SÖYLEŞİ | Fatih Yaşlı: Laiklik alt sınıfların meselesidir

Akademisyen-yazar Fatih Yaşlı son günlerdeki gelişmeleri değerlendirirken, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeni rejimin devlet mimarisi içinde son derece önemli bir role sahip olduğunu söyledi.

Volkan Algan

Son günlerde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın eylem ve açıklamaları üzerine başlayan tartışma sürüyor. Katıldığı açılışlar, yaptığı konuşmalar, Diyanet'in bu arada verdiği fetvalar derken iktidarın bu kurumun devlet ve toplumsal hayatta ağırlığını artırmaya dönük düşüncesi iyiden iyiye kendini göstermeye başladı. Erbaş'ın da bu plana uygun bir figür olarak üzerine düşen rolü oynamaya hevesli olduğu anlaşılıyor.

Türk sağı ve muhafazakarlığı üzerine çok sayıda çalışması olan akademisyen-yazar Fatih Yaşlı son günlerdeki gelişmeleri değerlendirirken, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeni rejimin devlet mimarisi içinde son derece önemli bir role sahip olduğunu söylüyor. Yaşlı, iktidarın bu kuruma biçtiği rolün toplumun kutuplaştırılması olarak tarif edilmesininse konuyu çok basite indirgemek olduğunu vurguluyor.

"Laiklik orta ya da üst sınıfların değil bilakis alt sınıfların bir meselesidir" diyen Yaşlı, sömürü düzeninin üzerinin dinselleşmeyle örtüldüğüne dikkat çekerek, düzen muhalefetinin bütün unsurları açısından laikliğin bir yük, kurtulunması gereken bir kambur olarak görüldüğünü söylüyor. Yaşlı mevcut ittifak bloklarını işaret ederek "bu iki sağ projeye mahkum değiliz. Yeni bir seçeneği, emeğin, laikliğin ve aydınlanmanın kurduğu başka bir seçeneği var edebilir, toplumsallaştırabilir ve siyasetin etkili öznelerinden biri haline getirebiliriz." diyor.

Yaşlı'nın sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:

Diyanet İşleri Başkanı'nın son açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hatırlatmak gerekirse Adli Yıl Açılış törenine katılması eleştirilince "İnanç, sokakta olmasın insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın.’ Görüyorsunuz ortalığı ayağa kaldırıyorlar." diyerek yanıt vermişti. Anayasasında laik olduğunu ifade edilen bir ülkede yaşadığımız düşünülürse bu açıklamayı nasıl yorumlamak lazım?

Diyanet İşleri Başkanlığı yeni rejimin devlet mimarisi içinde son derece önemli bir role sahip. Sadece Diyanet’e bütçe içerisinden ayrılan payın son yıllarda nasıl hızlı bir şekilde arttığına bakarak bile bunu görmek mümkün. Diyanet’in sahip olduğu güç, özellikle camiler veya Kuran kursları gibi ağlar üzerinden toplumun dinselleştirilmesi için bir mekanizma olarak kullanılıyor, Diyanet personelinden de rejimin tebliğ görevlileri gibi hareket etmeleri isteniyor. Öte yandan Diyanet artık bir tür şeyhülislamlık makamı gibi çalışıyor, fetvalar veriyor ve bu fetvalar sadece dinsel yaşayışı kapsamıyor, sosyal medya yasasına dair örnekte olduğu gibi, toplumsal ve siyasal yaşayışa da doğrudan müdahaleyi içeriyor. Diyanet’in dini kuralların toplumsal ve siyasal yaşamın belirleyici unsuru haline gelmesine dair arzusunu artık saklamadığını son hadiselere bakarak açık bir şekilde görebiliyoruz. Sorunuzda yer alan cümleleri kuran kişi, çok net bir şekilde, dinin kişinin özel alanına ait olması, kamusal alandan dışlanması ve siyasal ve toplumsal yaşayışı belirlememesi fikrini, yani laikliği reddediyor, buna izin verilmemesi gerektiğini söylüyor. Anayasada laiklik yazmasının iste artık bir önemi bulunmuyor. Türkiye’de fiili olarak bir anayasa ve anayasal düzen yok, anayasanın iktidarın çıkarları doğrultusunda eğilip bükülmesi ya da kimi zaman yok sayılması var. Bugün Türkiye’de rejim “fiili” bir karakter taşıyor ve o karaktere de asıl rengini dinselleşme veriyor.

Bu Erbaş'ın tartışılan ilk tartışma yaratan açıklaması ya da icraatı da değil. Siz Başkan'ın performansını nasıl buluyorsunuz? Herhalde Türkiye tarihinin en tartışmalı Diyanet İşleri başkanlarından biri olarak kayda geçecek... Bunun Erbaş'ın kişiliğiyle mi, yoksa ona yol veren, sırtını sıvazlayan iktidar iradesiyle mi daha çok ilgisi var?

