Hayat pahalılığı ve yoksullaşma her gün biraz daha derinleştikçe; enflasyon, işsizlik, raflardaki ürünlerin fiyatları vb. birçok başlık gündelik yaşamımızda, kaçınılmaz olarak, daha fazla yer tutuyor.
Uzun süredir; kur yükselişleri, zam haberleri ve ücretlerdeki erime üçgeninde yaşayan emekçilerin, TÜİK başta olmak üzere, ‘kamu’ kurumlarının açıkladığı verilere güveni ise her gün biraz daha azalıyor.
TÜİK verilerine duyulan güvensizliğin sebep/sonuçlarını, alternatif araştırmalarda ortaya çıkan oldukça farklı tabloyu ve reel ücretlerdeki büyük erimeyi Prof. Dr. Aziz Çelik ile konuştuk.
'Kamu kurumlarına duyulan güvensizliğin artışı ciddi tehlikeler barındırıyor'
-Önce genel tabloya dair bir soru sorarak başlamak istiyoruz. Hepimizin malumu, birçok farklı başlıkta resmî kurumların açıkladığı verilere karşı güvensizlik çok yoğun. Son zamanlarda enflasyon oranları açıklamaları sonrası TÜİK nezdinde bu güvensizlik had safhaya çıktı. Hatta öyle ki toplumun büyük kısmı ENAG verilerine daha kolay ikna olmayı tercih ediyor. Bu güvensizlik ve sonuçları bize ne anlatıyor?
TÜİK verilerine dönük güvensizlik çok açık ve bunun doğrudan halkın ekmeğiyle ilgisi var. Yurttaşlar hissettikleri enflasyonu TÜİK verilerinde göremiyor ve sonuçta TÜİK’e güven duymuyor.
Öncelikle, hali hazırda kamuya, kamu kurumlarına ve TÜİK’e karşı duyulan güvensizliğinin sebeplerine bakmak gerekir. Bunun elbette siyasal iktidarın 20 yıllık politikalarının toplamıyla ilgisi var.
İktidarın özerk veri ve araştırmalar üretmesi gereken kamu kurumlarını siyasi vesayet ve güdüm altına alması, özerkliklerini yok etmesi tehlikeli sonuçlar doğuruyor. Bir yandan hatalı veriler ortaya çıkıyor öte yandan TÜİK ve benzeri kamu kurumları üzerinde siyasi vesayetin yoğunlaşması, toplumda kamu hizmetine ilişkin bir güvensizlik yaratıyor, toplumu kamuculuktan uzaklaştırıyor. Toplumda kamuya karşı güvensizlik duygusu artıyor.
Bu güvensizliğe yaslanarak kamusal sağlık, kamusal eğitim, sosyal güvenlik gibi temel meselelerde, temel sosyal haklarda ‘ticarileşme”, “özelleştirme” saldırıları artıyor.
Geçmişte de çok örneğini gördük bunun. Sosyal güvenlik ‘reform’u hamleleri yapılırken en çok söylenen şeylerin başında kamu hastanelerinin kötü ve işlevsiz olduğu geliyordu. “Doktorlar hastalarla ilgilenmiyor” tarzı söylemlerle köpürtülen kamuya güvensizliğin karşısına da çözüm olarak hastaların müşteri olarak görülmesi gibi piyasacı politikalar çözüm olarak sunuldu.
O yüzden bu konuda özenli davranmak gerektiğinin tekrardan altını çizmekte fayda var.
TÜİK verilerine karşı duyulan haklı tepkilerin bir kamu hizmeti olan kamusal bilgi toplanması, kamusal bilimsel araştırmalara karşı bir noktaya savrulması kaçınılması gereken bir tutumdur. Kaliteli, bilimsel kamusal veri toplanması talebinden vazgeçmemeliyiz.
'Bağımsız, özerk bir kamusal düzlem dışında topluma sağlıklı veri ulaştırma yolu yok'
Peki TÜİK gibi veri/istatistik çalışmaları yapan kamu kurumlarına duyulan güvensizlik ve verilere dair yürüyen şaibeler her dönem bu kadar yoğun muydu?
