yeni içişleri bakanını övüyor. Ekonominin yönetiminden dertlenip Mehmet Şimşek’in “başarı hikâyesi”nden dem vuruyor. O başarının deprem vergilerinin üzerine çökmek olduğunu, o vergilerin üzerine çöküldüğünde evlerin insanlara mezar olduğunu yazmıyor. İnsanların cenazelerinin bulunamadığı, yaşayanların su, yemek, elektrik, barınma sıkıntısı çekmeye devam ettiği büyük depremin ardından toplanan 115 milyar tl yardımın akıbeti ile Mehmet Şimşek’in gelişi arasındaki çöküşü değil ölümle sıtma arasındaki umudu anlatıyor bize. Araya Suriye Savaşı sırasında Türkiye'nin bu ülkeye girmesi için bahane arayan komutanlara “attırırız üç beş füze olur biter” diyen Hakan Fidan “duruşu” sıkıştırmayı ihmal etmiyor. Yazıda utanmazlık bitmiyor.

Bu kadar yeter.

Çok utanmazlık var söz konusu yazıda. Dileyen okur yazıyı açıp kalanları da okuyabilir. Ben açıkçası istiap haddini doldurdum. 

Sadece şunu eklemek ve hem kendimi hem siz değerli okurları bu utanmazlıkla daha fazla meşgul etmemek için yazıyı sonlandırmak istiyorum.

Yıldıray Oğur ve benzerleri, onların “tutunacak dal” aradığı bu düzen, hepsi çöküntüdür.  İnsanlık defalarca kez bu çöküntünün üstüne basarak yükseldi. 

Yine yükselecek.

Halkın “birazcık” değil her şeyi kazandığı düzenler kuruldu. 

Yine kurulacak.