Sınıfa saldırı sürüyor: İşçi sınıfı 12 Eylül'den beri hangi hakları kaybetti?

İşçi sınıfı uzun yıllar büyük mücadelelerle elde ettiği hakları 12 Eylül'le başlayan ve AKP'ye uzanan süreçte yaşanan ağır saldırılar sonrası kaybetti. soL sınıfa saldırının dökümünü çıkardı.

Alpaslan Savaş

Hayat pahalılığı ve krizin her geçen gün derinleştiği Türkiye'de emekçiler çok büyük bir yoksullukla karşı karşıya. Patronların kuralsız saldırısı tüm acımasızlığıyla sürerken, işçi sınıfı bu yılın başında kıpırdanmaya başlamış, birçok farklı sektörde patronların saldırılarına direnişle karşılık vermişti.

Bu tablo sonraki sürece dair umutlu bir bakiye bırakırken, soL sınıfa saldırının bu kadar pervasızlaşmasına giden yolun ve adımların dökümünü çıkardı.

İşçi sınıfının büyük mücadelelerle elde ettiği, kazandığı birçok hak 12 Eylül ve Özal'la başlayan, Erdoğan'la devam eden süreçte gasp edildi.

soL yeni mücadele döneminin öncesinde bu saldırı ve gasp edilen hakların dökümünü çıkardı...

'Sürekliliğin en açık izlenebildiği başlık Türkiye’de işçi sınıfının kaybettiği haklar'

12 Eylül darbesinin üzerinden 42 yıl geçti. Bugünden bakıldığında darbenin Türkiye siyasetinde ve toplumsal yaşamda olumsuz pek çok dönüşüme yol açtığı açık. Cemaatlerin devlet içine yerleşmesi, dinciliğin toplumu kuşatması, başta eğitim ve sağlık olmak üzere tüm kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması, bazen emperyalist ülkelerle işbirliği ile bazen Osmanlıcılık hevesleriyle ülkenin bölgedeki kanlı hesaplaşmaların parçası haline gelmesi 12 Eylül darbesinin ekonomik ve politik hedefleri arasındaydı. Bu açıdan yirmi yıllık AKP iktidarı 12 Eylül darbesinin hedeflerine ulaşmasında en başarılı iktidar oldu. Bu açıdan 12 Eylül cunta yönetiminden, Turgut Özal’ın ANAP’ın tek parti iktidarına, sonraki koalisyon hükümetlerinden AKP’nin uzun iktidar dönemine uzanan bir süreklilik var. Bu sürekliliğin en açık izlenebildiği başlık ise bu süre zarfında Türkiye’de işçi sınıfının kaybettiği haklar.

Darbenin ilk gününden buyana Türkiye işçi sınıfına yönelik saldırıyı ve kaybedilen hakların ayrıntılı bir dökümünü soL Haber okurları için çıkardık:

Patronlar istedi cunta yerine getirdi

12 Eylül darbesinin Türkiye sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda yapıldığı biliniyor. Kenan Evren’in darbeden sonra yabancı basın mensuplarının da aralarında bulunduğu gazetecilerin soruları yanıtladığı ilk basın toplantısında kendisine ekonomik istikrar programının uygulanmaya devam edip etmeyeceğini soran yabancı gazeteciye verdiği yanıt bu açıdan son derece açıklayıcıdır:

“Bir program tespit edilmiş ve bir yola girilmiş. Bu yolda yürünüyor. Bu yolda çıkacak ufak tefek engellerin aşılması için gayret sarf edilecek. Ama büyük bir engel, karşımıza bir duvar çıkmadığı sürece bu ekonomik programdan ayrılmayacağız. Alınan bu tedbirlerin aksayan tarafı olursa bunların giderilmesi için her türlü gayret sarfedilecek.”- 16 Eylül 1980 tarihli basın toplantısı.

Sözü edilen program “24 Ocak Kararları” olarak bilinen ve 1980 yılında yürürlüğe konan yeni liberal politikaydı. Politikanın hedefi krizdeki Türkiye kapitalizmini ihracata dönük bir sanayileşme modeliyle uluslararası rekabete açmak idi. Teknolojik altyapısı zayıf, ithal ikameci modelle ilerlemiş Türkiye ekonomisinin uluslararası piyasalarda rekabet edebilmesi için oynayabileceği tek değişken işçilik maliyetleriydi. Kamu ve sosyal harcamaların azaltılması, Türk Lirasının değerinin düşürülmesi, iç piyasada fiyat denetimi dahil her türlü korumacılığın kaldırılması gibi uygulamalar da dolaylı olarak işgücü maliyetini düşürecekti. İşçi sınıfını örgütlü, işyeri, sektör ve ülke çapında haklarının gelişkin olduğu durumda bu programın hayata geçme şansı bulunmuyordu. Nitekim Kenan Evren, bu ilk basın toplantısında “ima ettiği” bu hedefi, darbeden on bir yıl sonra verdiği bir başka demeçle bu kez çok daha açık ifade etti:

“Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyaskoyla sonuçlanacağından hiç şüphe yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir”- 9 Ocak 1991, Milliyet

İşçi örgütlerini kapatarak işe başladılar

Patronlar için işçilik maliyetlerini düşürebilecekleri ortamın yaratılmasının en hızlı yolu, işçi sınıfının örgütlülüğünün dağıtılmasıydı. DİSK ve bağlı sendikalar kapatıldı. Kalanlar için sendikal faaliyet durduruldu. Devam eden tüm grevler yasaklandı. Bu yasak üç yıl kesintisiz devam etti. Toplu sözleşme hakkı askıya alınarak tüm sözleşmeler Yüksek Hakem Kurulu tarafından belirlendi. Sendikacılar, işçi temsilcileri tutuklandı, işkencelerden geçti. Pek çoğu idamla yargılandı. DİSK ve bağlı sendikaların süren davaları 11 yıl sonra beraatla sonuçlandı ancak bu süre zarfında işyerlerindeki örgütlülük ya dağılmış ya da patronların-hükümetlerin kontrolü altındaki sendikalara geçmişti.

İlk kalıcı darbe kıdem tazminatına

Kıdem tazminatı, 1936 yılından itibaren çeşitli biçim ve miktarda var olan bir hak olarak bugün de devam ediyor. Patronların sürekli “kurtulmak” istediği bu önemli işçi hakkında, 12 Eylül’den hemen sonra değişiklik gündeme geldi. 17 Ekim 1980 tarihinde yapılan yasal düzenlemeyle kıdem tazminatına tavan uygulaması getirildi. Buna göre kıdem tazminatı asgari ücretin 7,5 katı ile sınırlandırıldı, buna uymayanlar için hapis ve para cezası getirildi. Daha sonra yapılan bir başka değişiklikle tavan daha da düşürülerek en yüksek devlet memurunun bir yıllık hizmeti için alacağı emeklilik ikramiyesi tutarıyla sınırlandırıldı. Kıdem tazminatında tavan uygulaması 12 Eylül’den buyana uygulanıyor.

İkinci darbe ikramiyelere

12 Eylül’ün işçi ücretlerine yönelik ikinci büyük saldırısı ikramiyelerin kısıtlanması oldu. 17 Nisan 1981 tarihinde resmi gazetede yayınlanan yasa değişikliği ile işçilerin toplu iş sözleşmeleri yoluyla alabilecekleri ikramiye sayısı en çok dört olarak belirlendi. Oysa o zamana kadar pek çok işyerinde sözleşmelerde işçiler 8 ikramiyeye kadar hak elde edebiliyorlardı. Bu düzenleme de hala geçerliliğini koruyor. Bugün de toplu iş sözleşmelerinde işçiler için dörtten fazla ikramiye yer alamıyor.

Patronlara lokavt hakkı (!) işçilere grev yasakları

12 Eylül’ün 1982 Anayasası işçilerin grev hakkını büyük ölçüde kısıtlamakla kalmadı, patronların talepleri arasında yer alan lokavtı Anayasa maddesi olarak düzenledi. Anayasanın hemen ardından, 1983 yılında yürürlüğe giren sendika, toplu iş sözleşmesi ve grev konularını düzenleyen iki ayrı yasa ile işçilerin sendikal hakları büyük ölçüde geri alındı.

12 Eylül’den 23 yıl sonra. Bursa Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde sendikalaştıkları için işten atılanişçilere jandarma müdahalesi/ (2003)

12 Eylül'den sonra kısıtlanan işçi hakları

1982 Anayasası ile daha sonra pek çok kez değiştirilen ancak ilk halindeki temel yasaklayıcı düzenlemelerine dokunulmayan 1983 tarihli 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi ve Grev ve Lokavt Kanunu, bugüne kadar devam eden pek çok hak kaybına neden oldu. Bunlar arasında şu kayıplar yer alıyor:

