SÖYLEŞİ | 'Metin gerçekleri duyurmak isteyen inatçı bir gazeteciydi, payına ölüm düştü'

8 Ocak 1996 günü gözaltına alınıp işkenceyle öldürülen gazeteci Metin Göktepe’yi ölümünün 26. yılında o dönem Gerçek dergisinde beraber çalıştığı gazeteci-yazar Orhan Gökdemir ile konuştuk.

Ali Mert Canel

Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe, 8 Ocak 1996'da gözaltındayken polislerce katledildi. 

Göktepe katledildiğinde 28 yaşında, halka gerçekleri ulaştırmayı düstur edinmiş bir gazeteciydi. "Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar" diyerek, Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen tutukluların cenazesini takip etmek için Alibeyköy'e gitmişti. Ancak, basın kartı olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Yüzlerce insanla birlikte gözaltına alındı ve Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürüldü. Burada polislerin şiddetine maruz kaldı, katledildi.

Hükümet yetkilileri yaptıkları açıklamalarda cinayeti gizlemeye çalıştı. 

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını; Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını ancak sonra çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düştüğünü; İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.

İşkenceyle öldürülen gazeteci Metin Göktepe’yi ölümünün 26. yılında o dönem Gerçek dergisinde beraber çalıştığı gazeteci-yazar Orhan Gökdemir ile konuştuk. 

'Hepsini göze almadan gazetecilik yapmanın imkanı yoktu'

Metin Göktepe, Sivas'ta yoksul bir emekçi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Yoksul bir emekçi ailenin çocuğunun İstanbul'da öğrenci ve işçi hareketlerinin yoğun olduğu bir dönemde gazeteci olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Yoksul emekçi çocuklarının her şey olabildiği Cumhuriyet döneminin son kuşağındandır Metin. 1986’da o liseyi bitirdiğinde bizim kuşak üniversiteden belgemizi yeni almıştık. Demek ki onun lise eğitimi ve bizim üniversite eğitimimiz 12 Eylül karanlığına denk düşmüş. Cunta, korku ve dehşet yayarak, tuttuğunu işkencehanelerine, cezaevlerine doldurarak solculuğumuzu silmeye çalışıyordu. Hepimiz bir yol arıyorduk. Galiba gazetecilik yapmak o yollardan biriydi.

Gerçeği takip edebileceğimizi, bulduğumuzda yazıp herkese duyurabileceğimize inanıyorduk. İşe koyulduğumuzda başka bir savaş alanının içine düştüğümüzü anladık. 1987’de işe başladığımda koyu bir sansür vardı. Sansüre rağmen ısrar edenleri davalar ve uzun cezalar bekliyordu. Toplumsal Kurtuluş’ta birkaç sayının ardından hepimizi toplayıp cezaevine tıktılar örneğin. İşin cilvesiydi bu. Hapsi göze almadan gazetecilik yapmanın imkânı yoktu.

Ama 1990’lı yıllarda iç savaş daha da alevlendi. İktidarı ellerinde tutanlar ceza tehdidiyle ön alamayacağını anladı. Bunun üzerine gazeteci cinayetleri başladı. Metin Göktepe’nin hikayesinin arka planı bu.

'Ne yapıp edip bir fotoğraf makinesi edinmişti, ama pabucunun altı delikti'

Yoksul bir köylü çocuğuydu Metin. Bir bakıma çoğumuz öyleydik. Metin’le benzer bir hikayemiz var. Çocukluğumuzun ilk yılları kırsala aitti. Sonra ailelerimiz göçüp geldi. Benimki 1960’lı yılların, Metin’inki 1980’li yılların sonunda. Gerçek dergisinde haber müdürüydüm, Metin birkaç arkadaşıyla birlikte staja geldi. Hatırlıyorum, ne yapıp edip bir de fotoğraf makinesi edinmişti. Ama pabucunun altı delikti. Yazda, kışta o pabuçlar giyilirdi üstüne. 

'Haber kovalamaya çıkmak dövülmeyi ve gözaltına alınmayı kabul etmekti' 

Nuray Sancar ve Tevfik Taş’la yazı işlerini tutuyorduk, Metinler hep dışarıdaydı. İçerisi korunaklı değildi ama dışarısı şiddetle burun buruna yaşamak anlamına geliyordu. O şartlarda işe başladı bu çocuklar. Haber kovalamaya çıkmak dövülmeyi, gözaltına alınmayı başından kabul etmek anlamına geliyordu.

'Hizbulkontra Namık Tarancı’yı pusuya düşüp öldürdü'

Metin Göktepe gazeteciliğe Gerçek dergisinde başladı. Siz de orada haber müdürüydünüz. O yıllarda neler yaşandı? Dergide neler yaptınız?

Unutuluyor, hatırlatayım, Gerçek’teki tek kaybımız değil Metin. Ondan önce, 1992’de Diyarbakır muhabirimiz Namık Tarancı’yı aldılar aramızdan. Şairdi Namık. Sanırım Cahit Sıtkı Tarancı’nın akrabasıydı. Diyarbakır’da, bütün Kürt bölgesinde Hizbullah adındaki dinci örgüt devlet desteğinde terör estiriyordu. Kürt halkımız, yerinde bir adlandırmayla bu örgüte “Hizbulkontra” adını takmıştı. Kontrgerilla’nın uzantısı olduğunu erken teşhis etmişti. Namık bir uç yakaladı, Hizbulkontrayı onun kalemiyle birkaç kez derginin manşetine çıkmayı başardık. Sonra bir gün Namık’ı pusuya düşürüp öldürdüler.

