Türkiye Komünist Partisi bugün yayınladığı açıklamada, pandeminin de katkısıyla mevcut durumun içinden çıkılamaz haline çözüm olarak, sağlık sektörünün tamamen devletleştirilmesi önerisiyle geldi.
Biz de TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'a dün açıklanan yeni "tedbirler"i, salgının gidişatını ve mevcut durumu parti olarak nasıl yorumladıklarını sorduk.
Okuyan aşı bulunana kadar hükümetin yarım yamalak adımlarla treni sallamaya devam edeceğini, yoğun bakım kapasitesini aşmamaya çalışarak piyasayı korumayı sürdüreceklerini, burada iktidarın insan sağlığı gibi bir hassasiyetinin olmadığını söyledi.
Okuyan'ın yanıtları şu şekilde:
Bilim Kurulu’nun toplantısının ardından kabine de toplandı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan salgınla ilgili alınan yeni kararları açıkladı. Yeni kısıtlamalar içeren bu kararlar ne anlama geliyor.
Bunlara yeni karar demek mümkün değil. Hükümet bildik yöntemlerle treni sallamaya devam ediyor. Salgınla ilgili olarak başından beri iki temel kaygıları oldu, hâlâ bunda ısrar ediyorlar. İlki ve en önemlisi, sömürü düzeninin çarkları dönmeye devam etsin. Diğeri de aşı ya da ilaç bulununcaya kadar salgın yoğun bakım üniteleri iflas etmeyecek noktada tutulsun. Dün ilan edilen önlemlere baktığımızda bu iki temel hedef hemen kendini hissettiriyor. AVM’lerin açık kalması örneğin…
Peki bu önlemler işe yaramaz mı?
Sadece şu andaki artış hızını kesebilir. Dediğim gibi onlar için tek kriter, yoğun bakım ünitelerindeki doluluk. Buradaki baskıyı hafifletecek önlemler alıyorlar. Bu önlemler güçlü sermaye gruplarını, büyük şirketleri üzmeyecek, onların tepkisini çekmeyecek önlemler oluyor. Salgının yayılmasında rol oynayan mekan ve faaliyetlerden sadece bir bölümünde kısıtlamaya gidildi.
Nedir bu mekanlar?
Virüsle ilgili sürekli yeni veriler ortaya çıkıyor ve yeni iddialar ortaya atılıyor ama bilim insanlarının en fazla üzerinde durduğu işyerleri, toplu ulaşım araçları, hastaneler, alışveriş merkezleri, restoran ve kafeler, okullar, toplu ibadet alanları, taziye evleri… Bunlar için bilim insanı olmaya da gerek yok, basit bir akıl yürütmeyle buralara odaklanılabilir. Hükümet bütün bunlar içinde en kolay olanı yaparak, kapitalist sistem içinde ağırlığı az olan, sesi daha az çıkacak alanlara kısıtlama getiriyor. Restoran ve kafeler toplamda büyük bir yer tutuyor ama bunların büyük bölümü küçük işletme. Özel okulların da bir bölümü küçük sayılabilir ve zaten birçok patronun yan yatırım ya da para aklama alanı. Üstelik okulların önemli bir bölümü kamuda ve hükümet açısından zaten eğitim bir “yük” olarak görülüyor. Yine buralardan başladı kısıtlamalar.
TKP Eylül ayında eğitim hakkının korunmasını talep ederek hükümetin okulları önlem alarak açması gerektiğini söylemişti. Ancak veriler okulların açılmasından sonra salgında artış olduğunu gösteriyor.
TKP “okulları açın” demedi, “okulların açılmasını sağlayacak önlemleri alın” dedi. Hiçbir şey yapmadan “okulları açıyoruz” dediler. Göstermelik önlemlerle olmaz bu. Zaten okulları açmadılar, açar gibi yaptılar. Bu tabloda salgının yükselişinde okulların açılmasının ne kadar etkili olduğunu saptamak çok zor. Ancak hükümet piyasa ekonomisinin ruhuna aykırı hiçbir şey yapmak istemediği sürece bunlar olacak. Ne hikmetse piyasa ekonomisinin ruhuna uygun olmayan her şey bilime, akla, mantığa, toplumun çıkarlarına uygun oluyor. Biz eğitim hakkının korunması için derhal yeni kadrolu öğretmen ve eğitimci alın dedik. Yeni derslikler yapın dedik. Özel okullara el koyun dedik. Öğrencisi olmayan imam hatipleri kapatın dedik. Bunlar gerçekçi çözümlerdi. Aynı şey sağlık sistemi için de geçerli.
Nasıl bir ilişki kurulabilir? Sonuçta hastaneler kapatılamaz.