Erbaş’ın kişiliğine dair pek bilgi sahibi değilim, tipik bir İslamcı profili çizdiğini ise biliyoruz. Kimi köşe yazarlarına göre ise siyasete hazırlanıyor, hatta Erdoğan sonrası cumhurbaşkanı adayı olmak istediğini öne sürenler bile var. Bunların ne kadarı doğru bilemiyoruz elbette ve asıl bakmamız gereken yer de Erbaş’tan ziyade Erbaş figürünün iktidar tarafından nasıl önünün açıldığı ve yeni devlet mimarisinin merkezinde bir yerlere neden yerleştirildiği. Erbaş’ın yerinde başka bir isim de olsa muhtemelen aynı şekilde hareket edecek ve kendisine düşen rolü ve işlevi yerine getirecekti. Bu da az önce söylediğim üzere rejimin dinsel karakteriyle doğrudan ilgili.

Daha geçen gün Diyanet İşleri Başkanı'nın devlet protokolündeki yeri 40 sıra birden yükseltildi. Artık fırsat buldukça her konuya yorum yapan, fetva veren bir kurumdan sözediyoruz. Kullandığı devasa bütçe de cabası... İktidarın Diyanet konusundaki yaklaşımına bakarsak sizce nasıl bir planla hareket ediliyor?

Meseleyi seçim konjonktürüne giren Türkiye’de iktidarın Diyanet üzerinden kutuplaşmayı derinleştirme ve dindar kitleleri konsolide etme arzusuna indirgemek bence fazlasıyla basitleştirici bir açıklama olur. Evet, işin bu boyutu elbette var ama biraz daha geniş bir perspektiften bakmak gerekiyor gidişata. İktidar uzunca bir süredir benim “seçimle gitmeme konsepti” demeyi tercih ettiğim bir konsepte göre hareket ediyor. Baro yasası, bekçi yasası, sosyal medya yasası, Meclis açıldığında seçim yasasında yapılacak değişiklikler… Türkiye en geç 2023’te yaşanacak bir kırılmaya doğru giderken, bu kırılmanın “serbest” seçimler aracılığıyla gerçekleşeceğini düşünmek için fazlaca naif olmak gerekiyor. Yaşanacak olan süreç büyük ihtimalle kırılganlıklarla, krizlerle yüklü olacak, süreç boyunca şiddet toplumu manipüle etmek için en önemli araçlardan biri olarak kullanılacak, rejimin otoriter karakteri daha belirgin hale gelip topluma daha çok sopa gösterilirken dinselleşmenin dozajı da artırılacak ve rejim bu süreçte iyiden iyiye dinsel bir şala bürünecek. Kutsallaştırılmış bir devlet, beka sorunu üzerinden yaratılacak bir teyakkuz hali ve dinselleşmeyle milliyetçiliğin iç içe geçmişliği siyasal iklimin esas belirleyici unsurları olacak. Diyanet de bu süreçte rejimin elindeki dinselleşme mekanizması olarak kullanılacak ve bir yandan iktidar politikalarının dinsel meşruiyeti buradan tesis edilmek istenirken, öte yandan da kurumun sahip olduğu geniş imkânlar, camiler, kurslar, yurtlar ve personel, özellikle taşrada ve kentlerin yoksul mahallelerinde hem tabanı diri tutmak hem de kopuşları engellemek için kullanılacak.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yıllar önce "Türkiye'nin laiklik sorunu yoktur" demişti. Henüz bu fikrini güncelleyen bir beyanı da olmadı. Düzen muhalefetinin laiklik gündemine pek girmek istemediği, hatta bunu 'tuzak' olarak kabul ettiği de görülüyor. Siz muhalefette yerleşiklik kazanan emekçilerin ekonomik sorunlarıyla laiklik gündeminin ayrıştıran yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kılıçdaroğlu’nun laiklik diye bir sorunu olmadığını en son Yargıtay binasının ve yeni adli yılın açılış töreninde kestiği kurdeleyle ve edilen duaya iştirak etmesiyle bir kez daha gördük. Yargı bağımsızlığının ve laikliğin ruhuna dualar okunurken Kılıçdaroğlu da orada buna şahitlik ediyordu. Sadece Kılıçdaroğlu değil, düzen muhalefetinin bütün unsurları açısından laiklik bir yük, kurtulunması gereken bir kambur olarak görülüyor. Hatta Saadet, Deva, Gelecek gibi Milli Görüş kökenli partilerin laiklik söz konusu olduğunda iktidarla aynı bakış açısına sahip olduklarını söylemek bile mümkün. Laiklikten söz etmenin bir tuzak olduğu iddiası ise bir ezberden ibaret ve bu ezber de başka bir ezbere, Türkiye toplumunun özü itibariyle sağcı, muhafazakâr vs. olduğu ezberine dayanıyor. Oysa daha önce de defalarca söylemiş olduğum üzere toplumların özü olmaz, toplumsal kanaatleri ve algıları siyasal mücadeleler belirler. Günümüz Türkiye’sinde laiklik orta ya da üst sınıfların değil bilakis alt sınıfların bir meselesidir, çünkü sömürü düzeninin üzerine dinselleşme örtülmektedir. Dolayısıyla ekonomik krizin yükünün emekçilerin sırtına yüklenmesine karşı mücadeleyle bu yükün tevekkül içinde karşılanması gerektiğini vazeden dinselleşmeye karşı mücadele birbirinden ayrıştırılamaz. Laiklik, sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir başlığıdır günümüz Türkiye’sinde ve dinselleşmeye karşı mücadele ile kapitalizme karşı mücadele iç içe geçmiş durumdadır. Bunun toplumda bir karşılığının olmayacağı iddiası ise az önce sözünü ettiğim ezberin tekrarı anlamına gelir. Emek, laiklik ve aydınlanma mücadelesi Türkiye toplumunun önündeki gerçekçi tek kurtuluş reçetesidir.

