Kadınlar hem Türkiye’de hem de dünyada çok ağır ve katmanlı sorunlarla karşı karşıya, özellikle de emeğiyle geçinmek zorunda olanlar. Temelde kapitalizmden kaynaklanan bu sorunların kapitalizm içinde çözülemeyeceği doğru ancak acil çözüm bekleyen sorunlarımızdan bir kısmı için bugünden yapılabilecekler olduğu da doğru. Yani mücadele edersek bugünden kazanabileceklerimiz var.
Bugünün değiştirilmesi ve iyileştirilmesi söz konusu olduğunda ise artık neredeyse herkesin söylediği bir gerçek var: Türkiye’de mücadele uzunca bir süredir sandığa kilitlendi. Bu değiştirilemediği oranda siyaset içeriksizleşerek aynılaşmaya, seçimler bir aritmetik jimnastiği olmaya ve insanlar gündelik yaşamlarındaki değişimi, iyileşmeleri sandıktan beklemeye devam ediyor, edecek de.
En son 31 Mart yerel seçimlerinde de aynısı oldu. Sol partilerin kazanmaya yakın olduğu belediyeler heyecan yarattı, kazanılan birkaç yerde insanlar umutlandı, beklentileri arttı. Ne güzel. Üstelik belediyeler söz konusu olduğunda dar da olsa bir oyun alanı var. Yani ilkeli, planlı ve halkçı bir belediyecilik ile kentte pekâlâ bir şeyler iyileştirilebilir, beklentiler bir miktar da olsa karşılanabilir. Özellikle de kadınlar için. Örneğin bakım yükünü kadınların üzerinden alacak yaygın ve ücretsiz belediye kreşleri, şiddete karşı kurulacak bir destek birimi ya da kadın istihdamını artıracak kimi önlemler ilk aklıma gelenler. Ama, insanların umutlanmasına vesile olan bir belediyenin, temel işlevi mikro-kredicilik olan bir vakıfla ve bir şirketle yan yana gelip “kentteki kadınlar yararına güzel şeyler yapacağız” diyeceği, doğrusu benim aklıma gelmezdi. Hatay Samandağ Belediyesi’nin Oxfam KEDV (Kadın Emeğini Güçlendirme Vakfı) ve MEY İçki ile birlikte yürüttüğü “Gastronomi Köyü” projesinden söz ediyorum.
Projeyi ve detayları Cumhuriyet yazarı Zeynep Oral’ın köşesinden okumak mümkün.1 Yazıdan anlaşılan, proje 6 Şubat depreminden önce Samandağ Kadın Kooperatifi ile Samandağ Belediyesi arasında başlatılıyor, ancak belediyeden kiralanan bina depremde hasar görüyor ve proje yarım kalıyor. Şimdi ise “sürdürülebilir bir gelecek ve Samandağlı kadınların liderliğinde bir turizm merkezi” için Oxfam KEDV ve MEY İçki de projeye dahil oluyor. 20 dönümlük bir arazi köy haline getirilecek ve şehir dışından ziyaretçilerin gelip konakladığı, geleneksel yemekleri tattıkları, belli ki “köy hayatını deneyimledikleri” bir turizm mekanı olacak. Bu mekanda da, şimdilerde gastronomi eğitimi alan Samandağlı kadınlar çalışacak.
Projeye katılan kadınların heyecanını tahmin edebiliyorum, depremin alt üst ettiği kentte kadınların emek verecekleri işlere sahip olmaları başlı başına mutluluk verici. Ancak Samandağ Belediyesi’nin bir sermaye grubuyla ve 90’lı yıllarda yıldızı parlayan bir uluslararası yardım kuruluşuyla, kadın meselesinde “işbirliği” yapmayı tercih etmesi kaygı verici.
Yıllarca toplumun en yoksul kesimlerine, özellikle de kadınlara bir kurtuluş reçetesi olarak pazarlanan mikro-krediciliğin veya buna dayanan herhangi bir projenin Samandağlı kadınlara bir kurtuluş olacağından şüphe duyulmalı.
Konuya biraz daha yakından bakalım. İki ortaktan biri, Oxfam KEDV. Kurucu Başkanı, Şengül Akçar.
Sabancı Vakfı’nın sitesinde Akçar’a ayrılan sayfada şöyle yazıyor2:
“Akçar, KEDV ile Türkiye'de ilk kez gerçekleştirilen mikro-kredi uygulamasını, MAYA'yı hayata geçirdi. KEDV'in bir iktisadi işletmesi olarak Haziran 2002'de faaliyete başlayan MAYA, küçük çaplı işleri olan dar gelirli kadınlara, işlerini geliştirebilmeleri ve ekonomik hayata aktif olarak katılabilmeleri için küçük miktarlarda kredi veriyor.”
Sayfanın devamından KEDV’in kredi kaynaklarından birinin de Sabancı Vakfı olduğunu ve iki vakfın Mikro Girişimci Kadınlar İş Portalı üzerinden ortaklık kurduklarını da anlıyoruz. Türkiye’de mikro-kredinin öncüsü olmakla övünen KEDV, 2020 yılında, dünyanın en büyük uluslararası yardım kuruluşlarından olan İngiltere merkezli Oxfam’a dahil oluyor ve adı Oxfam KEDV olarak değişiyor.
