SÖYLEŞİ | Yoksulluk artar, salgın devam eder, kışa girerken: Ruh sağlığımızı nasıl koruyacağız?

Bir buçuk yılı geride bırakan pandemi, artan yoksulluk, yaklaşan kış... Hem bireysel, hem toplumsal ruh sağlımız tüm bunlardan etkilenirken 'iyi olmak' için ne yapmak lazım?

Haber Merkezi

Pandemiyle geçen uzun bir süre, sağlığımız için devam eden tedirginliğimiz, gittikçe zorlaşan hayat koşulları, işsizlik, yoksulluk... Ülkenin ve dolayısıyla bireysel olarak herkesin geleceğine dair tedirginliğinin arttığı, kendini güvende hissetmekte zorlandığı bir dönemde mevsimin de kışa dönmeye başlamasıyla ruh sağlığımızı tehdit eden unsurlar hayli çoğaldı. Peki ruhsal dengemizi korumak, kendimizi iyi hissedebilmek için ne yapmalıyız?

Psikiyatrist Gülperi Putgül Köybaşı sorularımızı yanıtladı:

Pandemi ile geçirdiğimiz bir buçuk yılın psikolojik açıdan da yıkımlara yol açtığını biliyoruz. Bunca kaybın, acının, tükenmişliğin üzerine maskelerle, hastalanma ya da sevdiklerini kaybetme korkusuyla, belki kısıtlamalarla geçecek yeni bir kışa hazır mıyız sizce?

Pandemi sürecinin ilk günden itibaren iyi yönetilmediği ortada. Yaklaşmakta olan salgın, yöneticiler tarafından adeta yok sayıldı, gerekli önlemler alınmadı dolayısıyla toplum psikolojik olarak da hazırlıksız yakalandı. İş “korona türklere bulaşmaz” gibi akıl dışı söylemlerin yayılmasına kadar vardı. Ne olduğunu anlayamadan kendimizi büyük bir karmaşanın ve yasakların ortasında bulduk. Ardından gelen ve sayısı hızla artan ölümler, insanların yakınları ile vedalaşamadan yalnız ölümlerine ve defnedilmelerine yaptığımız tanıklık, kendimizin ya da yakınlarımızın hastalanacağına dair endişe…Eve kapanmalar, okulsuzluk, işten çıkarılmalar, yoksulluk, artan şiddet ve yalnızlık da cabası. Tüm bunlar elbetteki hem bireylerin hem toplumun ruh sağlığında derin yaralar açtı. Adlı adınca travmatik bir sürecin içinden geçtik ve ne yazık ki henüz sona ermiş değil. Sorunuza gelirsek, bir buçuk yıl öncesine göre en azından neyle karşı karşıya olduğumuza dair farkındalığımızın arttığını söyleyebiliriz. Belirsizlik kaygının en önemli tetikleyenidir ki bu süreç her aşamasında belirsizliklerle doluydu. Hastalığın daha iyi tanınması, aşıların bulunması, yaşamın kısmen de olsa normalleşmesi ile birlikte ilk döneme kıyasla kaygıda azalma olduğu ve sürece uyumun kolaylaştığı söylenebilir. Ancak bu yaralarımızın sarıldığı ya da yeni bir travmatik döneme, başka başka güçlüklere hazır olduğumuz anlamına gelmiyor.

Pandeminin getirdiği yaşam değişiklikleri toplumda eşit bir etki yaratmadı. Böyle bir eşitsizlik söz konusuyken salgının insan psikolojisine etkilerinde genelleme yapmak mümkün mü?