Evet hastaneler kapatılamaz. Ancak salgının en önemli yayılım kanallarından biri hastaneler. Sağlık emekçileri arasında ölümlerin bu kadar yaygın olması zaten çok şey açıklıyor. Buralarda durum içler acısı. TKP bugün sağlık alanında yaygın bir devletleştirme, istisnası olmayan bir kamucu müdahale çağrısı yapıyor. Bunu ekonominin bütün temel alanları için yapacağımız çağrılar izleyecek. Çağrımızı sağlık alanından başlatmamız ne anlama geliyor? Acil, yaşamsal bir konuya çözüm öneriyoruz. Bütün özel hastaneler kapatılmalı. Buradan başlanmalı. Sağlıkla ilgili bütün hizmet ve üretim alanları devletleştirilmeli. Hastaneler, ilaç üretimi, sarf malzemeleri üretim ve dağıtımı… Bu olmadan planlama yapılamaz, koordinasyon sağlanamaz, kaynaklar toplum yararına kullanılamaz. Sağlık emekçilerinin, sağlık çalışanlarının sömürülmesine son verilmeli. Yeni kadrolu hekim, hasta bakıcı alınmalı, çalışma koşulları iyileştirilmeli. Öyle döner sermaye, prim, hasta kotası, performans filan gibi saçmalıklar derhal uygulamadan kalkmalı. Koruyucu sağlık hizmetleri öne alınmalı. Devasa hastaneler dikerek sağlık hizmeti vermiyorsunuz, inşaat sektörüne ve akılsızlığa hizmet ediyorsunuz. Ve dahası da var. Toplumcu bir yaklaşımla örgütlenmeli sağlık hizmetleri. Bugün özel ya da devlet hastanelerinde salgının yayılmaması olanaksız. Her şey kafasızlık üzerine kurulu. Sağlık Bakanı vatandaşı duyarlı olmaya çağırıyor, oysa kendi sorumlu olduğu hastanelerdeki tablo içler acısı. Malzeme yok, çalışan sayısı az, kuyruklar oluşuyor, havalandırma sıfır. Organizasyon tamamen sıfır. Sokaktaki umursamazlığın aynısı, hatta daha fazlası hastanelerde var. Olan burada çalışan sağlık emekçilerine oluyor.
Peki ne yapılmalıydı?
Salgının başlangıç döneminde Türkiye ve diğer ülkelerde üretim durdurulsaydı, 15 günlüğüne, bir aylığına kapsamlı ve istisnaları çok daraltılmış bir sokağa çıkma yasağı uygulansaydı ve halkın emekçilerin bütün gereksinimleri eksiksiz bir biçimde karşılanıp kimsenin bir hak kaybına uğramaması sağalansaydı, virüsün yayılmasının önü alınırdı. Bunu engelleyen büyük patronlar oldu. Üstelik salgının başlangıcında henüz her tarafa yayılmamışken etkili karantina önlemleri ile salgın izole edilip, kontrol altına alınabilirdi. Piyasa tanrısı buna izin vermedi. Şimdi virüs çok yayıldı ve yine piyasa tanrısının eli her tarafta. Bütün dünyada salgın yönetimi bilimin ve toplumcu bir zihniyetin değil piyasa tanrısının elinde.
İş işten geçti mi?
Aşı ve ilaç bulunup bazı büyük ilaç tekelleri ihya edilinceye kadar dediğim gibi treni sallayacaklar. Zaten bugün bu ölçüde yaygın bir salgını kontrol altına almak için gerekli kapanmayı kaldırabilecek bir altyapısı yok kapitalizmin. Korkunç bir zenginlik birikmiş durumda uluslararası tekellerin elinde ama bir aylık bir “üretim durdurma”yı topluma açlık ve büyük bir yıkım olarak döndüreceklerdir. Kapitalizm bu kadar akılsız, insanlık dışı bir sistem. Bir sürü boyutu var bu dediğimin. Toplumsal çıkarlar gözetilmiyor, planlama yok, rekabet akılsızlığa sürüklüyor. Ancak iş işten geçmedi. Bir kere insanlık salgının da ortaya çıkardığı gerçekler ışığında kapitalizme son verme iradesini göstermeli. Bu en acil, en yaşamsal konu.
Bunun ertelenebilir olmadığı açık. İşte, devletçi-toplumcu bir ekonomi için mücadele etmek… Bunun yanı sıra bütün sektörlerde emekçiler salgına karşı haklarını, en önemlisi yaşama haklarını savunmalı.
Bunu nasıl yapacaklar? Üretim sürüyor, fabrikalar açık, işyerleri açık.
Siyasi iktidar ve sistem, “üretimi durduramam, aç kalırsın, işsiz kalırsın” şantajını yapıyorsa, emekçilerin “toplu ulaşım araçlarının sayısının radikal biçimde artırılmasını ve ücretsiz ulaşım hakkını istiyorum” demesi son derece doğaldır. İşyerlerinde her tür önlemin alınması, havalandırma sorununun çözülmesi… Vatandaşa “maske tak” deniyorsa, maske ve hijyen malzemesi ücretsiz ve yeterli miktarda dağıtılmalıdır. Evet bunlar mücadele konusudur ve deyim yerindeyse maraza çıkaracak taleplerdir. Ancak zaten maraza çıkarılmalıdır! Bu sistem çürümüştür, insanlarımızı öldürmektedir, yaşayanları ise köleleştirmektedir. Her fırsat ve konuda bu dünya düzeni ile, bu sistem ile kavga etmeli ve onu alt etmeliyiz.