  • Sendika kuruluşları sınırlandırıldı ve faaliyetleri zorlaştırıldı. Tek tip işkolu sendikası dışında sendika biçimleri engellendi.
  • Kamu emekçilerinin sendika yasağı uzun yıllar devam etti. Daha sonra çıkarılan yasal düzenlemeyle memur sendikaları hukuki statü kazandı ancak grev hakkı tanınmadı.
  • Sendikaya üyelik ve üyelikten ayrılma noter şartına bağlandı. Dünya üzerinde başka örneği olmayan bu uygulama 2013 yılına kadar tam 33 yıl devam etti. Noter şartının kaldırılmasının ardından bir başka kontrol biçimi olan sendika üyeliği ve istifası için e-devlet uygulaması şartı getirildi.
  • İşçilerin toplu iş sözleşmesi hakkına ulaşımı zorlaştırıldı. Bunun için sendikalara işkolu ve işyeri barajları getirildi. Bu barajların altında kalan sendikalara üye işçiler toplu iş sözleşme hakkı engellendi. Patronlara, toplu sözleşme yetkisine itiraz hakkı tanındı. Yetki davalarının yıllarca sürmesi, o işyerindeki işçiler için toplu sözleşme hakkını fiilen ortadan kaldırdı.
  • Grev hakkı kısıtlandı. Grevin sadece toplu iş sözleşmesinin uyuşmazlık aşamasında yapılmasına izin verildi. Hak grevi, dayanışma grevi, genel grev gibi farklı grev türleri yasaklandı.
  • Grev ertelemesi adı altında, alınan bir grev kararının hükümet tarafından yasaklanabilmesi mümkün hale geldi.

Grev ertelemeleri (yasaklama)

1984-2017 arasında:

35 grev erteleme kararnamesi

445 bin işçinin grevi ertelendi.

2002-2017 arasında

17 grev erteleme kararnamesi

Grevi ertelenen işçi sayısı: 194 bin

Emekçi halkın birikimi patronlara satıldı

12 Eylül darbesinin öncülü 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının önemli hedeflerinden biri de kamu işletmelerinin özelleştirme yoluyla yerli ve yabancı sermayedarlara satılmasıydı. Özal ile başlayan özelleştirmeler AKP döneminde daha da arttı. Bu süre zarfında 8 milyar doları AKP öncesi olmak üzere yaklaşık 70 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. Sümerbank, TÜPRAŞ, Petkim, Telekom, Çimento fabrikaları, SEKA, Petrol Ofisi, Gübre Fabrikaları, Şeker Fabrikaları, demir çelik fabrikaları gibi pek çok büyük kuruluş özel sektöre satıldı. Enerji üretimi ve dağıtımı özelleştirildi. Bugün hayat pahalılığının en önemli nedenleri arasında pek çok kamu hizmetinin kar amaçlı çalışan özel şirketler tarafından yürütülmesi yer alıyor.

Kamusal hizmetler paralı hale geldi

Özelleştirmeler sadece kamu iktisadi teşekküllerinin satılmasına değil, aynı zamanda kamusal alanın küçültülerek pek çok temel hizmetin paralı hale gelmesine neden oldu. Bunların içinde işçi ve emekçiler için en büyük kayıp eğitim ve sağlığın piyasalaştırılması ve paralı hale gelmesi oldu.

Güvenceli kamu işçisi artık yok

Özelleştirmelere ek olarak taşeronlaştırma uygulamaları ile kamu işçilerinin toplam işçiler içindeki oranı azaldı ve kamu işçisinin güvencesi önemli ölçüde kaldırıldı. Buna göre kamu işçilerinin 1980 yılın”da toplam işçiler içindeki yüzde 36 olan oranı, 2015 yılında yüzde 8’e geriledi.

KAYNAK: DİSKAR, Kasım 2020

Sendikalı-toplu sözleşmeli çalışma dibe vurdu

12 Eylül darbesinin en önemli sonuçlarından biri işçilerin sendikalı-toplu sözleşmeli çalışma düzeyindeki muazzam düşüştür. Sendikalaşmayı adeta patronların iznine bağlayan düzenlemelere imza atan cunta yönetiminin tutumu, sonraki iktidarlarca da aynen sürdürüldü. Sendikalara vurulan darbeler, hükümet-patron kontrolündeki sendikaların yaygınlaşması ve özelleştirmeler-taşeronlaştırmalar gibi faktörlerin de etkisiyle bir sendikaya üye olup toplu iş sözleşmesinden yararlanabilen işçi sayısı yıllar içinde yüzde 20-25 oranından yüzde 5-7 düzeyine kadar geriledi.

Kaynak: TÜİK Ücretli-yevmiyeli çalışan sayısı ile ÇSGB toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işyerlerindeki işçi sayısından üretilmiştir.

Yararlanılan kaynaklar:

1) “40 Yıldır 12 Eylül: Emeğe Karşı Sermaye Darbesi”, DİSKAR, Kasım 2020- Açık erişim: http://arastirma.disk.org.tr/wp-content/uploads/2020/09/DİSK-AR-12-Eylü…

2) “30.Yıldönümünde 12 Eylül Darbesi ve İşçi Sınıfı”, Yıldırım Koç, Mülkiye Dergisi, Güz 2010, Sayı 268. Açık erişim: https://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1322397220a.pdf

3) “Milli Güvenlik Konseyi Üyelerine’ne Sunulan Brifing- Ankara 19 Şubat 1981”, T.C. Çalışma Bakanlığı