SÖYLEŞİ | Prof. Dr. Mustafa Türkeş: Türkiye'nin NATO'da veto yetkisini kullanması kolay değil

İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliği tartışmaları devam ediyor. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Mustafa Türkeş konuyla ilgili soL'un sorularını yanıtladı.

Haber Merkezi

İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliği tartışmaları devam ediyor. ABD, Almanya, İngiltere gibi emperyalist merkezler iki ülkeyi birliğe katmak için çabalarken, Rusya gidişattan duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getiriyor. Türkiye'den yapılan açıklamalarsa veto yetkisini kullanarak pazarlık isteğine işaret ediyor.

ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve soL yazarı Mustafa Türkeş konuyla ilgili soL'un sorularını yanıtladı.

İsveç ve Finlandiya Batı kampında sayılmasına rağmen bugüne kadar NATO üyesi olmadılar. Buradan başlayalım, neden bugüne kadar 'tarafsız' bir pozisyonu seçtiler?

İsveç ve Finlandiya sosyoekonomik ilişkiler bakımından Avrupa Kapitalizmi içinde yer almaktadır. İsveç ve Finlandiya’nın bugüne kadar “askeri bakımdan tarafsız” kalmasının nedeni, Soğuk Savaş döneminde iki karşıt sistem (Kapitalist ve Sosyalist sistemler) arasında yaşanan mücadele ve müzakerelerin sonucuydu. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise bu mücadelesinin mirası olarak “askeri bakımdan tarafsızlık” devam etti. Bugün Batı kapitalizmi yeni bir sınamaya girişirken, Rusya sosyalizm olmadan bu sınamaya cevap vermeye niyetleniyor. Bugünkü durum, sistem içinde -kapitalizm içi- yaşanan mücadele ve müzakerelerin yansımasıdır. Elbette emperyalist hiyerarşi içinde bu aktörleri aynı ve eşit sıraya koymak eksik analiz olur, bu başka bir bahis konusudur, fakat son tahlilde Ukrayna üzerinden yaşanan çatışma, rekabet kapitalist-emperyalist sistem içinde gerçekleştiği akılda tutulmalıdır.

Peki bugün ne oldu da NATO'ya katılmaları gündeme geldi? İsveç ve Finlandiya NATO şemsiyesi altına girerek daha güvenli ülkeler haline mi gelecekler? Ne tür bir tehdit algısıyla hareket ediyorlar?

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin gündeme taşınması bu ülkelerin karşılaştığı fiili bir tehdit durumu ile açıklanmaz, çünkü böyle bir tehdit mevcut değil. Rusya’nın askeri olarak İsveç ve Finlandiya’ya askeri bir tehdit oluşturduğunu söylemek abartı olur, zira Rusya’nın askeri yeteneği Ukrayna’da sınandı ve parlak bir zaferden söz edilemeyeceği açık. Üyelik tartışmasını gündeme taşıyanlar NATO’nun önemli aktörleridir. ABD ve Almanya, İsveç ve Finlandiya yönetimlerinin kulaklarına bağırarak bunu fırsata dönüştürelim telkininde bulundular. Rusya’nın Ukrayna’da yaşadığı askeri zorluğu fırsata dönüştürmek istiyorlar. Aynı zamanda Avrupa-Amerika ilişkilerini böylesi üyeliklerle NATO üzerinden daha da güçlendirmek istiyorlar.

