Tarım tekelleri Türkiye tarımını nasıl etkiledi?

Dayanışma Meclisi’nin yayın organı olan Dayanışma Forumu’nun yeni sayısında yer alan 'Tarım Tekelleri Türkiye Tarımını Nasıl Etkiledi?' yazısını soL okurlarıyla paylaşıyoruz.

Ahmet Soysal

Giriş

Günümüzde dünyada tarım sektörü insan yaşamının sürekliliğini sağlamak için zorunlu olan besinleri üretmekle kalmamakta ve ekonominin gelişim sürecinde bütün ülkelerde kalkınmanın itici gücünü oluşturmaktadır. Bu durum özellikle II. Dünya Savaşından bu yana çok sayıda ülkenin hem stratejik hem ekonomik bir öneme sahip olan tarımsal üretim konusunda daha hassas ve destekleyici politikalar yürütülmesine yol açmıştır. Buna paralel olarak Türkiye’de de tarım sektörüne yönelik destekleyici ve korumacı politikaların 1980’li yıllara kadar, yetersiz de olsa, uygulandığı ve tarım kesiminin gelirlerinin düşmesinin bir nebze de olsa, önlenerek üretimin devamlılığının sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir. 1980’li yıllardan sonra ise üreticiye dönük koruyucu politikalar hızla terk edilerek ülkemiz tarımı uluslararası tarım tekellerinin adeta kontrolüne terk edilmiştir.

Gatt’dan Günümüze

2. Dünya Savaşı sonrası en başta ABD’nin yönlendirmesiyle Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri gıda maddeleri üretimi başta olmak üzere tarıma yöneldiler ve tarımda korumacı politikalara ağırlık verdiler. Savaşın neden olduğu yıkım ve uygulanan korumacı önlemlerin de katkısıyla dünya ticaretinin daralması ve tekel kârlarının azalması “ticaretin serbestleşmesi” tartışmalarını gündeme taşıdı. Bunun sonucunda 1948’de karşılıklı tarife indirimlerini de içeren “Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması” (GATT) imzalandı. Gümrük tarifelerini düşürerek dış ticarette serbestleşmeyi getiren GATT anlaşmasına Türkiye 1953 yılında girdi. GATT anlaşmasına girilmesi ile birlikte tarımda bu yıllarda yavaş da olsa bir dönüşüm ve Türk tarımının uluslararası tarım tekellerinin kontrolüne bırakılması süreci başladı. 1986 yılında ise yine ABD’nin çabası ile 92 ülke “tarım ticaretinde daha fazla serbestlik sağlamak, ihracat rekabetini sınırlayan tüm engelleri kaldırmak” ve GATT’ı daha etkin hale getirmek üzere Uruguay’da bir araya geldiler. Toplantılar sonucu kesin antlaşma 117 ülkenin katılımıyla Fas’ın Marakeş kentinde imzalandı. Böylece, GATT, yerini 1995’te yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Tarım Anlaşmasına bıraktı. Bu anlaşma ile “dış koruma”, “ithalat”, “ihracat sübvansiyonlarının azaltılması” ve “iç destekler” başlıklarıyla dört yeni kural getirdi. Dış korumayla ilgili olarak; dış ticarette kota ve fiyatlandırma kalkacak, sadece sabit gümrük vergisi tarifeleri geçerli olacaktı. 1986 yılı baz alınarak, Türkiye gibi “gelişmekte olan” ülkelerin, tarımları ve tarım ürünlerini korumayı bırakıp gümrük tarifelerini 10 yıl içinde yüzde 24 oranında azaltmaları hedeflenmişti. İthalatla ilgili olarak, tahıl, süt ve et ürünleri için bir ülkenin tarım ürünleri ithalatı, iç üretimin yüzde 5’inden az ise, 6 yıllık dönem sonunda yüzde 5’e yükseltilecekti. İhracat sübvansiyonlarının azaltılmasıyla ilgili olarak, ihracat sübvansiyonları gelişmiş ülkelerde yüzde 26, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 24 oranında düşürülecekti. İç desteklerle ilgili olarak, tarımsal üretime doğrudan ya da dolaylı biçimde verilen destekler azaltılacaktı. Azami destek gelişmiş ülkelerde üretim değerinin yüzde 5’ini, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 10’unu geçemeyecekti. Bu antlaşmanın uygulanması ile birlikte Türk tarımının uluslararası tarım tekellerinin kontrolüne bırakılma süreci hızlandı.