Dayanışma Meclisi kuruluşundan itibaren özellikle laiklik konusunda çok sayıda açıklama yaptı, rapor hazırladı, yayın çıkardı. Siz Meclis'in laiklik konusundaki yaklaşımının ayırt edici kısımlarını nasıl tarif edersiniz? Bunu şundan soruyoruz, artık laiklik de sulandırıldı: Ilımlı laiklik, jakoben laiklik, elitist laiklik vs... Herkes sanki boş bir levhaya kendi laiklik tarifini yazıyor, ama yorumların çoğunda aslında Cumhuriyet'in kuruluşundaki laiklik yaklaşımının mahkum edilme çabasını görüyoruz. Bu kadar muğlak bir meselesi mi laiklik?

Laikliğin önüne herhangi bir sıfat getirilmesinin laikliği laiklik olmaktan çıkardığını ve dinselleşme siyasetinin ekmeğine yağ sürdüğünü tecrübeyle biliyoruz. Öte yandan, tarihsel olarak ilerici karakterini göz ardı etmemekle beraber, Cumhuriyet’in laiklik ve aydınlanma anlayışının sınırlarının ve eksik radikalizminin bizi bugünlere taşıdığını da unutmamamız gerekiyor. Dolayısıyla ben Diyanet İşleri Başkanı’nın “ayağa kalkıyorlar” dediği laiklik tanımının son derece açıklayıcı olduğunu düşünüyorum: “İnanç, sokakta olmasın insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın.” Dinin siyasal, toplumsal ve kamusal alanın belirleyicisi olmaktan çıkartılması, bu alanların dini kurallarla düzenlenmesinin reddi ve inancın özel alanla sınırlandırılması. Laiklik esas itibariyle budur ve ancak böyle bir bakış açısıyla sözünü ettiğiniz muğlaklığı ortadan kaldırabiliriz.

Türkiye Komünist Partisi geçtiğimiz günlerde "Yalnız Olmadığımızı Biliyoruz" başlıklı bir açıklama yaptı. Aslında bir cepheleşme çağrısıydı bu. Açıklamada "Türkiye’de yeni bir cephe açılmalıdır ve bu cephenin bayrağında kocaman harflerle LAİKLİK yazmalıdır." ifadelerine yer verildi. Siz bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye toplumuna uzunca bir süredir sağın alternatifi olarak yine sağ gösteriliyor. Düşünsenize, AKP’den kurtulmak için AKP’nin içinden çıktığı Milli Görüş’ün partisi Saadet’i, AKP’nin içinden çıkan Deva Partisi ile Gelecek Partisi’ni, MHP’den kurtulmak için de MHP’nin içinden çıkan İYİP’i önümüze koyuyorlar, merkeze de ANAP’laşmış bir CHP’yi yerleştiriyorlar ve bunlardan medet ummamızı istiyorlar. Batıcı bir milliyetçilik, ılımlı bir İslamcılık ve IMF ile yeni anlaşmaları da içeren bir piyasacılık toplumun önüne bir reçete olarak konuluyor. Bu reçetede ise laiklik hiçbir şekilde yer almıyor. İktidarın İslamcılığının “aşırı” yanlarının törpülendiği “ılımlı” bir dinselleşme, AKP-sonrası dönemin ideolojik harçlarından biri olarak pişiriliyor. Oysa bu iki sağ projeye mahkum değiliz. Yeni bir seçeneği, emeğin, laikliğin ve aydınlanmanın kurduğu başka bir seçeneği var edebilir, toplumsallaştırabilir ve siyasetin etkili öznelerinden biri haline getirebiliriz. Yeter ki kolay çözümlerin olmadığını görelim, yeter ki elimizi taşın altına koyalım ve yan yana gelelim.