AKP iktidarı 23 yıl boyunca sermayenin tüm kesimleri için sömürü olanaklarını genişletti ama en çok TÜSİAD sermayesine hizmet etti. Sadece kamudan sermayeye devredilenlerle aktarılan değerin 1 trilyon doları geçtiği hesaplanıyor.
Gülay Dinçel
“Siyasi iktidar Koç’a, Eczacıbaşı’na, Ülker’e kayyım atarsa…” İBB soruşturması kapsamında kayyım atanan şirketlere işaret edilip bu kehanet yeniden tartışmaya açıldı. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras, iki ay önce gözaltına alınarak ifadeye götürüldüğünde de aynı kehanet devredeydi. TMSF’nin şirketlere el koymasını kolaylaştıran düzenlemeye atıfta bulunularak siyasi iktidarla TÜSİAD arasındaki gerilimin yeni bir evreye taşındığı, TÜSİAD sermayesine kapsamlı bir operasyonun başladığı, müsaderelerin (sermayeye el koymaların) görülebileceği öne sürüldü.
TÜSİAD’dan AKP 'mağduru' olur mu?
Bu iddiayla yani AKP iktidarının Türkiye sermaye sınıfının ana gövdesini tasfiye etmeye soyunduğu önermesiyle Türkiye’nin gerçekleri arasında bir örtüşme bulunmuyor, aşağıda bazı veriler yer alıyor. Söz konusu önerme ve benzerlerinin dayandığı siyasi iktidar-TÜSİAD geriliminin, düzen içi başka gerilimlerle birlikte dünyadaki gelişmelerle, emperyalist-kapitalist sistemin açmazlarıyla, Türkiye kapitalizminin özgün sıkışmalarıyla bağlantılı sahici bir zemini bulunduğu açık. Söz konusu gerilimlerin bir tür sermaye tasfiyesine uzanacağı yorumları gerçekdışı olmakla birlikte sermayeyi temize çekmeye hizmet ediyor. TÜSİAD sermayesini “AKP mağdurları” kümesine dahil ederek düzene karşı biriken öfkenin hedefini daraltmaya yarıyor.
AKP ve TÜSİAD’ın içiçe geçmişliğini, aralarındaki güçlü bağları görmezden gelmek problemin bir boyutu. Sermaye sınıfıyla temsilcilerini aynı düzlemde, eş ve birbirinden bağımsız aktörler gibi konumlandırmak ikinci ve daha vahim boyut. Siyasi temsilcinin yıpranması, aradaki ilişkide aşılması güç sorunların birikmesi tabii ki mümkün. Türkiye tarihinde örnekleri görüldüğü üzere siyasi temsiliyette başka arayışlara girilmesi, buna ilişkin pek çok mekanizma ve enstrümanın çalıştırılması da söz konusu olabilir. Ama siyasi temsilcinin “Şimdi istediğim gibi bir sermaye kompozisyonu oluşturuyorum” demesi, hele hele Türkiye kapitalizminin nitel ve nicel gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında, düzenin yapısına aykırı. Gerilimden çok başı dönenlerin, tabii düzenin niteliğini kavrayanlar için, “sermaye düzeni”nde yaşadıklarını hatırlamaları yeterli olabilir.
Kapitalizm koşullarında hem sermayeler arası rekabet hem de devlet-sermaye ilişkilerinin niteliği her tür olasılığı teorik olarak mümkün kılabilir. Türkiye kapitalizminin tarihinde de bir dizi “doğal” el değiştirmenin yanında siyasi ve hukuki mekanizmalara dayalı “zorla” el koyma örnekleri mevcut. Nitekim 1980’ler, 1990’lar, 2000’lerde sermaye kompozisyonunda Türkiye kapitalizminin gelişimine paralel, “doğal seyrinde” önemli değişiklikler yaşandı. Uzun AKP iktidarı döneminde geleneksel sermaye, büyük sermaye, TÜSİAD sermayesi, nasıl adlandırırsak adlandıralım tartışmasız biçimde sermaye sınıfının ana bölmesi olarak adlandırabileceğimiz kesim genişleyen olanaklarla sıçramalı bir şekilde büyürken bünyesinde zayıflayan, etkisi azalan unsurlar oldu. Sermaye açısından muazzam olanaklar taşıyan bu uzun dönemin hem TÜSİAD eteklerinden hem de AKP’nin organik uzantısı denebilecek kesimlerden “fırsatçıları” oldu. Doğrudan her iki kategoriye sokulamayacak, sadece büyümeye müsait halkalarda konumlananlar var. TÜSİAD şemsiyesi altında büyümüş serpilmiş ama AKP ile özel rezonans yakalayanlar oldu.
Türkiye’de sermaye haritası düşünülenden çok daha karmaşık. Bununla bağlantılı olarak sermayeler arası rekabetin büyüklere karşı küçükler, ithalatçılara karşı ihracatçılar, finans sermayesine karşı sanayi sermayesi, AKP sermayesine karşı TÜSİAD sermayesi, müslüman sermayeye karşı seküler sermaye basitliğinde ele alınması da, birbirini yok etme, karşısındakini yutarak var olma ucuna daraltılarak anlaşılması da mümkün değil. Anadolu’nun bağrından çıkmış, AKP ile görünür olmuş, belki MÜSİAD üyesi ama esas hikâyesi Koç bayiliği ya da tedarikçiliği, İş Bankası finansmanı, devlet tarafından özel ilgiye mazhar olacak özellikler vb. ile anlaşılabilecek, sermayenin ana gövdesinden ayrılması kolay olmayan kesimler de var. Aynı sermaye grubunun bünyesinde birbiriyle uzlaşması en zor çıkarları temsil eden alanların sürekli çatışması da var. Türkiye kapitalizminde sermayeler arası rekabet evrenini TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB’da temsil edilen çeşitli boylardaki sermayelerin itiş kakışı üzerinden okumanın sığ sonuçlar vermesi kaçınılmaz.
23 yıla yaklaşan AKP iktidarında sermaye kompozisyonunda önemsenmesi, detaylı değerlendirilmesi gereken değişiklikler oldu. Sermaye yoğunlaşması arttı, konsolidasyon biçimleri çeşitlendi. Ama sermaye hiyerarşisinde çok büyük altüst oluşlardan söz etmek mümkün değil. Dönemin en belirgin özelliği, dünyadaki gelişmelerin de izin vermesiyle, sermaye eliminasyonunun en düşük düzeyde gerçekleşmesi, sermayenin tüm kesimleriyle yüzdürülmesi oldu. Kesintisiz büyüyen pasta değişen oranlarda da olsa herkesin büyüdüğü bir tablo ortaya çıkardı.
TÜSİAD, üretilen değerin üçte birini kontrol ediyor
Nitekim TÜSİAD sermayesine ilişkin veriler de bir irtifa kaybı olmadığını, aksine artan yoğunlaşmayla birlikte “temsil yeteneği”nin güçlendiğini destekliyor. TÜSİAD’ın web sayfasında üretim, katma değer, kayıtlı istihdam ve dış ticaret gibi alanlarda Türkiye ekonomisini “önemli düzeyde temsil yeteneği”ne sahip olmakla övünülüyor. TÜSİAD üyelerinin ekonomik faaliyetlerinin kamu dışı milli gelirin yüzde 50’sini oluşturduğu, kayıtlı istihdamın yüzde 50’sini sağladığı, kurumlar vergisinin yüzde 80’ini ödediği belirtiliyor. Bu oranlar TÜSİAD üyesi tekellerin kontrol ettiği “sömürü ağı”nın tamamı dikkate alınarak hesaplanıyor ve TÜSİAD’ın sermayeyi temsil yeteneğinin AKP iktidarı döneminde aşınmadığını, aksine güçlendiğini ortaya koyuyor.
23 yıla yaklaşan uzun AKP iktidarı boyunca sömürü olanakları genişletildi, sermaye sınıfının bütününün koşulsuz bir şekilde önü açıldı. TÜSİAD üyelerinin kamu dışı milli gelirin yüzde 50’sini oluşturduğu iddiası, 2003-2024 döneminde söz konusu payda hiç değişiklik olmadığı varsayılsa bile, GSYH büyümesiyle birlikte kontrol edilen katma değerin 3 kattan fazla arttığı anlamına geliyor. TÜSİAD sermayesinin amiral gemisi olarak değerlendirilebilecek sermaye gruplarının ve şirketlerin büyümeleri de söz konusu genişlemeyi destekliyor. Türkiye ölçeğinde bir ülkede bir yılda üretilen değerin üçte birinden fazlasını doğrudan kontrol etmek çok büyük bir güç. GSYH payı ya da kontrol edilen katma değer, servetler ve kârlardan çok daha fazlasını anlatıyor. Sömürü mekanizmasının büyüklüğünü ve sürekliliğini ortaya koyuyor. Emekgücü ordusunun üçte birinden fazlası TÜSİAD sermayesinin kontrolünde çalışıyor, aileler dahil edildiğinde nüfusun üçte biri bu büyük “sömürü ağı”nın parçası.
2003’ten 2024’e AKP iktidarının sadece özelleştirmeler, serbestleşmeler, Kamu-Özel İşbirliği projeleri başta olmak üzere kamudan özel sektöre katma değer devrinin GSYH’nin yüzde 5-6,5 aralığında gerçekleştiğini öngörmek mümkün. İşletmeci KİT’lerden elde edilen katma değerin söz konusu dönemde 3 puandan fazla azaldığı görülüyor. Sadece TÜPRAŞ’tan kaynaklanan katma değer kaybı 2006-2024 dönemi için GSYH’nin yüzde 1,1’ine tekabül ediyor. Bu karışık hesabı şöyle sadeleştirmek mümkün: AKP iktidarı döneminde 60 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı, ancak söz konusu özelleştirmelerle özel sektöre devredilen katma değer tutarı 480 milyar doların üzerinde. Enerji, sağlık, eğitim gibi alanlarda serbestleşmeyle özel sektöre devredilen katma değer, KÖİ projeleri başta olmak üzere başka mekanizmalar da dahil edildiğinde bu tutarın 800 milyar dolarla 1 trilyon dolar aralığında değiştiği hesaplanıyor. Geleceğe doğru büyümeye devam edecek, GSYH içindeki payı da hem yıllık hem de birikimsel olarak artacak bir orandan söz ediyoruz. Bu büyük yağmadan TÜPRAŞ’la, Erdemir’le, enerji özelleştirmeleriyle, doğrudan ya da dolaylı yollarla KÖİ projelerinden aldığı payla en çok yararlananın TÜSİAD sermayesi olduğu açık.
AKP iktidarına TÜSİAD’a, sermaye yapısına müdahale edebilecek bir güç atfediliyor. Ancak tartışmayı bir de tersinden yürütmek gerekiyor. Bu kadar güç kazanmış, kazandırılmış, devletle ilişkilerde ek yetiler edinmiş bir sermaye sınıfının müdahaleye açıklığı artmış mıdır, azalmış mıdır?
TÜSİAD Dosyası – 6 | TÜSİAD: Türkiye’nin ‘kral yapıcı’ partisi | ![]() |