Sinema ve televizyon sektöründeki menajerlik tekellerine dair tartışma, piyasada pay kapma savaşı sırasında birçok gerçeğin açığa çıkmasına vesile oldu.
Nurdan Yıldırım
Sinema ve televizyon sektöründeki tekelleşme ülke gündemine girmekle kalmadı, herkesin başka yönlere çekmeye çalıştığı, karmaşık, anlaşılması zor bir tartışma halini aldı. Hükümete yakın çevreler konuyu kadın düşmanlığıyla bezenmiş bir elit karşıtlığına çekiyor, piyasanın kaymağını yiyenler buna yanıt yetiştiriyor, ne olup bittiğinin farkında olan yüzlerce sektör emekçisiyse, ekmek derdiyle bildiklerini içine atıyor.
TV100’de yayınlanan Fuat Uğur imzalı “Kartelleşen dizi şirketleri ve oyuncu ajansı ‘Mama’ larına baskın” başlıklı yazısının sosyal medyada yeniden gündeme gelmesi, tartışmanın fitilini ateşledi.
Rekabet Kurumu, sektördeki en tanınır ve kaşesi yüksek oyuncuların temsiliyetini üstlenen ID İletişim adlı ajansın da dahil olduğu birçok menajerlik firması, oyuncu ajansı, yapım şirketi, dağıtımcı ve pazarlama şirketlerine baskın yaptı.
“Rekabet Kanunu’nun 4. ve 6. Maddelerini ihlâl ederek, kartelleşmeleri ve piyasadaki hâkimiyetlerini kötüye kullanmakla” suçlanan şirketler arasında, birçok televizyon kanalı ve dijital platformda tekelleşen ID İletişim öne çıktı. Aynı zamanda yapımcı olan Ayşe Barım’ın sahibi olduğu ID İletişim 2002’den beri sektörde tanınmış birçok ünlüye menajerlik hizmeti veriyor. Peki Barım ve şirketi bugün neden gündemde?
‘Kültürel hegemonya’ savaşı mı, pastadan pay kapma yarışı mı?
Fuat Uğur TV100’deki yazısında, Ayşe Barım’ın “sektörde adeta mafya haline geldiğini, özellikle son zamanlarda Netflix başta olmak üzere birçok platformda ve TV kanalında Barım’dan habersiz kuş uçmadığını” yazdı.
Bu tür “patron ajanslarıyla” çalışmayan oyuncuların sektörün dışına itildiği, tabiri caizse açlığa mahkum edildiği, sinema-TV sektörünü biraz bilen herkesin vakıf olduğu gerçekler.
Peki ID İletişim’in yıllardır hakimiyet kurduğu sektörde “yurt dışı satışı var” denilerek devamlı aynı oyuncuları oynatarak kaldırdığı milyonlar Rekabet Kurumu’nun yeni mi dikkatini çekti? Ya da Fuat Uğur’u bu yazıyı kaleme almaya iten neydi?
İlk akla gelenlerden biri, AKP’nin 22 yıldır dert yandığı “kültürel hegemonya” mücadelesi. AKP, kültür sanat alanında ağırlığını artırmaya çalışıyor. Nitekim AKP’ye yakın çevreler de tartışmada işin bu boyutuna işaret ederek, en ufak muhalif tavırlarla hesaplaşmaya çalışıyor.
Fakat “karşı cephede” kimin olduğu biraz muallak: Ajansına kayıtlı oyuncularını “güvenli, temiz, iş yapacak” konularda açıklama ve eylemlere teşvik eden Barım’ın, aynı zamanda piyasa açısından uygun görmediği hiçbir konuda konuşmamaları, hiçbir karede görünmemeleri konusunda da baskı altına aldığına dair çok sayıda örnek, tartışmayla birlikte gündeme geldi.
Diğer yandaysa, bizzat piyasa var: Milyarlarca liranın döndüğü bir sektörün kaymağını kimin yiyeceği itiş kakışı.
İddialardan biri, Nevşin Mengü’nün de yayınında dile getirdiği üzere TRT’deki Osmanlı dizilerinin yapımcısı olan başka bir “kartel lideriyle” Ayşe Barım’ın pazar kapma yarışı. Öte yandan geçtiğimiz aylarda Netflix Türkiye direktörünün değişmesinin de konuyla ilgili olabileceği söylenirken bir diğer iddia devletin, büyük yapım şirketlerinin pastasından pay almak istemesiyle yapılan operasyonun parçası olarak sektör devi Barım’ın bu tablodan çıkarılmak istenmesi.
Oyuncu Levent Üzümcü, bu pazar kapma yarışının Türkiye’deki siyasetin bir yansıması olduğunu belirtti. soL’a konuşan Üzümcü, “Bu tekelleşme çarkına çomak sokmaya çalışanların yalnız bırakıldığı bir sistem oluşturuldu” diyor, “Biz bu çarkla mücadele edebilmek için Oyuncular Sendikası’nı kurduğumuzda yapımcılar hemen karşı sendikayı kurdular. Sektörü kim domine edecek, sermaye kimin eline geçecek bunun kavgası veriliyor”.
‘Hikayesi bittiği halde dizide öldüremediğimiz karakterler dahi oluyor’
Konuyla ilgili sektörden birçok isimle konuştuk. Çoğunluk, anonim olarak dahi konuşmaktan kaçınıyor. Ancak söylenenler, Barım’ın sektörü domine ettiği bu örüntünün uzun yıllardır devam ettiğine işaret ediyor.