Yukarıda altını çizdiğim kısım ile ilişkilendirerek cevap verirsem daha bütünlüklü olur. Şöyle ki, eğer büyük veri toplama/derleme işi özel sektöre ve şirketlere veya şirketlerin desteklediği kurumlara bırakılırsa, sermaye, kendisine dokunan verileri toplamaktan ve yayımlamaktan kaçınır. O yüzden bağımsız, özerk bir kamusal düzlem dışında topluma sağlıklı veri ulaştırma yolu yok.
Kaliteli, sağlıklı ve nitelikli bilginin sağlanması açısından kamu kurumları geçmişte önemli işlevler gördü Cumhuriyet’ten bu yana bir kamusal istatistik kurumu var. 1960’lardan bu yana Devlet Planlama Teşkilatı gibi örnekler var.
DPT, TÜİK gibi kamu kurumlarının ciddi bir kamusal bilgi birikimi anlamına geliyordu. DPT’yi yok ettiler. TÜİK üzerinde siyasi vesayet arttı. O yüzden bugünkü tepkileri ve iktidar politikalarının toplamından ortaya çıkan güvensizliği bu kurumların bütün tarihine ve oralarda çalışan nitelikli uzmanlara mal etmek açıkçası büyük haksızlık olur. TÜİK önemli bir kamusal birikime sahip bir kurum ve özerk çalışabilse çok yararlı işler yapabilir. Asıl sorun TÜİK ve benzeri kamusal bilgi ve araştırma üreten kurumsal üzerindeki siyasi güdümdür. Bu kurumların özerkliklerinin ortadan kalkmasıdır. Bunun bir diğer örneği üniversitelerdir.
DPT gibi bir kurumu tasfiye eden iktidarın zihniyeti sorgulanmalıdır. Bugün DPT’nin yokluğunun büyük acısını çekiyoruz.
DPT kapatıldıktan sonra yerine kurulan Strateji Bütçe Başkanlığı’nın çalışma biçimi ve paylaştıklarına bakmak yeterli olacaktır. Örneğin SBB verilerinde ücret serileri Aralık 2002 ile (AKP’nin iktidara gelişi) başlatılmaktadır. Bu olacak iş değil.
‘Bu kadar önemli konularda daha doğru bilgiye ulaşma isteği toplumsal haktır’
-Verilere gelecek olursak, enflasyonu en son yüzde 70 olarak açıkladı TÜİK. Ancak ENAG’ın açıkladığı enflasyon ise yine çok üstünde oldu ve yüzde 156 olarak açıkladı. Bu veriyi baz alarak sorayım. Bu kadar farklı sonuçların çıkması nasıl mümkün oluyor?
Her şeyden önce hangi verileri kullanırsanız kullanın bu kadar büyük bir makasın, farkın oluşması mümkün değil. Bu farkın izah edilmesi gerekir.
Ülkede resmi veri toplama, araştırma yapma ve yayımlama konusunda uzun süredir ciddi sorunlar yaşanıyor. Devlet Planlama Teşkilatı’nın kapatılması, TÜİK üzerinde artan baskı ve güdümleme çabaları resmi verilere ilişkin ciddi bir güvensizlik yaratıyor. Bu durum alternatif veri derleme ve yayımlamayı daha da önemli hale getiriyor.
Dolayısıyla ENAG’ın bu boşluğu doldurma ve alternatif enflasyon hesaplama çabalarını çeşitli soru işaretlerim saklı kalmak kaydıyla, kıymetli buluyorum. Nihayetinde toplumsal yaşamın en belirleyici konularında daha doğru bilgiye ulaşılması çok önemli. Enflasyon hesabı halkın ekmeği demek. O yüzden doğru hesaplanması son derece önemli. Kamu dışındaki kurumların, enstitülerin, akademinin ve bireylerin de kamunun paylaştığı bilgilerle ilgili veri toplama, değerlendirme ve çalışma yapma hakkı vardır ve oldukça kıymetlidir. Bu yönde çabaları mahkemeler yoluyla susturmaya çalışmak kabul edilemez. O nedenle TÜİK’in ENAG’a karşı takındığı tutum anlaşılır değildir, kabul edilemez.
'ENAG’ın da metodolojisin ayrıntılarını kamuoyuyla paylaşması gerektiğini düşünüyorum'
Soru işaretleriniz neden peki?
‘TÜİK’in işsizlik verileri ile yıllarca yakından ilgilendim. Geniş tanımlı işsizlik tartışmasını ısrarla yürüten az sayıdaki insanlardan biriyim. Uzun uğraşlar sonucunda geçtiğimiz sene TÜİK, sonunda, geniş tanımlı işsizliği hesaplamanın içine dahil etti. Dolayısıyla TÜİK verilerinin ve metodolojinin eleştirilmesi ve alternatifler önerilmesi ve TÜİK’in de bunları dikkate alması önemlidir. Ancak bu noktada TÜİK’i eleştirenlerin ve alternatif üretenlerin şeffaf davranması ve kendi metodolojilerinin ayrıntılarını kamuoyuna açıklaması gerekir.
TÜİK’in ENAG’ı susturma girişimlerine karşı çıktım ve bu konuda yazılar yazdım. Mahkemelerin ENAG’a tedbir kararını reddetmesinden sonra daha net konuşabiliriz.
ENAG’ın da metodolojisin ayrıntılarını kamuoyuyla paylaşması gerektiğini düşünüyorum. ENAG’ın TÜİK üstünde oluşturduğu basıncın faydalı olduğunu düşünüyorum. Ancak bir şeyin faydalı olması, bilimsel esasları göz ardı etmemize neden olmamalı.
ENAG’ın hem güvenirliliğinin sağlamlaşması hem de metodları hakkındaki belirsizliği ortadan kaldırılması açısından yapması gereken budur. Derledikleri mal ve hizmet sepeti TÜİK ile aynı ise aradaki farkın izahı olmalı. Bu nedenle ENAG fiyatları nereden ve nasıl derlediğini sepetteki mal ve hizmetlerin fiyat listesini ve hesaplama metodunun ayrıntılarını açıklamalıdır.
Evet TÜİK’ın metodolojisi daha kapsamlı ancak o da yeterli değil. TÜİK oldukça geniş yelpazede topladığını iddia ettiğini fiyatları nereden ve nasıl derlediği konusunda şeffaf değil.
TÜİK’de yetersiz de olsa bir metodolojisi, bir liste görebiliyoruz. Bunları ENAG’da da görebilmeliyiz.
Ayrıca aynı ürünlerin baz alındığını hesaba katarsanız (ENAG’ın beyanı bu yönde) aylık fiyat listesi yayınlayan ENAG’ın, bir önceki ve sonraki ayların fiyat listelerini de paylaşması gerekir.
TÜİK’e göre peynirin fiyatı nedir, ENAG’a göre nedir’ ve bu fiyatları nereden derliyorlar. Bunu görebilmemiz lazım.
'İşçinin hissettiği enflasyon zenginin hissettiği enflasyon aynı olabilir mi?'
Önemli olduğu kuşkusuz ancak enflasyon rakamlarının üzerinde dururken başka başlıkları göz ardı etme tehlikesi de yok mu sizce?
Kapsamlı bir konu olduğundan sadeleştirerek gitmek daha sağlıklı. Öncelikle enflasyonun hesaplanma kısmında gözden kaçmaması gereken nokta var. TÜİK’in hesapladığı enflasyon tek tip enflasyon. Ancak tek gelir grubu olmadığından ortaya çıkan rakamların yanıltıcı olduğu diğer nokta da burası. Somut örnek vermek gerekirse; emeklinin hissettiği enflasyon ile işçinin hissettiği enflasyon zenginin hissettiği enflasyon aynı olabilir mi? İhtiyaçlarını karşılama durumlarından, seçili ürünleri alım güçlerine kadar farklı oranda yaşıyorlar enflasyonu. Toplumun tüm gelir gruplarını düşünürsek örnekleri çoğaltabiliriz. Enflasyonun sınıfsal etkileri göz ardı edilmemeli.
'Ben de bunun uzak olmadığı kanaatindeyim'
Son günlerde bilhassa gıdada raflara hızlıca yansıyan bir zam dalgası yaşandı. Türk lirasının değer kaybı son günlerde yine hızlanma eğiliminde. Bütün bunların yakın tarihte TÜİK’in bile üç haneli enflasyon açıklayacağı dönemi işaret ettiği de konuşuluyor. Katılıyor musunuz bu çıkarıma?
Üç haneli enflasyonun bu kadar gündem olması öncelikle psikolojik bir sınırı temsil ediyor olması ile ilişkili. Bu ülke üç haneli enflasyonu 20 yıldan daha fazla süredir, en azından resmi açıdan bile, görmedi ve şimdi sınırına dayandı. Ben de bunun uzak olmadığı kanaatindeyim. Göstergelere baktığımızda yıl sonunu bu senaryo ile karşılarız. Ayrıca ÜFE ve TÜFE farkın giderek kapanacağını ve TÜFE’nin ÜFE’ye doğru yükseleceğini söyleyebiliriz. ÜFE’nin bu kadar yüksek seyrettiği bir noktada TÜFE’nin yerinde sayması beklenemezdi. ÜFE’ye baktığımızda zaten üç hanelere çıktığını görüyoruz. Bu nedenle enflasyonun varacağı yer de bugünden bellidir. Zaten şimdiden üç haneyi geçen mal ve hizmet grupları var. Gıda yüzde 90’larda iken, ulaşım enflasyonu yüzde 105.
Aslında burada kritik olan şey enflasyon oranından da öte pahalılıktır. Enflasyon tartışılırken bunun unutulmaması, asıl sorununun tespiti önemli. Enflasyon fiyatlarda artış ve şişmeyi temsil ediyor. Asıl sorun emekçilerin ücretlerindeki, gelirlerindeki ve ücretlerin enflasyon karşısında korunamamasıdır. Düşük enflasyon dönemlerinde emekçinin gelirini korumak görece daha kolaydır. Enflasyon yüzde 5 iken yüzde 6’lık zam ile reel ücret artışı sağlanabilir.
Ancak bugünkü gibi olağanüstü yüksek enflasyon dönemlerinde ücretleri ve emek gelirlerini korumak oldukça zordur. Fiyatlar her an artarken emek gelirleri 6 ay veya yılda bir artabiliyor. Bu durum emek gelirlerinin yüksek enflasyon karşısında ezilmesi anlamına geliyor. Ücretlerin erimesi gelir bölüşümün bozulmasına ve ne yazık ki şiddetli bir yoksullaşmaya yol açıyor.
-Son sorum son günlerde gerek hükümet gerek diğer kesimlerde konuşulan asgari ücrete ikinci zammın yapılıp yapılmayacağı ile ilgili. Asgari ücretteki erimenin ikinci zam ile toparlanması mümkün mü?
2022 başında, asgari ücrete yüzde 50 oranında zam yapıldı öyle değil mi? Ancak bugüne geldiğimizde ilk dört ayın sonundaki ücret kaybı, toplamı 3500 lira civarında. Enflasyon her an artarken emekçilerin ücreti, maaşı senede bir kez ya da 6 ayda bir artıyor. Yani kayıp her ay yaşanırken, düzeltme hamlesi bir ya da iki kez olmuş oluyor. Durum ve işleyiş böyle iken çözüme ulaşması mümkün olabilir mi? Yüksek enflasyon dönemlerinde yapılan zamlar kayıpların karşılanması için yeterli olmuyor. Yüksek enflasyon dönemlerinde ücrete zam aralıklarının sıklaşması ve kayıpları karşılayacak bir ücret politikası gerekiyor. Örneğin asgari ücrete yılda iki veya üç kez zam yapılmalı ve diğer ücretler de aynı oranda artırılmalıdır.
Bu noktada baştaki soruna dönmekte yarar var. En önemli hususlardan biri enflasyonun doğru ölçülmesidir. Eksik enflasyon ölçümü halkın ekmeğinin çalınması demektir.