Kimi durumlar için genellemeler yapılabilir, örneğin bir salgının varlığı her birimizde kaygıya neden olur. Ancak bunun şiddeti, süresi, durumla nasıl baş edildiği kişiden kişiye farklılık gösterir. Bireylerin stresli durumlar karşısındaki dayanıklılığını belirleyen birden fazla etken var. Biyolojik yatkınlıklar, o güne dek maruz kaldığı travmatik yaşantılar, eğitimi, maddi koşulları, sosyal destek mekanizmaları gibi…Tüm bunlar da birbiriyle etkileşim içindedir. Dolayısıyla kişinin ruh sağlığı dediğimizde içinde yaşadığı koşullardan bağımsız bir olgudan bahsetmiyoruz. Örneğin pandemi boyunca geçim sıkıntısı yaşamamış, konforlu bir ev ortamında sevdikleriyle birlikte kalabilmiş, çocuğuna özel dersler aldırabilmiş biri ile bu dönemde işinden atılmış ya da işe gidebilmek için çocuklarını evde yalnız bırakmak zorunda kalmış veya şiddet uygulayıcısı ile eve hapsolmuş birinin etkilenme düzeyleri elbette farklı olacaktır.

10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’ydü ve bu yılın teması “Eşitliğin olmadığı bir dünyada ruh sağlığı” olarak belirlendi. Tam da geldiğimiz noktaya işaret eden bu vurguyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kapitalist düzen bir yandan eşitsizlikleri büyüten bir yandan da kendi yarattığı eşitsizlikle baş edemeyen insanları yalnızlaştıran ve hatta damgalayan bir sistem. Şiddet, tecavüz, işsizlik, yoksulluk gibi bizzat kapitalizme ait sorunların tetiklediği ruhsal hastalıklar, bireylerin kişisel meseleleri haline getirilmeye çalışılıyor. “Her işsiz kalan, her tacize uğrayan intihar mı ediyor? Madem şiddet görüyormuş o adamla işi neymiş?” gibi söylemlerin yaygınlaşması tesadüf değil. Bu vurgu, ruh sağlığı alanındaki eşitsizliklerin doğrudan sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle ilişkili olduğunun altını çiziyor. Yapılan açıklamada şu açıkça ortaya konmuş: “Yoksul ülkelerde yoksul olmayan ülkelere kıyasla ruhsal hastalıkların ortaya çıkma riski daha yüksektir. Ruhsal hastalıkların varlığı da bireylerde iş bulabilme ve çalışmayı sürdürebilme becerilerini zayıflatması nedeniyle yoksulluğu artırır.”

Pandeminin yarattığı eşitsizliklerin ruh sağlığı alanına yansımalarını daha somut örneklerle açıklayabilir misiniz?

Tahmin edileceği üzere kriz dönemlerinden en çok zayıf halkalar etkilenir, ruh sağlığı alanında da öyle oldu. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, yoksullar, göçmenler, LGBTİ bireyler, psikolojik açıdan süreçten çok daha fazla etkilendiler. Örneğin kadınların bu süreçte en önce işten çıkarılanlar olduğu, ev işleri ve çocuk bakımına ayırdıkları zamanın ikiye üçe katlandığı, okulların kapalı olduğu dönemde çocukların eğitim işini de üstlendikleri, daha fazla şiddete maruz kaldıkları gibi gerçekleri göz önünde bulundurduğumuzda neden daha fazla psikiyatrik hastalık tanısı aldıklarını anlamak zor olmayacaktır. Bu kesimler sadece daha fazla strese maruz kadıkları için değil yardım olanaklarından da daha az yaralanabildikleri için hastalanıyor. Yoksul ülkelerde insanların % 75-95’inin ruh sağlığı hizmetlerinden yararlanamadığını biliyoruz. Henüz bu toplumsal kesimlerin ruh sağlığı açısından etkilenme düzeylerini bir bütün olarak yansıtan veriler yok elimizde. Yeni araştırma sonuçları depresyon, anksiyete bozuklukları gibi psikiyatrik hastalıklarda ciddi artış olduğunu ortaya koymakla birlikte yardım alamayan önemli bir toplumsal kesimin varlığı göz önünde bulundurulduğunda istatistiklere yansıyanın ötesine bir durumla karşı karşıya kaldığımızı öngörebiliriz.

