1948 ila 1963 yılları arasında dünya şampiyonu unvanına sahip olan Botvinnik, satranç dünyasında büyük bir iz bıraktı. Botvinnik, kurduğu satranç okuluyla da gelecek nesillere öncülük etti.
Ali Kuzulugil
Ekim Devrimi’nin spor ve sanata dair katkıları sayısızdır. Sovyetler Birliği’nin bu alandaki katkıları, birliğin dağılmasından bu yana, unutturulmuş veya unutturulmaya çalışılmıştır. Satranç da bu sporlardan biriydi.
Bin yılı aşkın tarihi olan bu “strateji oyunu” Ortaçağ’da feodal Avrupa krallıklarında ve başta İran olmak üzere Yakın Doğu’da oynanmaktaydı. Satranç, bu dönemde sadece soyluluğa özel bir oyundu. Bu durum Rusya ve Doğu Avrupa için de geçerliydi.
Batı Avrupa ve ABD’de bu durum, Sanayi Devrimi’yle birlikte değişti. Satranç genel olarak sokaklarda, barlarda oynanan bir oyun haline geldi. Bu dönemde birçok “satranç ustası” ortaya çıkarken, oyun bu ülkelerde bütün sınıflardan insanların oynadığı ve izlediği bir etkinlik halini aldı.
Ekim Devrimi'nden sonra halk sporu haline gelen oyun
Rusya’daysa durum farklıydı. Satranç, halk tarafından pek ilgi görmeyen ve erişilebilir olmayan bir oyundu. Bazı istisnalar dışında, çoğunlukla soylular tarafından oynanmaktaydı. Bu dönemde öne çıkan bir Rus usta da, soylu bir aileden gelen ve hayatını genç yaşta oyuna adayan, sonraki yıllarda da dünya şampiyonu olarak anılacak olan Aleksandr Alehin’di.
Rusya’da oyunun halk arasında yaygınlaşması ve hatta birkaç on yıl içinde ülkeyi sembolize eden bir spor haline gelmesi Ekim Devrimi sayesinde oldu. Marx, Lenin, Troçki ve Stalin gibi devrimcilerin de oynadığı satranç, devrimin ardından Sovyetler Birliği Devleti ve Komünist Parti tarafından öne çıkarıldı ve halk arasında yaygınlaştırıldı.
Öne çıkan oyuncu: Mihail Botvinnik
Devrimden sonra Parti içinde ve ülke genelinde satranç eğitimi verilmeye başlandı. Bu süreçte öne çıkacak olan satranç oyunculardan biri de Mihail Botvinnik olacaktı.
12 yaşında satrancı öğrenen genç komünist Botvinnik, oyunu kısa zamanda kavramış ve okul şampiyonlukları kazanmaya başlamıştı. 1925’te, yani oyunu öğrenmesinden iki yıl sonra, Kübalı dünya şampiyonu Capablanca'yla Leningrad'da karşı karşıya geldi. Capablanca'nın aynı anda birden fazla tahtada, birden fazla kişiyle oynadığı simultane oyunda Botvinnik, soğukkanlı bir şekilde avantajı kazandı ve rakibinin göremediği bir bitirici kombinezonla galip geldi. 1927’deyse daha 16 yaşındayken, turnuvadaki en genç oyuncu olarak Sovyetler Birliği şampiyonasına katıldı. Bu şampiyonada 5'inci oldu ve “Usta” unvanını kazandı.
Eğitimine elektrik mühendisliği okuyarak devam eden Botvinnik, 1930’lara doğru birçok yerel turnuvaya katıldı. 1931’de Sovyet Şampiyonası'nı kazandı. Gelecekte bilgisayar bilimleri ve bilgisayar satrancı üzerine çalışacak ve büyük katkılarda bulunacak olan Botvinnik, o dönemlerde de bu konulara ilgi duyuyor ve eğitimine büyük önem veriyordu.
30’larda uluslararası müsabakaların da aralarında olduğu birçok turnuvaya katılan Botvinnik, 1938’de dönemin dünya şampiyonu Alehin’e, Dünya Şampiyonluğu için meydan okudu. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından dolayı bu maç yapılamadı. Botvinnik, savaştan dolayı satranca ara vermek zorunda kaldı.