İsveç ve Finlandiya’nın muhtemel NATO üyelikleri bu ülkeleri daha da güvenli hale getireceğini varsaymak eksik bir analiz olur, çünkü NATO askeri olarak henüz sınanmış bir örgüt değildir. Yugoslavya, Afganistan, Libya, Suriye vb vakalar NATO’nun askeri olarak sınandığı örnekler değildir, onların hepsinde üye devletlerin birer birer tutumları sınanmıştır. Askeri olarak sınama henüz yaşanmamıştır. Şu anda sınanan Rusya’nın nasıl tepki vereceği ve üye devletlerin nasıl pozisyon alacaklarıdır. Rusya bunu sineye çekerse ardından başka üyeliklerin yeniden ısıtılıp gündeme taşınması kaçınılmaz hale gelir. Askeri nitelikte cevap vermesi durumunda büyük bir çatışmaya yol açar ki İsveç ve Finlandiya kendilerini yangının içine atmış olurlar. Rusya’nın askeri nitelikte bir cevap vermesi ihtimal dışında olmasa da bu koşullarda olası gözükmüyor. Rusya’nın bu kadar çok cephede aynı anda savaşacak imkân ve kabiliyete sahip olduğu şüpheli, bunu hayata geçirecek sistemik neden de mevcut değil. Rusya için anavatan savunması sosyalizm olmadan olmuyor. Rusya yönetiminin bu gerçeği gördüğünü varsayabiliriz, nitekim Putin’in 9 Mayıs tarihli konuşmasında 21 Şubat tarihli konuşmasında zikrettiği revizyonist tema bulunmamaktadır. Putin ve mirasyedi oligarkların sosyalizme yönelecekleri ise aldatmaca oyunundan başka bir şey olmaz. Kısacası İsveç ve Finlandiya için Rusya fiili tehdit oluşturmamakla birlikte Batı için bu bölge iyi bir labaratuvar niteliğine sahip. Sınamanın gerisinde yatan başka bir maddi neden daha mevcut, bu da Arktic alanının önemi. Bu nedenle de İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği önemlidir.

Sizce NATO'ya katılacaklar mı? Bu sadece onlara bağlı değil tabii, üye ülkelerin tamamının kabul etmesi gerekiyor. ABD, İngiltere, Almanya gibi ağır topların katılımı desteklediğini biliyoruz.

Soruyu şöyle soralım: İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini veto edebilecek güce sahip bir NATO üyesi var mı? Normatif, teknik analizlerden yola çıkarak evet her üye ülkenin hayır deme yetkisi bulunmaktadır, bunu herhangi biri kullanabilir, denebilir. Ancak bu yanıltıcı olur. Eğer kapitalist sisteme doğrudan karşı iseniz bunu yapabilirsiniz, fakat NATO üyeleri arasında kapitalizme karşı çıkmayı bırakın, eleştiri yapan dahi yok. 1966 yılında Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle de sisteme karşı değildi, Fransız ulusal çıkarlarını savunmak için mücadele ettiğini ileri sürdü, sonuçta NATO’nun askeri kanadından ayrılmak durumunda bıraktılar. Dik duruş sergileme adına bunu yaptığını iddia etse de gerçekte köşeye sıkıştırıldığı içindi. Bunu dönemin Belçika dışişleri bakanına yaptırdılar. 2009’da Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’e askeri kanada dönüş biletini Afganistan’da ABD’nin yanında, NATO şemsiyesi altında asker göndermesi karşılığında verdiler. Aşağı tükürsen sakal, yukarısı bıyık, misali. Arası yok; ya içindesin ya dışında. Dışında kalmak istiyorsan kapitalist sistemin dışına çıkmaktan başka çare yok. Bugünkü NATO üyeleri kapitalist sistemin içindeler, dışından bakabilecek yeteneğe sahip olanı var mı? Okuyucu karar versin…

Türkiye'den yapılan açıklamalara bakınca iktidarın bu süreci fırsata çevirmeyi düşündüğünü, pazarlık yapmak istediğini görüyoruz, ne dersiniz?

Sorunun cevabını zaten vermişsin, biz pazarlığın içeriği üzerine akıl yürütelim.

Basından edindiğimiz bilgilere göre Cumhurbaşkanı İsveç ve Finlandiya ülkelerinin NATO üyeliğine “gönlümüz razı değil” çünkü “İskandinav ülkeleri YPG, PKK terör örgütlerine destek vermekteler” diyerek NATO üyeliğini hoş karşılamayacakları mesajını vermiştir. NATO genel sekreteri ve ABD’nin yaptığı açıklamalar ise Türkiye daha önce söz konusu üyeliklere karşı olduğuna dair bir bildirimde bulunmadı, bu da nereden çıktı tonunda açıklamalarda bulundular ve konuşur hallederiz tavrı içine girdiler. Belki de en ciddi tepkiyi İsveç dışişleri bakanlığı verdi. Adeta tehditkâr bir tonla “abilerim seni yola getirir” türden “NATO içinde güçlü aktörler Türkiye’yi tecrit eder” “ayağını denk al” anlamına gelen açıklama yaptı. Bu arada Cumhurbaşkanı sözcüsü Cumhurbaşkanının “gönlümüz razı değil” tonlamasını yumuşatıp, açık kapı siyasetine sadık bir politikayı terk etmedik mesajı verdi.