Toplumda ciddi bir güvensizlik artışı da söz konusu. Aşılara yönelik komplo teorileri ürüyor, bilimsel verilere şüphe ile yaklaşılıyor. Tüm bunların ruh sağlığı ile ilgisi var mı?

Doğasında eşitsizlik ve adaletsizlik bulunan bir toplumsal sistem, insanlığa güven içinde yaşamayı vaat edemez. Bugün insanların aklın, bilimin ışığında olana bile şüphe ile yaklaşıyor olması bizzat kapitalizme ait bir sorun. Rekabetin, başarının, güçlü olmanın işaret edildiği bir dünyaya doğuyorsunuz. İnsanların bencil olduğu, çıkarların her şeyin önüne geçtiği algısıyla büyüyorsunuz. Dayanışmanın, eşit ve adil bir dünyanın mümkün olabileceğine olan inancın küçüldüğü bir toplumun içinde yaşıyorsunuz. İnsanın içinde bulunduğu ortamda kendini güvende hissetmesi, sağlıklı bir ruhsal gelişim açısından olmazsa olmazlardan. Doğal olarak bunun yokluğunun hem insanın hem de toplumun ruh sağlığı ile yakından ilişkisi var. Pandemi iyi kötü sürmekte olan o iç dengeyi de yerle bir etti ve kapitalizm bunu da fırsata çevirmekten geriş durmadı. Bilimi değersizleştiren, alternatif tıp yöntemlerini öne çıkaran yaklaşım, bugün ayrı bir pazar olarak büyümeye devam ediyor.

Psikolojimiz ve hatta aklımız, içinde yaşadığımız toplumsal düzenle bu kadar yakından ilgiliyse, bunca eşitsizliğin içinde nasıl iyileşeceğiz?

Yanlış anlaşılmaya neden olmaması için psikolojimizi belirleyen çok fazla neden olduğunun bir kez daha altını çizmek istiyorum. Örneğin çok yoksul bir ailede, türlü zorluklar içine doğmuş olabilirsiniz ancak hem mizacınız hem de destekleyici yakın ilişkilerin varlığı oldukça sağlıklı bir ruhsal yapılanmayı oraya çıkarabilir. Ancak bu, toplumun çoğunluğunu oluşturan yoksul kesimlerinin eşitsizliklere çok daha fazla maruz kaldığı ve dolayısıyla olumsuz ruhsal etkilenmelere açık olduğu gerçeğini değiştirmez. Bizim temel derdimiz bu olmalıdır. İnsanın sağlığı, barınma hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı, bunların hiç biri kişisel becerilere ya da kadere teslim edilemez. Bazı çocukların bırakın eğitim hakkını aç kaldığı, çalışmak zorunda olduğu, tecavüze uğradığı bir dünyada kişilerin psikolojisini karşılaştırmazsınız. Ruh sağlığı hizmetlerinin herkese eşit bir biçimde ulaştırılabilmesi, yardıma ihtiyacı olan kesimlere daha fazla kulak verilmesi, damgalamanın önüne geçilmesi, psikolojik sorunların bireylerin sorunları olarak görülmesine neden olan algıyla mücadele gibi ertelenmeden yapılması gereken çok işimiz var. Öte yandan, konuştuklarımıza kendini yakın hisseden, dünyayı bu açıdan kavrayan insanların sayısı hiç de az değil. Sanıyorum iyiyi, insana yaraşır olanı savunmak ve daha fazla insana taşımak işi onlara düşüyor. Behiç Ak’ın sevdiğim bir karikatürü var, hasta doktora soruyor:

-İyileşmek için ne yapmalıyım Doktor?
-Dünyayı değiştirmelisiniz.

Hekimler, diğer sağlık çalışanları da bundan muaf değil elbette, dünyayı değiştirmeliyiz. Sadece bu çabanın kendisi bile dayanışmayı büyüteceği ve karşılıklı güveni besleyeceği için ruhsal açıdan iyileştirici olacaktır.