Gelinen noktada, GATT ve sonrasında onu da kapsayarak daha geniş şekilde oluşturulan DTÖ Tarım Anlaşması merkez kapitalist ülkeleri korurken, çevre kapitalist ülkelerin tarım sektörünü çok uluslu tekellerin önüne attı. Merkez kapitalist ülkelerin güçlü boyutlara ulaşmış üretimleri ve yetiştiricileri tarımsal üretim desteklerinde yapılacak küçük kesintilerden hemen hemen hiç etkilenmediler. Zaten az destek alan çevre kapitalist ülkelerin köylüleri ise doğrudan ve dolaylı tarımsal destekten yoksun kaldı ve tarım tekelleri önünde kaderleriyle baş başa bırakıldılar. Antlaşmadan sonra gelişmekte olan ülkelerde, gümrük duvarları aşağı çekilerek önü açılan ithalatın baskısıyla köylüler ürünlerini ucuza satmak zorunda kaldılar. Zaman içinde tamamen tarımsal üretimden uzaklaştılar. Değer kaybeden verimli tarım arazileri büyük tarım tekellerinin eline geçti. DTÖ ayrıca tarım kooperatiflerinin işlevsel olarak çalışmasını da engelledi. Bu nedenle ülkemizde de tarımsal üretim yapan köylü destekleme alımlarından mahrum kaldığı gibi teknoloji, tohumluk, depolama ve pazara ulaştırma gibi konularda da destek alamadı ve kaderiyle baş başa bırakıldı. Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması kapsamındaki tarım sektöründeki ekonomik kazancın kaymağını uluslararası tarım tekelleri ve ihracat şirketleri yerken, çevre kapitalist ülkelerin orta ve az topraklı köylüleri ise karın tokluğuna çalışmak zorunda bırakıldı. Ülkemizde nüfus ve talep artışına karşın yıldan yıla tarımsal üretim yapılan alan miktarı azaldı (Bkz. Tablo 1). Tarımsal üretime devam edilen alanların önemli bir bölümü de büyük tarım tekellerinin kontrolüne geçti.

Tablo 1: Türkiye’de 1990 yılından bu yana tarım alanlarının değişimi

Kaynak: T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı, Bitkisel Üretim verileri 2021.

‘Kırsal kesim nüfusunu düşür, tarıma destekleri azalt, özelleştirmelerin önünü aç, üretime kota getir, ithalatın önündeki engelleri kaldır’ şeklinde özetlenebilecek Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması ülkemiz tarımını 1980’li yıllardan sonra hızla uluslararası tarım tekellerinin kontrolüne bıraktı ve köylümüz yoksullaştı ve üretimden koptu. 1999’da Uluslararası Para Fonu (IMF) ile imzalanan “Stand-by Anlaşması” ve 2001’de Dünya Bankası ile imzalanan “Tarım Reformu Uygulama Projesi” gibi anlaşmalar da bu yıkıcı sonuçların ortaya çıkışını hızlandırmıştır.  Tarıma değil araziye verilen “Doğrudan Gelir Desteği”nin (DGD) kabulü hububat, tütün ve şeker pancarında destekleme alımlarına son verilmesi, kooperatif ve birliklerin özerkleşme adı altında işlevsizleştirilmesi, çiftçilere verilen kredi sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılması Türk tarımının uluslararası tekellere teslim sürecini tamamladı. Uygulanan bu neoliberal politikalarla çökertilen ülkemiz tarımı, uluslararası tekellerin egemenliğindeki “serbest piyasa”nın hareket alanı haline geldi.

Tarımda Tekelleşmenin Sonuçlarına Bir Örnek: Tohum Tekelleri̇

2000’li yılların başından bu yana uluslararası tohum ticaretinde de büyük bir artış eğilimi yaşandı, yaşanmaya da devam etmektedir. Dünyada az sayıda firma her yıl artan oranlarda uluslararası tohum piyasasına hâkim olmaktadır. Tablo 2 'de önde gelen on tohum firmasının dünya ticari tohum pazarındaki payı görülmektedir, bu pay %57’yi geçmiş durumdadır. İlk firma olan Monsanto'nun payı yaklaşık beşte birdir. Bu firmaların çoğu aynı zamanda tarım kimyasalları dediğimiz herbisit, fungisit, insektisit üreticileri ve satıcılarıdır. Tablo 3’te ise ilk on tarım kimyasalları firmasının tarım kimyasalları satışındaki payları görülmektedir. Bu tarım kimyasalları listesinde ilk on firmanın payının %84 olduğu görülmektedir. Dünya tarım kimyasalları pazarının büyüklüğü 35,4 milyar dolardır. Tohum firmalarından ilk on firma içinde yer alan firmaların dördü aynı zamanda bu listededir. Bunlar Monsanto, Dupont, Syngenta ve Bayer'dir. Bu firmalardan Monsanto'nun aynı zamanda GDO'lu (genetiği değiştirilmiş organizmalar) tohum piyasasının da tamamına yakın denilebilecek kadar çok büyük bir ağırlığı bulunmaktadır. GDO'lu tohum üreten diğer önemli firmalar Dupont, Syngenta, Bayer ve Dow'dur. Bunlar her iki tabloda da yer almaktadır (Bkz. Tablo 2 ve 3).

Tablo 2: Dünyanın en büyük 10 tohum firmasının tohum satış değerleri

Kaynak: Özkaya T. Tohumda Tekelleşme ve Etkileri. Tarım Ekonomisi Dergisi 2007; 13(2) : 39 – 48.

