2022 kapanırken yayımlanan Twitter belgeleri, ABD hükümetinin kolluk kuvvetleri ve istihbarat teşkilatları ile sosyal medya şirketleri arasında var olan dirsek temasını ağır bir şekilde ortaya koydu. Yayımlanan belgeler, ABD istihbarat kuruluşlarının yanı sıra, ABD Savunma Bakanlığı, şirket yöneticileri ve diğer kurumlar arasındaki e-postaları da içeriyordu.
Öte yandan medyada belgelerin içeriğinden ziyade, belgeleri basına servis eden Elon Musk üzerinde daha fazla duruldu. Musk bir “ifade özgürlüğü kahramanı” ilan edilirken kendisi de bu imajdan oldukça faydalandı.
Musk’ın belgeleri yayımlaması ne anlama geliyor?
Musk her ne kadar ifade özgürlüğü üzerinden bir halkla ilişkiler kampanyası başlatmış olsa da Twitter Dosyaları dışında yaptığı çalışmalar bunun karşıtı bir yol izlediğini gösteriyor. Şirketi kontrolü altına alır almaz ilk iş olarak Jordan Peterson gibi aşırı sağcı figürlerin hesaplarını geri açarak “ifade özgürlüğünün dönüşünü” ilan eden Musk, aynı zaman dilimi içerisinde kendisine veya şirketlerine en küçük eleştiri getiren Twitter kullanıcılarının hesaplarını kapattı.
Musk’ın şirketin başına geçmesi aynı zamanda platform üzerinde yapılan kadın düşmanı ve ırkçı söylemler içeren paylaşımların serbest bırakılmasını getirdi. Bunu takiben Twitter üzerinden yapılan ırkçı paylaşımlar rekor kırarken, bu BM’nin gündemine de gelmişti.
Öte yandan Musk her ne kadar “eski Twitter yönetimini ifşa etmiş” konumda olsa bile, kendisinin ABD kurumları ile “iş birliğine” yanaşmaması pek olası değil. Musk’a ait SpaceX hali hazırda Pentagon, NASA ve USAID’den milyarlarca dolarlık ihaleler almaya devam ediyor.
Burada Musk’ın bir kişisel hürriyet sevdasından ziyade, sistem içi bir çatışmadan bahsedilebilir. Bu çatışma sırasında da bazı karanlık ilişkiler daha ağır şekilde ortaya çıkmış oldu.
Elon Musk’tan önce ne biliniyordu?
Söz konusu belgelerin yayınlanmasıyla, ABD istihbarat kurumları ile sosyal medya tekelleri arasındaki yakın ilişki ilk defa ortaya konulmuş olmadı. Söz konusu “işbirliği” sadece sosyal medya platformlarıyla değil, bütün büyük çevrimiçi platformlarda mevcut durumda. İnsanların neredeyse her türlü çevrimiçi kişisel verilerinin gizliliğinin ABD resmî kurumları tarafından ihlal edilmesinin yasama boyutundaki arka planı 2007 yılında dönemin ABD Başkanı George Bush’un çıkarttığı “Amerika’yı Koruma Yasası”na dayanıyor.
Bush döneminde parlatılan “PRISM” programı, Google, Microsoft, Twitter, Facebook, Apple gibi ABD menşeli firmaların, çevrimiçi iletişimleri ve kişilerin hesap bilgilerini neredeyse sınırsız bir şekilde ABD istihbaratı NSA’nın erişimine açmasını sağlıyor. Üstelik bu sadece ABD vatandaşlarının verilerini kapsamamakla birlikte dünyanın bant trafiğinin büyük kısmının ABD üzerinden geçmesi nedeniyle dünyanın geri kalanının verilerinin de NSA’ya teslim edilmesi anlamına geliyor. Bu kitlesel gözetleme “işbirliği”nin hacmi, eski NSA çalışanı Edward Snowden tarafından gündeme getirilene kadar bilinmiyordu.
Söz konusu program sadece gözetleme ve fişleme değil, aynı zamanda doğrudan sansür aygıtı olarak da işlev görüyor. Bu kapsamda kurulan ekipleri, genellikle Rusya ve İran gibi ABD’nin hedefindeki ülkelerden haber kuruluşlarının yanı sıra ABD ile yandaşlarının işlediği suçlarını ifşa eden bireysel hesapların ve bağımsız haber kanallarının “dezenformasyon” olarak etiketlenmesini ve sınırlandırılmasını, hatta tamamen kapatılmasını sağlıyor.
Bu kapsamda Twitter gibi platformlar üzerinde bu yasanın uygulanması da özel şirketlere bırakılmış durumda. Dataminr ve ZeroFox gibi şirketler tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında çevrimiçi platformlar, paylaşımların kişilere ulaşmasını azaltma veya engelleme, harici linklere aktarımı yavaşlatma ya da tamamen imkânsız hale getirme uygulamalarını gerçekleştiriyor. Bu tekil olarak basın organlarını ve kişileri hedef alan çalışmalar halinde gerçekleşirken, bazı politik gündemlerde bu sansür ve yönlendirme politikalarının daha koordineli çalıştığı örnekler yaşanabiliyor.