Bu tabloda İsveç ve Finlandiya’nın terör örgütlerini destekledikleri için NATO’ya üyeliklerine ilkesel olarak karşı koyacakları sonucu çıkmıyor, müzakere için alan açmaya niyetli olunduğu mesajı veriliyor. Peki nasıl bir müzakere ve ne ile ne ilişkilendirilebilir?

Öncelikle akılda tutulması gereken nokta şu: NATO üyeliği Haziran ayı sonunda karar verilip, üye ülkelerin parlamentolarında onaylanması ile tamamlanacak kısa süreli bir süreç iken, terör örgütlerine yataklık yapanları bu tutumdan vazgeçirip buradan bir sonuç elde etmek ucu açık bir süreçtir. İkisi arasında anlamlı bir ilişki kurmak ne kadar inandırıcıdır? Türkiye yönetimlerinin veto ederiz söylemleri geçmişte çok parlak sınavlar vermediği de bilinmektedir. Tansu Çiller’in başbakanlığı sırasında, Gümrük Birliği anlaşma sürecini tamamlayınca “eğer Türkiye’yi AB’ye üye yapmazsanız biz de NATO’nun Doğu Avrupa genişlemesini veto ederiz” çıkışını blöf olarak okudular. Sistem analizi üzerinden düşünüp, ilkesel temelde veto etmeyi strateji olarak benimsemeyen hiçbir yönetimi ciddiye almazlar. Nitekim Çiller kısa süre içinde hızla geri adım attı, vetoyu unuttu. 2011 de Libya’da NATO’nun ne işi var söyleminden çark edip, NATO gücünü koruyan savaş gemilerini takviye güç olarak göndermek çok da ilkeli bir duruş sergilemediğine işaret etmektedir. Buna benzer veriler çokça bulunmaktadır.

İktidarın bugünkü çıkışı ilkesel olmaktan ziyade pazarlık yapmayı öngörmektedir. Bu müzakerenin bir tarafında NATO üyeliğini en azından parlamento onayı sürecinde ve devlet başkanı onay sürecinde geciktirmenin mümkün olabileceği bilinmektedir. Eldeki bu kozun ne ile ilişkilendirileceği önemli. Biraz önce sözünü ettiğimiz terör örgütlerine yataklık yapmak ile NATO üyeliği arasında bir ilişkilendirmenin süreçler bakımından inandırıcı olmayacağı açık, bu durumda başka türlü ilişkilendirmeler yapılacağını tahmin etmek mümkündür. Üstelik bu ilişkilendirmenin bir ayağının, NATO genişlemesini en çok isteyen ABD ve Almanya ile yapılacağını varsaymak mümkündür.

Kısacası iktidar İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini pazarlığa açmıştır. NATO genel sekreteri ve ABD yönetimi de bu pazarlığa ilkesel olarak karşı olmadıklarını yumuşak bir dille ifade ettiler. İlerde nasıl bir tonlamaya dönüşür, henüz belli değil. Bu pazarlığın mali yönü olacak mı? Mali açıdan sıkışık bir aktörle nasıl ilişki kurulur bunu Batı en az üç yüzyıldır bilir. Suriye’de nasıl bir ilişkilendirme yapılacak? Bunlar ucu açık sorular, yaşayarak öğreneceğiz. Şimdilik şu kadarını söylemek mümkündür: İktidarın pazarlığı öncelikle ABD ve Almanya ile yürütmeyi deneyeceği, orada bir tıkanma söz konusu olduğunda, Rusya’nın içinde bulunduğu zorluktan faydalanıp kimi mali kolaylıklar karşılığı Rusya’ya finansal mekanizmalarda alan açmanın denenebileceği, bunun ise Batı ile gerginliği artıracağı gibi basit döngüden söz etmek mümkündür. Söz konusu pazarlık ve ilişkilendirmenin Türkiye’yi karşı karşıya kaldığı, bıraktırıldığı, açmazdan çıkaracak boyuta ulaşması ihtimal dışındadır. İster Batı ister Rusya yönetimleri, ikisi de Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya devam edecektir. Suriye konusu pazarlığın bir parçası haline getirilirse yeni bir göç dalgası ile karşı karşıya kalmak da mümkündür. Marifet bu duruma düşmemektir.