Dünya şampiyonluğu serüveni
1946’da Dünya Şampiyonu Alehin'in ölmesinin ardından, satranç camiası, dünya şampiyonunun 1948’de yapılacak olan turnuvanın galibi olmasına karar verdi. Bu turnuva Dünya Satranç Federasyonu (FIDE) gözetiminde yapılacaktı. Bunun öncesinde şampiyonluk, kişiden kişiye geçen, mevcut şampiyona meydan okuyup onu yenerek kazanılan bir unvandı. 1948’de yapılan Şampiyonluk turnuvasında Botvinnik, en yüksek puanla galip gelerek Dünya Şampiyonu oldu. Botvinnik’in dünya şampiyonluğu 1963’e kadar devam etti.
Bu maçtan sonra dünya şampiyonluğu kuralları şöyle değişti: Her üç yılda bir şampiyonluk maçı olacak, eğer dünya şampiyonu kaybederse sonraki yılda bir rövanş isteyebilecek ve berabere biten maçlarda şampiyon unvanını koruyacaktı.
Botvinnik 1951’de David Bronstein’e karşı maçı berabere bitirerek şampiyonluğunu korudu ve sonraki şampiyonlukta da Vasili Smıslov’a karşı berabere bitirerek unvanını elinde tuttu. 1957’de Smıslov’a yenilse de bir sonraki yıl kendisini rövanşa çağırdı ve bu rövanşta şampiyonluğunu geri kazandı. 1960’ta bir başka “yıldız” olacak olan Mihail Tal’a karşı oynadı ve bu maçı kaybetti. Ama bir kez daha, sonraki yıl yapılan rövanşta şampiyonluk unvanını geri aldı.
Sovyet okulunun öncülüğü
1963’e kadar şampiyonluğunu koruyan Botvinnik bu yılki maçı Tigran Petrosyan’a karşı kaybetti. Bu dönemde artık rövanş kurallarının değişmesinden dolayı bir rövanş maçını zorlamadı. Sonraki yıllarda şampiyonluk maçlarına veya aday maçlarına katılan Botvinnik, tekrar şampiyon olamasa da Sovyet satrancında büyük bir iz bıraktı.
1963’te, Botvinnik, başka Sovyet satranç eğitimcileriyle beraber Kasparov, Karpov, Kramnik gibi geleceğin ustalarının da yetişeceği bir satranç okulu kurdu. Bu okulun mirası, Sovyet ekolünün 20. yüzyılın geri kalanında da satranç dünyasında egemen kalmasını sağladı. Satranç dünyasında önemli bir oyuncu ve eğitici olan Botvinnik, bilgisayar satrancına da büyük katkılarda bulundu.
Burada ilginç bir detaya değinmekte fayda var. Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ne satrançta rakip olan ABD’nin ünlü satranç oyuncusu Bobby Fischer, oyuna başladıktan sonra genel olarak eğitimini ihmal etmek zorunda kalmış ve daha 16 yaşında okulu bırakmıştı. Dünya şampiyonalarına çıkana kadar da kendi ülkesinde hiç itibar ve saygı görmemiş ve Soğuk Savaş sona erdiğinde Amerikan medyası ve siyaseti nezdinde değerini kaybetmişti. 90’larda Yugoslavya’da, ambargo dönemi sürerken yapılan bir turnuvaya katıldığı için ABD’de aranan bir “suçlu” haline gelmişti. Hayatının geri kalanını Japonya, Norveç gibi ülkelerde iltica arayarak geçirmek zorunda kalan Fischer, ürettiği komplo teorilerinden dolayı da deli olarak görülmüş ve tüm itibarını daha ölmeden kaybetmişti.
Bunun tam aksine, Sovyet satranççıları, hem satranç konusunda yetenekleri dolayısıyla saygı görmüş, hem de maddi sorunlar yaşamadan eğitim hayatlarını tamamlamıştı. Bunun ötesinde, Botvinnik örneğindeki gibi, satranç dışında bilgisayar bilimlerine katkıda bulunmuşlardı. Kariyerlerinin “doruğu” bittiğinde ise, gelecek neslin satranççılarını eğitme gururunu yaşamışlardı.