Tenzih değil uyarı mahiyetinde bir ‘dizi sektörü’ yazısı: Sektör tartışarak temizlenmez

"E ne olacak şimdi? Bu son tartışmayı da liyakat üzerinden karşılamaya çalışıyordunuz. 'Magazin konuşmayalım, sektörü konuşalım' demenin anlamı olmuyor ne yazık ki. Çünkü piyasa zaten tam olarak bu."

Selen Kartay*

Birkaç gündür gündemin kenarına tutunan bir “dizi sektörü” tartışması gözünüze çarpmış olabilir. Her gün farklı ve bilindik isimler ekleniyor, ama evet, şu “Serenay Sarıkaya’lı olan tartışma”dan söz ediyorum. 

Bu riskli ifadenin gerekçesi açık olmalı, çünkü popüler ekran yüzü, bu tartışmanın açıkça yemi. Kimi oyunculardan “magazini bırakın, sektördeki tekelleşmeyi konuşalım” diyen sesler -neyse ki- geldi ama bir diğer yem ve zoka da burada: Konunun sadece diziler, konuyu tartışması gerekenlerinse oyuncular olduğu kabulü. Bu kabulü veri alarak ama burnumuzu oradan çıkarmaya çalışarak bakacağım o halde meseleye.

soL, konu hakkında çok ve iştahla konuşulanları ayıklayıp sektörde neler döndüğüne dair bir haberi, oyuncuların tutumlarını da örnekleyerek aktardı. “E yetmez mi o halde bu gündem, millet aç aç!” diyebilirsiniz ve bir açıdan haklı da olursunuz. Çünkü istatistiklerden de bildiğimiz üzere bir ülkede ortalama gelir düşerken, kültür sektörlerinin ürünlerine olan talep de düşüyor. Bu cümledeki kavram setinin kusuruna bakmayın ama dizi sektörü konuşacaksak kavram setimiz şu an bu. Yazı ilerledikçe bu dili terk etmenin ve tartışmayı bu çerçeveden çıkarmanın koşullarını araştıracağım zaten. Ancak parayı takip etmeden bu hedefle gidebileceğimiz menzil kısa kalırdı ne yazık ki. O nedenle özrümü dilemiş olayım ve devam edeyim. 

Devam edeyim çünkü bu tartışmada bildiklerimizin içinde yeni bir şeyler var. Ülke içinde yaşanan yoksullaşmanın boyutu, pastanın dramatik bir şekilde küçüldüğünü ve konunun -en azından bu dönem- pek de iştah kabartmaması gerektiğini gösteriyor olmalı, değil mi? Değil! Pasta büyüyor ama sadece başka hiçbir kültürel sanatsal faaliyete gücü yetmeyen milyonlar oturup (oradan değilse, buradan) dizi izlediği için değil. Tek başına reklam gelirleri dizi sektörümüze uzun zamandır yetmiyordu zaten. 

Pasta büyüyor çünkü dizilerimiz Ortadoğu, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve hatta Latin Amerika’ya kadar uzanan dev pazarıyla ve en çok izlenenler listelerinde başa güreşmeleriyle artık bacasız fabrika olarak adlandırılmayı gerçekten hak ediyor. 

Dolayısıyla bu yaygara Mehmet Şimşek deyimiyle “yerel halk” için kopmuyor demiş oluyorum bir bakıma, evet. Ama tartışmanın içinde “biz yereller” olmadıkça bu iş bir yere bağlanamadı, bağlanamayacak. Zira bu paylaşım kavgası da ilk kez verilmiyor, diyerek geri dönmek üzere ilerliyorum. 

Yapımcıların da gözü 'sınır ötesi'nde

Bu büyük pastaya yeni yeni eklenen diğer dev yapımcılık faaliyetlerini de buraya yazalım mesela. Büyüklüğü anlatmak için örnek olsun: Suudi Arabistan’ın kuruluş günü kutlamalarının uçanlı kaçanlı görsel şöleninin tasarımını bizim ajanslarımız yapıyor. Cumhuriyetin 97. yıldönümü İstanbul kutlamalarındaki başarılı performansından ötürü olsa gerek, aynı ajans olabiliyor bu, örneğimiz özelinde. Ne mutlu… 

Bu “sınır ötesi”lik örneği aklımızın bir köşesinde dursun. Diğer sınır ötesi heveslerle benzerlik ve eşzamanlılık rastlantı mıdır dersiniz? Zira bugünkü tartışmanın oturtulduğu eksenlerden biri bu olmalı.

Bütün bu hummalı çalışmanın üreticileri, son yıllarda artık sahnelerde de görmeye alıştığımız dev görsel şölenli tiyatro prodüksiyonlarının da üreticileri aynı zamanda. Yani pasta tiyatroya doğru da genişlemiş bulunuyor, gözümüz aydın. “E tiyatrodan gelecek üç kuruştan ne olur ki” demeyin. Onu ben bilemem. Ben, mesleğinden para kazan(a)mayan bir tiyatrocuyum. Bu ihtimali baştan biliyor ve göze alıyordum ancak mesleğini yapamayacak duruma gelmek sınırı, bu gibi tercihleri yapanlar için bile yeni. 

Söz ettiğim prodüksiyonlardan en ünlüsü “Alice Müzikali”ni siz de benim gibi Zorlu’nun sahnesinde değil, yılbaşı gecesi televizyonda görme bahtsızlığına eriştiyseniz, meselenin bütünlüğünü ve kanserli hücre gibi nasıl yayılıp büyüdüğünü anlarsınız diye söylüyorum. Bu üretim çılgınlığı, evet bildiniz, bugünlerdeki tartışmaya konu olan güzide yapım ve menajerlik şirketlerimizin network kurma becerisi sayesinde hayatımıza dokunuyor. Yani tüm bunlar, dev bir paket olarak geliyor.

Ve tabii paylaşım savaşı 

Şimdi bir durup güncel tartışmanın taraflarını yeniden gözden geçirebiliriz sanırım. Ne diyordu TV 100’deki yazı ve sosyal medyayı esir alan artçıları: Bunlar sektörü kapmış ve kimseye koklatmıyorlar kardeşim! Gerisini seçerek yazacağım çünkü hem tahammül hem şakayla gerçeği ayırt etmek biraz zor: “Bu oyuncular topluca Gezi’ye gitti, bunlar CHP için aynı anda tweet attı, bunlar hep eski Yeşilçam ünlülerinin akrabaları, bunlar hep Yahudi veya Ermeni, bunlar Levent’te yerleşik yapım şirketleri, bunlar ahlaksız–çürümüş” vs…

Birtakım açık doğruların yanına bir miktar abuk komplo teorisini karıştırıp konuyu bulandır. O bulanık suda balığını avla. Böylece hem konunun birinci elden muhatapları neyi nereden tutacağını şaşırıp savrulmaya, en azından bir vadede, başlayacaktır, ki buna bizzat şahit olduk. Hem de böylesi bir paylaşım savaşına girebilmek için gereken toplumsal meşruiyet, sektör içinden olanların bıkkın suskunluğunu ya da içeriden/dışardan izleyenlerin öfkeli onayını alacaktır. 

Avcımız şu sularda geziniyor: Benim politikalarım sayesinde ülke sınırları ötesine yayılan bu sektörden, ben neden küçük bir pay alıyorum? Oysa ki ben de dizi platformu kurabiliyorum (“Tabii”, neden olmasın, parası bizim cebimizden nasılsa) ve de o platformda karşı tarafa “eh yani eli yüzü düzgün tabii en azından” dedirtmek dışında bir alameti olmayan bir “büyük prodüksiyon” yapabiliyorum. 

Gassal saldırısı

Geçen haftalarda kayda geçen Gassal saldırganlığı, esas zeminine bu yeni tartışmayla daha bir rahat yerleşip netleşiyor demek istiyorum. “Saldırganlık”la kastım coşa gelip “korkudan titreyin” minvalli açıklamasıyla gündeme oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın muhterem kerimesi ve benzerleri değil sadece. Dizinin, Diriliş ve aynı çizgideki Yeni Osmanlıcı saldırganlıktan ayrılan bir uysallığı var evet ve evet, yine de saldırgan. Saldırganlığı, kampanyasının büyüklüğünden başlıyor ve yanımıza yanaşarak bize şunu fısıldıyor: “Ben son dönemde yerli yersiz her an hatırlattığım ‘kültürel hegemonya’ meselesinde öyle veya böyle bir yol haritasına sahibim ve kusura bakmayın ama birinci seviyeyi geçtim”.

TRT’nin paralı kanalı tabii’de yayınlanan Gassal “kültürel hegemonya” tartışmalarını yeniden ateşledi.

Kamumuzun dizi platformu bu yeni seviyeyi, herkese diziyi konuşturmak hedefine ulaştığı ölçüde toplumun tamamına onaylattığını düşünüyor değildir herhalde? Ama belli ki sadece şimdilik. Diziyle ilgili bir taraflaşma yaratarak ve karşı tarafı da kendisi tarif ederek, oyundan düşüreceği piyonu seçmenin lüksünü yaşıyorlar diyebiliriz belki. Bu da gündelik siyasetten tanıdığımız ve bugünkü konumuzda da gördüğümüz bir strateji değil mi? 

Ortada bütünlüklü bir saldırı olduğunu görmek için gereken işareti “beri taraftan” bir türlü alamayan “o kadar da şeyyapmamak lazım”cılık burada zokaya atlıyor hepimiz adına. “Ben taraf değilim” demek, karşı taraf olmamak için yeterli değil artık halbuki. Dev reklam bütçesinin buraya oynadığını ve üstelik işin bir de bize, kamuya ait olanla görüldüğü gerçeğinin üzerinden atlayıp, projeye sektör içi liyakat sınavından not veren sektör insanları olarak kalıveriyorsunuz bu durumda ortada... 

E ne olacak şimdi? Bu son tartışmayı da liyakat üzerinden karşılamaya çalışıyordunuz. “Bu insanlar oradaysa, başarılı olduğu için oradaydı ama bu kadar da tekel olmasındı sektörde…” Her seferinde esas mesele “sektör” içi konuşulup “yapacak çok da bir şey yok”a bağlandıkça, piyasanın görünmez eli görünmez olup gidiyor ve işte magazin kalıyor geriye yadigâr. Dolayısıyla “magazin konuşmayalım, sektörü konuşalım” demenin anlamı olmuyor ne yazık ki. 

Çünkü piyasa zaten tam olarak bu. Piyasa dediğin zaten tam olarak bu şikayet konusu dinamikleri işletmek, ilerletmek ve karmaşıklaştırmak üzerine yani tekelleşmek üzerine kurulu. Üretim, yapım ve gösterim ayaklarını tek elde toplayan Netflix neden tartışılamıyor örneğin, buradan düşünelim. İşte her seferinde tartışmanın daha da içinden çıkılmaz görünmeye başlaması ve umutsuzluğu artırması kaçınılmaz oluyor yani. 

Konuya buradan müdahale etmeye çalışan -iyi niyetli olduğu açık- hiçbir çabayı tenzih etmez, dikkatlerini çekmek isterim. Sektörü tartışarak onu temizleme, iyileştirme olanağı, tanım gereği olamaz. Eski güzel günler ufkunda takılı kalanlar, işler çirkinleşme aşamasında geldiğinde “bu pislik neden üstüme sıçrıyor” deme hakkını elinde tutamaz. Artık geçmiş olsun anlamında değil elbette söylediklerim. Ama artık konuyu konuşabilmek için bile çizgiyi net olarak buradan çizmek gerektiğini konuşalım önce. Yoksa ortada bir konu kalmadığı gibi onu konuşma ehliyeti de kalmıyor.

Yani evet, popüler kullanımıyla söylersek konu sınıfsaldır... ve bir kerteriz noktasına muhtaçtır. Emek’ten, “yerli dizi yersiz uzun”dan geldik, piyasa ve ağaları kaldı elimizde yadigar. Çünkü sektör dediğin sansürle değil; alan kapmaca ve alan kapatmayla ama bunu paranın kurallarıyla yapar. O halde parayı elinde tutmayanların da kendi safını kurmaya ihtiyacı var. Adlı adınca örgütlülüğe ihtiyaç var. Ama artık öyle sendikal mücadeleye, sendikal mücadeleyi de sadece ücret ya da sektör ağzıyla söylersek “kaşe pazarlığı”na indirgeyen bir örgütlülük yetmez. Yetmedi gördüğümüz gibi. 

Gerçeğin değiştiricisi olarak sanatçı

Bu kez “aman gerçekçi olmayan şeyler söylemekte üstünüze yok” deyip kenara çekilmek de yok yalnız. Gerçeğin üstüne yürüyüp onu değiştirme işinin işçilerinden, sanatçılardan söz ediyoruz çünkü. Ve o ya da bu tarafta gidecek bir yer kalmaması, bırakılmayacak olması bugünkü konumuz. Nereye gidilebileceğini anlamak için topluma bakmak ve gerçeklerden konuşmak istiyorsanız tarihimizde pek güzel örnekler de var. 

1977'de sansür özelinde başlayan, sinema emekçilerinin yıllardır biriken, çalışma koşulları, sosyal güvence gibi sorunları da kapsayan eyleme yüzlerce sinema emekçisi katılmıştı.

Kendi aranızda konuşmaktan bıktıysanız artık ve diyecek bir şeyiniz varsa gerçekten, bugün ülke tarihinin en umutsuz döneminden geçen topluma söylemeyi deneyin derdinizi bir de. Buna cevap alma şansınız olabilir hâlâ. 

1977 Sansür Eylemi’nin İstanbul’dan Ankara’ya giden kolundaki ünlüler, halkın şaşkın bakışlarına “Biz sinema emekçileri siz yüce halkımızın onuruna yaraşır filmler yapabilmek için yollara düştük…
Sizin dertlerinizi dile getiren filmler yapabilmek için yollara düştük…
Sinema emekçilerinin 60 yıldır sömürülmesine son vermek ve sosyal ekonomik haklarına kavuşturulmalarını sağlamak için yollara düştük…
Size karşı sorumluyuz…
Sizden destek almak için yollara düştük…” diye sesleniyordu.

* Tiyatrocu