Barım’ın, kendi temsil ettiği “star” başrol oyuncularıyla çalışılmak istenen projelerde, kendi cast ekibini şart koşarak birçok insanı işinden ettiği söyleniyor.
soL’a konuşan bir set emekçisi, kendisinin yer aldığı projelerde tekelleşme durumuyla çok fazla karşılaştığını belirterek, “Hikayesi bittiği halde dizide öldüremediğimiz karakterler dahi oluyor” diyor.
İşin ‘kadın’ boyutu
Öte yandan, Fuat Uğur yazısında, tam da kendisinden beklenecek şekilde, meselenin özüne değinmektense ID İletişim’le çalışan ünlü bir kadın oyuncunun özel hayatıyla ilgili kimi iddialar da ortaya attı.
Bu imalarla birlikte, sektördeki tekelleşme üzerinden yürüyen tartışma, magazin dedikodularına sıkıştırılmaya çalışıldı. X’te özellikle hükümete yakın isimlerden ve trol hesaplardan yapılan kadın düşmanı, homofobik saldırıların ardından ID İletişim’e bağlı oyuncuların hiçbiri diğer iddialara cevap vermeyip yalnızca söz konusu kadın oyuncuya destek vermekle yetinerek, “kadın dayanışması” adı altında Ayşe Barım’la da dayanışmaya çağrı yaptı.
Bir yanda “güçlü zengin kadınlarla” dayanışma süredursun, bağımsız çalışan birçok oyuncu ve medya çalışanıysa ID İletişim ve Ayşe Barım’ın sektörü domine etmesi ve tekelleşmesi üzerine ses çıkarmaya devam ediyor.
Tepki gösteren oyunculardan Deniz Işın, sosyal medyada Barım’ın kendisi dahil birçok yetenekli kadın oyuncunun önünü kestiğini belirterek “Kadın dayanışması istediğiniz kadın oyuncu yüzünden kaç tane kadın oyuncunun hakkına girildiğini düşündünüz mü hiç?” dedi.
Melisa Sözen ise "Bu güç oyunları sadece projeleri değil, oyuncuların kariyerlerini yönetirken onları kendine muhtaç etmeyi de içeriyor. 20'li yaşlarımda 'artık anne oynamaya hazırlan' diyerek psikolojik olarak güçsüzleştirilmeyi de, 'şu yapımcı senin enerjini beğenmiyor ben olmasam bu işi alamazdın' gibi cümleler kurarak özgüven parçalayıp kendine muhtaç etmeyi de içeriyor" paylaşımı yaptı.
‘Oyunculara yalnızca susarlarsa para kazanabilecekleri öğretildi’
Ülkenin gündemine oturan birçok toplumsal olayda sanatçılardan tepki göstermesi beklenirken kadın cinayetlerinden sokak hayvanları yasasına kadar, politik gündemlerde ölü taklidi yaptığı için tepki çeken sanatçıların da ID İletişim’le çalıştığı, “ses çıkarmayın” emrinin yukarıdan geldiği de bu süreçte anlaşıldı.
Levent Üzümcü, Türkiye’de menajerler, yapımcılar ve oyuncular arasında gizli bir sözleşme olduğu, oyuncuların işlerini kaybetmemek için Türkiye gerçeklerinden bahsetmediği fikrinde.
“İnsanlar dışarıda aç gezerken, emekliler 14 bin lira ile geçinmeye çalışırken oyunculara yalnızca susarlarsa para kazanabilecekleri öğretildi. Bu bir kazan-kazan durumu. Akşamları yayınladıkları absürt, hiçbir ülke gerçeğini yansıtmayan dizilerle insanları uyuştururken, onların yaşadıkları hakkında hiçbir şey söylemeyerek milyonlar kazanıyorlar. Bu çarkı kırmadıkça bu böyle devam edecek.”
‘Ancak örgütlenirsek başa çıkabiliriz’
Görüştüğümüz başka bir oyuncu, piyasa şartlarına dikkat çekerek sektör çalışanlarının ancak örgütlendiği takdirde tekelleşmenin önüne geçebileceğini söyledi. “Amerika’da filmlerde ve oyuncular arasında tekelleşmeyi önlemek için adil rekabeti teşvik eden, sanatçıların haklarını koruyan ve eşit çalışma koşullarını sürdüren politikalar ve anlaşmalar uygulayan SAG-AFTRA adlı bir sendika var. Biz de örgütlenerek bu piyasa koşullarını kendi yararımıza çevirebiliriz” dedi.
Oyuncu Mehmet Okuroğlu’na, bu tekelleşmenin oyuncular için ne ifade ettiğini sorduğumuzda piyasa düzeneğinin her emekçiyi olduğu gibi kültür sanat emekçilerini de boğduğunu belirtti. Okuroğlu, “Fikir aşamasından üretim aşamasına, PR çalışmalarından üretimlerin seyirciyle buluşmasına kadar tüm kültür sanat ürünlerine paranın kiri ve tekelleşmenin cenderesi değiyor. Bize dayatılan ‘zengin olma, şöhret, konfor gibi alanları yırtıp atıp, sanatımızı ve üretimlerimizi mücadeleyle birleştirmek zorundayız” dedi.