İnternet sitesinde Oxfam kendisini “1995’ten bu yana yoksulluğa, eşitsizliğe ve adaletsizliğe karşı mücadele eden bir sivil toplum kuruluşu” olarak tanıtıyor. Onu benzerlerine kıyasla okura daha aşina kılan ise şu her yıl yayımlanan “dünyanın en zengin yüzde şu kadarı toplam gelirin yüzde şu kadarına el koyuyor” haberlerine kaynak olması. Oxfam’ın yoksulluğa karşı mücadelede vardığı en radikal nokta da burası. Bu raporlar Davos gibi zengin kulüplerinde “servet vergisi alınsa bari” önerilerine meze oluyor. Toplam bütçesi milyar dolarları bulan Oxfam’ın en temel gelir kaynağı da emperyalist devletler ve bu zengin kulüplerinden gelen bağışlar.
Biz, Oxfam’ın Türkiye’de kendisine ortak olarak seçtiği KEDV’e dönelim. Akçar, bir mülakatta şöyle diyor:
“Kadınlara iş ve ürün geliştirme hizmeti, mikro kredi ve pazarlama desteği sağlayarak ekonomik bağımsızlıklarını destekliyoruz. Kadın Kooperatifleri hareketini 21 yıl önce başlattık. Kadın kooperatifleri bugün hem kadın istihdamını artırma potansiyeli taşıyan önemli bir seçenek hem de kadınların kamusal alana kollektif liderlikleriyle çıkmaları için bir araç olarak benimsenmiş durumda.”
Akçar’ın sözünü ettiği kooperatif modeli, mikro-kredinin doğasına da çok uygun. Mülksüz ve borcu ödeyememe riski yüksek olan yoksullar, ancak 5-10 kişi bir araya gelip birbirlerinin borcuna kefil olduklarında mikro-kredi kullanabiliyorlar. STK’lar da tam olarak burada devreye giriyorlar, bankaya veya STK’ya karşı yüksek faizle borçlanacak insanları bir araya getirerek süreci yönetiyorlar.3 KEDV’in Türkiye’de öncüsü olduğu model, işte bu.
Akçar’ın yukarıdaki alıntıda sözünü ettiği iş ve ürün geliştirme, yalnızca işletme açmakla sınırlı değil. KEDV, tam kurulduğu ve geliştiği 80’ler ve 90’ların ruhunu taşıyor. Özal dönemini anımsatırcasına, devletin veya belediyelerin yurttaşlara ücretsiz olarak sağlaması gereken kamusal hizmetleri de iş ve ürün geliştirme yelpazesine dahil ediyor.
Örneğin bir mahallede kreş ihtiyacı mı var, birkaç kadın toplanıp KEDV’e başvuruyor, KEDV kadınlara bir kooperatif kurdurup onun üstünden kredi veriyor, bununla kreş açılıyor ve sonunda kadınlar kreş işletmesinin başına geçiyor. Günün sonunda hem kadınlar borçlanmış hem de mahalleye ücretli bir kreş açılmış oluyor. Kamusal hizmetmiş, ücretsiz kreş talebiymiş, devletin yükümlülükleriymiş, bunların esamesi okunmuyor…
KEDV kadınlara iş geliştiriyor, önlerini açıyor, hatta bu arada devlete “koşul dayatmayı da bıraksanız, mevzuatı falan rahatlatsanız” diye akıl veriyor:
“Kadın kooperatiflerine baktığımızda, bunların hepsi ciddi bir iş yapıyor. Bir kere çocuk eğitim ve bakımı gibi bir alanda kamu hizmeti veriyorlar. Çocuk yuvaları işletiyorlar. Bu alanı düzenleyen mevzuatta esneklikler sağlanabilse, hemen her mahallede kadınlar kooperatif kurabilir ve bu hizmetleri verebilirler. Örnekleri var. 20 çocuk kapasiteli bir yuva açsalar bile en az 2 kadına istihdam sağlıyor. Bu yaşlardaki çocuk sayısı dikkate alınırsa, 200 bin kadın istihdam edilebilir."4
Mikro-kredicilik, 80’lerden başlayarak estirilen devletin kamusal alandan çekilip küçülmesi gerektiği rüzgarını arkasına aldı ve 90’larda büyüyüp serpilen STK’lar aracılığıyla 2000’lerin başında Türkiye’de de yaygınlaştırıldı. Toplumun en güvencesiz kesimlerine bir çeşit yakayı kurtarma hayali olarak pazarlanan bu borçlanma yolu, hem yoksulları yeniden sisteme bağlıyor hem de devletin çekildiği kamusal alana sivil toplumculuğun girmesine yardımcı oluyordu.
Pazarlamanın hedef kitlelerinden biri de işsizlik oranlarının, sömürünün ve güvencesizliğin daima yüksek olduğu kadın emekçilerdi. Bugüne dek milyonlarca kadın, kendi işini kurma hayalleriyle mikro-kredi adı altında yüksek faizlerle borçlandırıldı ve büyük balığın küçük balığı yediği piyasa koşullarında tutunamayıp battı.