Bu iki ülkenin NATO'ya katılım gündemiyle birlikte Rusya'nın Ukrayna'da başlattığı savaşın bir hesap hatası olduğunu iddia edenler daha yüksek sesle konuşmaya başladı. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?

Ukrayna’da yaşanan savaşın esas itibarı ile ABD ile Rusya rekabetinin ürünü olduğu her gün daha net görünüyor. Rusya yönetimi -başka çaremiz kalmadığı- için güç kullanmak zorunda kaldık diyor. Söylem düzeyinde haklı olabilir ama marifet tam da bu noktada. Marifet kardeş dediği halka karşı güç kullanmadan bu sorunun üstesinden gelebilmektir. Rusya yönetimi esas itibarıyla bu noktada ciddi bir hata yaptı. Güç kullanmayı tercih etti. Bunu yaparken Rus milliyetçiliğine göndermeler yaptı ve kapitalist-emperyalist düzen hiyerarşisi içinde kendisini büyük güç olarak konumlandıracağını umdu. Kısmen başarılı da oldu; unutmayalım ABD ile Rusya arasında nükleer silahlar alanında halen ciddi bir ilişki mevcut, Avrupa kapitalizmi enerji meselesini halen çözebilmiş değil, Rusya kendisine karşı uygulanan yaptırımlardan kaçınabilmek için alternatif döviz ve para politikasını hayata geçirebiliyor. Bütün bunlar Rusya’nın kaybettiğine değil kısmen başarılı olduğuna işaret ediyor, asıl kaybettiği nokta kazanımlarını kardeş halk dediği insanların ölümü pahasına gerçekleştiriyor olması. Asıl hesap hatası burada. Putin sosyalizmin mirasını hoyratça harcadı, halen de harcıyor. Asıl hata burada.

İsveç ve Finlandiya'nın askeri bir birliktelik olan NATO'ya katılımı, NATO-Rusya geriliminin bundan sonraki sürecine dair bize ne söylüyor? Daha gerilimli bir Avrupa mı beklemeliyiz?

Öncelikle şunun altını çizmek istiyorum: NATO salt bir askeri savunma örgütü değildir. NATO kapitalist sistemi koruyan askeri bir örgüttür. Üye ülkelerin yalnızca askeri özelliklerini biçimlendirmekle kalmaz, üye ülkeler arasındaki askeri, savunma sanayi ilişkilerini de hiyerarşik ilişki içinde tutulmasını sağlar. Savunma sanayi kompleksleri bakımından İsveç ve Finlandiya zaten Batı kapitalizminin içindeydiler, Sovyetler Birliği ile çatışmayı göze alamadıkları için “askeri tarafsızlık” tutumunu benimsemişlerdi. Batı kapitalizmi, Rusya kapitalizminin yaptığı temel hatayı fırsata dönüştürmek istiyor. Rusya yönetimi Avrupa kapitalizminin Rusya’ya güvenlik ve savunma sanayi konularında müzakere alanı açacağı varsayımından hareket etti. Eğer Avrupalı aktörler böyle yapıp Rusya’ya Avrupa güvenliği konusunda alan açsalardı, ABD’nin yönlendirmesinin peşine kapılmasalardı resim başka olabilirdi, kısmi bir istikrar olabilirdi. Fakat şimdi, Avrupa’nın yakın gelecekte istikrara kavuşması kolay gözükmüyor. Avrupa’nın en önemli yanlış hesabı, Rusya’ya hızla diz çöktürebilecekleri varsayımıdır. Rusya’nın hızlı başarı elde ederiz hesabında bulunan hatalı analiz Avrupa’nın hesabında da mevcut. Avrupa’da gerilimin azalmayacağını, hatta artacağını tahmin etmek yanıltıcı olmaz.