Gerçek, Sultanahmet’in arka sokaklarında hazırlanıyordu. Namık’ın öldüğü gün derginin etrafını kuşattılar. Ne girmek mümkün ne çıkmak. O gün sırf dışarıya çıkmaya teşebbüs ettiğim için iki muhabirle birlikte geceyi gözaltında geçirdik.

'Bir avuç inatçı gazeteci duyurmak için inat ediyordu. Bazılarımızın payına ölüm düştü'

Metin sokakta insanların öldürüldüğü, faili meçhul cinayetlerin yaşandığı bir dönemde gazetecilik yapmaya çalışıyordu. Cezaevinde öldürülen tutukluların haberini yapmaya çalışılırken öldürüldü. 1990'lı yıllarda hangi koşullar altında gazetecilik yapılıyordu?

O yıllar gazeteci cinayetlerinin doruğa çıktığı yıllardı. Gazeteler bombalanıyor, gazeteciler hapse tıkılıyor, olur olmaz zamanlarda gözaltına alınarak taciz ediliyordu. Bazen haftanın birkaç gününü karakolda geçiriyorduk sebepsiz yere. Şimdiki gibiydi her şey, gazetecilik değil bir tür örtülü savaştı yaptığımız. İyi saatlerde olsunlar gerçekler duyulmasın istiyordu, bir avuç inatçı gazeteci duyurmak için inat ediyordu. Bazılarımızın payına ölüm düştü.

'Metin’i tanıyorlardı, her gösteride hazır bulunurdu'

Metin Göktepe'nin öldürülmesinden sorumlu polisler 'Rahşan affı' diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanarak toplam 1 yıl 8 ay yatmışlardı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Neden öldürdüler Metin’i? Cezaevinde öldürdükleri iki tutuklunun cenazesine katıldığı, izlediği için. Bin kişiye yakın insanla birlikte gözaltına aldılar Metin’i. Tutsakları öldürdükleri yetmemiş, cenazelerini de sessizliğe gömmek istemişlerdi. Çok kışkırtılmıştı o gün polis. Metin’i tanıyorlardı, her gösteride hazır bulunurdu çünkü. O gün “özel muamele” yapmaya karar verdiler. Demek ki öldüresiye dövdüler. Döverken kimsenin hesap sormayacağından emindiler. Ama tepki ummadıkları kadar büyük oldu. Bu sefer merkez medya da olayı görmezden gelmemişti çünkü. 

'Hepimiz duvardan düşüp duruyorduk. Duvar devletin ta kendisiydi'

Tepki büyüyünce “duvardan düştü” dediler. Doğruluk payı vardı bunda, hepimiz duvardan düşüp duruyorduk. Duvar devletin ta kendisiydi nihayetinde. Rahşan affı, şu bu, işkence veya cinayet sebebiyle kolluk kuvvetlerine dava açmak çok güçtü.

'Suçluların cezasız kalması işkence ve cinayetin bir devlet politikası olduğunun kanıtıdır'

Metin Göktepe davası ender davalardan biri oldu. Polisler yargılandı da. Ama yargı mekanizması yargılama süresince gayet lakayttı. Polislerin cezasız kalacağı belliydi ta başından. Şu veya bu şekilde cezasız kaldılar. Suçlu kolluğun cezasız kalması doğrudan işkence ve cinayetin bir devlet politikası olduğunun kanıtıdır. Devlet yapar, memurlarını kışkırtır, motive eder. Sonra bir terör ortamı yaratırlar, en kolay hedef gazetecilerdir genellikle.

'Göktepe’yi öldüren polisin 1970’li yıllardaki ülkücü çeteden tek farkı resmi tabanca taşımasıdır'

Devlet yetkilileri o zaman cinayeti gizlemeye çalışmıştı. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını söylemiş, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 'Cinayeti polis işlemiştir tabirini beğenmiyorum' demişti. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Demirel, her zamanki gibi durumu veciz bir şekilde özetlemiş; Cinayeti polis işlemiştir tabirini beğenmiyormuş! 1970’li yıllarda Milli Cephe hükümeti kurmuşlardı. İçinde MSP ve MHP de vardı. Ülkücü çeteleri sokağa salmışlardı halkın direnişini kırmak için. Bu çeteler, polis korumasında, demek ki devlet desteğinde her gün cinayetler işliyorlardı. O zaman da sordular Demirel’e, “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” dedi utanmadan. Bunlar böyledir. Halka karşı örgütlenmiş ve kışkırtılmışlardır.

Göktepe’yi öldüren polis de sağcıdır nihayetinde. 1970’li yıllardaki ülkücü çeteden tek farkı resmi tabanca taşımasıdır. Metin’i o resmi tabancalılar öldürdü. Basın tarihimizin de mücadele tarihimizin de azizlerinden birine dönüştü. O polisleri kimse hatırlamıyor ama Metin hep aramızda.