İşte STK’lar, vakıflar ve onları fonlayan sermaye grupları, kadın yoksulluğuna karşı yıllarca böyle mücadele etti… Sonra onlar gazetelerde baş köşelere taşınıp “kadın emeğinin dostu” oldular; hayal sattıkları milyonlarca kadın ise borç batağına saplandı ve kendilerine yine 3. sayfalar kaldı.
Kulağa “abartılı” gelebilecek bu durumun kanıtı, mikro-kredilerin çıkış ve çöküş öyküsü.5 Dünya Bankası ve IMF yanında uluslararası bankaların, hükümetlerin ve STK’ların içinde olduğu bu devasa mekanizmanın yoksulluğun azaltılmasıyla en ufak bir ilgisi yok, aksine kitlesel intiharlara ve yoksulların daha da yoksullaşmasına neden oluyor. Bu söylediğim ise hem saha araştırmalarıyla, hem üzerine yazılan kitaplarla hem de intiharlarla ilgili yayımlanan sayısız gazete haberiyle ortaya konmuş bir gerçek. Özellikle Hindistan’da hükümetin ve uluslararası bankaların teşvikiyle mikro-kredi kullanan, içlerinde kadınların da yer aldığı 100 bini aşkın çiftçinin intiharları en çarpıcı ve üzücü örneklerden biri.
KEDV’in kurucusu Şengül Akçar da bu modelin dünya genelinde ortaya koyduğu sonucun ne olduğunu iyi biliyor. Nitekim, Birikim Dergisi’ne verdiği mülakatta mikro-krediciliğe hep “kadınları borçlandırdığı için” itiraz edildiğini belirtiyor ve soruyor:
“Eğer kadınların bu mikro girişimlerinin kredilendirilmesine karşıysak, onlara sunduğumuz alternatif ne? Evde oturup, sosyal yardımlardan yararlanmak mı? Bence kadınların finansa erişimine itiraz etmektense, dünyadaki mikro finans sektörüne bakıp, uygulamaların yanlışlarına itiraz etmek gerekiyor.”
Öncelikle bir yanlışı düzeltelim: Sosyal yardımlarla eleştirdiği AKP de mikro-kredi konusunda tam olarak Akçar gibi düşünüyor. Özellikle iktidarlarının ilk yıllarında bizzat kendi bakanları eliyle bu işi yürüttüler, AB destekli hibe programları ve KOSGEB aracılığıyla binlerce kadını borçlandırdılar. Erdoğan 2017’de yaptığı bir konuşmasında mikro kredi uygulamasından 160 bin kadının yararlandığı ile övünüyordu.6
Diğer yandan Akçar’a göre düşük gelirli kadınların sadece iki alternatifi var, ya kredilerle borçlanıp “iş hayatına” atılarak birer girişimci olmak ya da evde oturup sosyal yardım almak. Bu dünyada işçilere yer yok.
Oysa milyonlarcamız ayın sonunu getirebilmek için köle gibi çalışıyoruz, tatil demeden, mola demeden, bazen güneşi bile görmeden… Ne kadar bıksak da her işyerinde az çok benzer koşulların olduğunu bilerek, birlikte mücadele ederek çalışıyoruz. Tam bu noktada “İşte…” diyor Akçar, “madem koşullarınız bu kadar kötü, bırakın işi, biz mikro-kredi verelim kendi işinizin patronu olun.” Mücadeleden alıkoyuyor, hayal satıyor.
Akçar’ın sattığı hayallerin her dönem alıcısı çıkıyor, çünkü hep çaresiz hisseden kadınlar bulunabiliyor.
Ama Samandağ Belediyesi’nin bir uluslararası fon kuruluşuyla bir içki şirketini yanına alıp bu işlere aracı olmasının, hayal kırıklığıyla sonuçlanabileceğini bilmek gerekiyor.
* Kadın Dayanışma Komiteleri Sözcüsü
- 1. Zeynep Oral, Gözümüz Samandağ’da, 11.07.2024 https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zeynep-oral/gozumuz-samandagda-2…
- 2. Sabancı Vakfı, Şengül Akçar https://www.sabancivakfi.org/tr/sosyal-degisim/sengul-akcar
- 3. Zeynep Beşpınar, Mikro Kredi ile Makro Yoksulluk Röportaj, 15.02.2011 https://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/mikro-kredi-ile-makro-yoksullu…
- 4. Birikim Dergisi, Şengül Akçar ile Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı ve Kadın Kooperatifleri üzerine söyleşi https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-321-ocak-2016/7437/s…
- 5. Macide Gerçek, Kadınların yoksulluğuna düzenin çözüm önerisi: Mikrokredi, 31.10.2015 https://haber.sol.org.tr/blog/serbest-kursu/macide-gercek/kadinlarin-yo…
- 6. Erdoğan’ın 25 Kasım’da yaptığı konuşma 2017 https://www.akparti.org.tr/haberler/cumhurbaskani-erdogan-in-kadina-yon…