Buna dair kamuoyunda en son gündeme gelen kitlesel vaka, ABD’de 2020’de George Floyd’un katledilmesini takiben başlayan ırkçılık karşıtı eylemler sırasında gerçekleşmişti. Bu süreçte Dataminr, kolluk kuvvetleri tarafından, protestoları izlemek için kullanıldı. Bu izleme çalışmalarıyla birlikte yürütülen “yangın hortumu” adıyla anılan uygulama, bir Tweet yazarının gönder düğmesine basar basmaz herkese açık her tweet'i taramasına izin veren bir yapay zekadan faydalanıyor. Bu sayede sansür ve takip için her şeyi kontrol edecek memurlara da ihtiyaç kalmazken, Dataminr topladığı her şeyi hükümetlere ya da diğer şirketlere satabiliyor.
2020'de Dataminr ve polis arasındaki işbirliği ifşa edildikten sonra şirket, devlet kurumlarından ihale almayı bıraktı. Bu ABD hükümetini benzer bir şirket olan ZeroFox’a geçmeye sevk etti. Öte yandan Dataminr hakkında dikkat çeken nokta, yatırımcıları arasında hem Twitter'ın hem de CIA'nın yatırım kolu olan In-Q-Tel'in yer alması.
Twitter ifşaatları nerede duruyor?
Twitter Dosyaları’nın yayınlanması ise ABD resmî kurumları ile şirket arasındaki organik bağı bir kere daha teyit etmiş oldu.
Twitter Dosyalarının Altıncı Bölümü, Gazeteci Matt Taibbi tarafından sosyal medya üzerinden paylaşıldı. Taibbi şirketi, “FBI’ın yan kuruluşu” olarak nitelendirirken, 2022’nin Kasım ayına ait bir FBI memuru ile şirket görevlisi arasındaki yazışmaları yayımladı. Söz konusu e-posta yazışmalarında bir FBI ajanının "Merhaba Twitter bağlantıları" şeklinde girdiği yazıda "Twitter politikasında uygun görülen herhangi bir eylem veya eylemsizlik nedeniyle Twitter'ın Hizmet Şartlarını potansiyel olarak ihlal edebilecek" hesaplar “öneriyor”. FBI’dan gelen e-postaya ise bir Twitter çalışanı, "Bunları inceledim bile... Ve üç hesabı askıya aldım" şeklinde yanıt veriyor. Burada ilginç olan nokta ise askıya alınan hesaplardan birinin açıkça mizahi paylaşımlardan dolayı takibe alınması.
Aynı zamanda bir başka bir e-postada ise FBI memuru, 7'si kalıcı olarak askıya alınan, biri geçici olarak askıya alınan ve 8'inin Tweetler kaldırılmak üzere işaretlenen 25 Twitter hesabını listeliyor. FBI memuru kibar bir şekilde Twitter'ın olası yasal işlemlere yardımcı olmak için hesap sahipleri ve içerik hakkındaki bilgileri saklamasını ve hesaplarla ilişkili konum bilgilerini “gönüllü olarak sağlaması” talimatını veriyor.
Lee Fang'da tarafından The Intercept’te yayınlanan Twitter Dosyalarının Sekizinci Bölümü’nde ise, Twitter ile ABD Savunma Bakanlığı arasındaki ilişki yer alıyor. Burada direkt propaganda kanallarının öne çıkartılması ve algı oluşturma çalışmalarına dair bir örnekse özel olarak dikkat çekiyor. 26 Temmuz 2017'de ABD Merkez Komutanlığı’nda (CENTCOM) çalışan bir yetkili olan Nathaniel Kahler, "belirli mesajları güçlendirmek için kullandığımız" bir dizi Arapça hesabın doğrulanmasını veya beyaz listeye alınmasını talep ediyor.
Yazışmanın devamında Kahler’in özel muamele talep ettiği 52 hesabın listesi yer alıyor. Söz konusu hesaplardan hiçbiri ABD hükümetiyle organik bir bağı olduğunu beyan etmiyor. Ancak Suriye, Yemen, Kuveyt ve Irak’taki gelişmelere dönük paylaşım yapan hesapların, Kehler’in yazışmalarından doğrudan, Pentagon kontrolü altındaki propaganda kanalları olduğu ortaya çıkıyor.
Bunlar hesaplar arasında sadece direkt ABD propagandası yapanların dışında, direkt komplo teorileri ve yalan haberler yaymaya odaklanmış hesaplar da bulunuyor. Pantagon’daki memurlar tarafından kontrol edilen hesapların bazıları “İran’ın Irak’ın içme suyuna kristal metamfetamin” kattığı yönünde iddialar ortaya atarken, bazı hesaplar ise kendince “mizah” ve trollük üzerine faaliyet gösteriyor.
Dikkat çeken nokta ise ABD’deki bakanlık ve istihbarat bürolarındaki memurların kontrol ettiği hesaplarla, doğrudan ABD’nin rakiplerini yapmakla suçladığı iş yapılıyor. Bir grup Pentagon veya istihbarat çalışanı, kendilerini internette farklı ülkelerden kişiler olarak tanıtıp, hedeflerindeki ülke içerisinde yalan haberler üretmek için mesai harcıyor.