Günümüzde ülkemizde olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde köylülerin, çiftçilerin ürettikleri ve kullandıkları tohumların oranı oldukça yüksek düzeydedir. Eğer bütün dünyada çiftçilerin kendi yetiştirdikleri tohumları kullanmaları engellenebilirse tohum piyasasındaki genişleme çokuluslu tekellerin lehine 73 milyar dolara çıkmaktadır. Tohum piyasası tekeller ile büyüme eğilimi göstermesinin yanında, tarım kimyasalları, GDO araçlarının birlikte kullanılması ile firmalara bir çarpan etkisi de kazandırabilmektedir. Firmaların tohum çeşitlerinin ancak ve ancak tarımsal ilaç ve gübrelerle yetiştirilebilecek özellikte ıslah edilmeleri çiftçileri firmaların ürünlerini almaya zorlamaktadır. GDO'lu tohumlar bu firmalara daha da üstün yeni bir güç kazandırmaktadır. Örneğin herbisite dayanıklı bir çeşit GDO yöntemleriyle geliştirilmektedir. Ancak kullanılacak herbisit firmanın marka herbisitidir. Dolayısıyla tohum ve herbisit beraberce pazarlanmakta birbirlerinin satışını arttırmaktadır. Adeta birbirlerinden ayrılmayacak tamamlayıcı mallar, markalar yaratılmaktadır. Çok uluslu bu dev firmalar böylece tohum, tarım kimyasalları ve GDO'yu birlikte kullanarak tarım alanında tarihin tanık olmadığı bir hegemonyaya doğru gitmektedirler ve Türkiye’nin içinde bulunduğu çok sayıda ülkenin tarım gelirlerine adeta el koymaktadır.

Tablo 3: Dünyanın en büyük on tarımsal ilaç firmasının tarım kimyasalları (herbisit, fungisit, insektisit) satışı değerleri

Kaynak: Özkaya T. Tohumda Tekelleşme ve Etkileri. Tarım Ekonomisi Dergisi 2007; 13(2): 39 – 48

Tohum piyasasının uluslararası tekellerin eline geçmesi ve endüstriyel tarıma geçilmesiyle gelişmekte olan ülkelerde çiftçinin yerel tohumları ile tarım kimyasalları kullanılmadan veya çok az kullanılarak üretilen besin değeri yüksek ürünlerin maliyeti birçok üründe yüksek kaldı ve bu durum yerel tohumların terk edilerek endüstriyel tarıma geçiş için bir etki yarattı. Ancak sadece ekonomik yollar bu hegemonya için yeterli olmamıştır. Ülkeler de çıkardıkları tohum yasaları ile yerel tohumların kullanımı ve pazarlanması üzerinde büyük kısıtlamalar getirerek uluslararası tohum tekellerinin pazar paylarının artmasını sağlamıştır. Türkiye'de de 31.10.2006'da TBMM'den geçerek kanunlaşan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu da yerel çeşitler veya köy popülasyonları şeklinde tanımlanan genetik materyalin, yani çiftçinin ürettiği yerel tohumların ticaretini yasaklamaktadır. Tohumculuk sektöründe halen ülkemizde yerli sermayeli 778 şirket var ve bu şirketlerin ticaret hacmindeki payı yüzde 51, ortak sermayeli 22 şirketin yüzde 18, yabancı sermayeli 32 şirketin ise yüzde 30’dur. 2016’da Türkiye tohumluk üretiminde kamunun payı yüzde 18’de kalırken, ülke tohumluk üretiminin yüzde 82’si yerli ve yabancı tekel ve şirketler tarafından yapılmıştır. 2016 yılı verilerine göre, 12 milyar dolarlık dünya tohumluk ihracatının 5,2 milyar dolarlık bölümünü üç ülke; Hollanda, Fransa ve ABD elinde tutuyor. Sonuç olarak ülkemiz tarımının tohum gereksinimi giderek büyüyen oranda dövize endeksli olarak uluslararası tohum ve pestisit tekellerinin kontrolüne bırakılmıştır. Dünyada çok uluslu tohum ve pestisit tekelleri büyüdükçe küçük aile çiftçiliği ya da başka bir deyişle orta ve az topraklı köylülüğün tarım üretimine devam edebilme olanağı giderek yok olacaktır. Çünkü bu tekellerin büyümesi büyük ölçekli endüstriyel şirketlerin ortaya çıkmasına ve tarımsal üretimi kontrol altına almasına yol açmaktadır ve açmaya da devam edecektir.

Kaynaklar

Bingöl Ş., Meçik O. (2021). Yeni kapitalizm ve Türkiye’de tarım sektörünün dönüşümü. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 23, Sayı: 1; 586-605.

Boratav, K. (2015). Türkiye İktisat Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi.

Özkaya T. (2007). Tohumda tekelleşme ve etkileri. Tarım Ekonomisi Dergisi; 13(2),39 – 48.

TC Tarım ve Orman Bakanlığı, (2021). Bitkisel üretim verileri. Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü (tarimorman.gov.tr) (erişim tarihi: 16.04.2022)

Tekeli, İ. (2019). Cumhuriyet dönemi boyunca kırsalın geçirdiği dönüşüm ve kırsaldan kopuş, Efil Ekonomi Araştırma Dergisi, 2(6), 8-49.

TÜİK, (2019). Tarım istatistikleri: sorularla resmi istatistikler Dizisi-5, Türkiye İstatistik Kurumu Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası.