Sekülerlik ve dinsellik arasındaki Boticelli

"Zor olan karanlık dönemlerde nesnelliğin aşılarak inatla aydınlatmaya devam etmektir. Boticelli iyi bir temsilcidir ama nesnelliğini aşamamıştır."

Fide Lale Durak

Asıl adı Alessandro di Mariano di Vanni Filipepi olan Sandro Boticelli, Venüs’ün Doğuşu ve İlkbahar resimleri ile bilinir. Her iki resmin konusu da mitolojiden gelir ve Rönesans’ın önemli ailelerinden Medicilerin koruması altındayken yapılmıştır. Genelde İncil’den hikayelerin resmedildiği ya da soyluların portrelerinin yapıldığı 15. yüzyılda, mitolojinin seküler bir konu olduğu söylenebilir. Ve özellikle Venüs’ün, alışık olunan erkek çıplaklığının yanında oldukça cesur resmedildiği bilinir. Bu resimlerin sponsorunun Medici ailesi olması ise şaşırtıcı değildir. Sanata verdiği destek açısından oldukça önemli bir isim olan Lorenzo Medici, bir burjuva ailenin temsilcisi olarak o dönemler Cumhuriyet olan Floransa’nın yönetiminde uzun süre etkili olmuş ve aldığı konum ile bilim ve sanatın gelişimine zemin hazırlamıştır. Örneğin Leonardo da Vinci ya da Michelangelo gibi sanatçılar kadavralar üzerinde inceleme yaparak anatomi çalışabilmiş ve bu sayede sanatta insan bedeni, arkaik temsillerden gerçeğin heyecanlı bir arayışına varabilmiştir. Feodalizmin hüküm sürdüğü ve dinin baskı aracı olarak kullanıldığı bir yüzyılda erken dönem burjuvazisinin, kendi zenginliklerini daha fazla dinsellikte değil seküler bir konumlanışta korumaya çalışması ise tesadüf değildir. Hatta belki biraz da zorunluluktur. 

Diğer taraftan 15. ve 16. yüzyıl, büyük bir gericiliğin yerleşik olduğu, kadınların cadılık iddiasıyla yakıldığı, halkın şeytan korkusuyla kul edilebildiği zamanlardır. Engizisyonun sorgulama yöntemleri hali hazırda uygulanır ve hatta bunlara dair kitaplar bile basılır. Öyle ki, seküler sanatın ve kültürün yok edilmesini savunan, Rönesans karşıtı bir Dominiken rahibi Girolamo Savonarola, Lorenzo Medici’nin ölümünden sonra 1494 ve 1498 yılları arasında Floransa’ya hükmedecektir. Savonarola, şeytanın araçları olduğu savıyla birçok bilimsel çalışmayı ve sanat eserini yakılmasına sebep olur ve ne yazık ki Savonarola’nın sonu bir halk ayaklanmasıyla değil din adamlarının yolsuzluğunu deşifre ettiği için Papa Alexander’ın 1497’de aforoz etmesiyle gelir. İşte Boticelli, önce Medicilerin himayesinde sonra Savonarola’nın etkisinde kalarak, bize çok uzak bir zaman diliminden yansıyan yaşamıyla, sanatçı ve iktidar ilişkisine dair ipuçları verir.

Boticelli 1445 yılları civarında Floransa’da doğar. Doğduğu yıla dair kesin kayıt yoktur ama kuyumcu olan babasının 1447 yılındaki vergi ibrazında iki yaşındaki çocuğu olarak adı geçer. Boticelli kelimesi küçük fıçı anlamına gelir ve aslında bu lakap ilk önce babasının yanında çırak olarak çalışan ağabeyine verilmiştir. Zamanla, babadan ağabeye oradan kendisine geçen mesleğin sırları gibi lakap da aktarılır. Boticelli kuyumcu çıraklığından sonra resim öğreneceği Fra Filippo Lippi’nin atölyesinde çalışmaya başlar. Oldukça farklı biri olan Lippi, 15 yaşında keşiş olmak üzere Carmine Manastırı okuluna kaydolmuş, 16’sında yemin etmiş, Manastırın duvarlarını süsleyen Masaccio’nun resimlerinden etkilenerek derslerine çalışmak yerine arkadaşlarının ve kendisinin kitaplarını çizimlerle doldurmuştur. Sonunda baş keşiş, Lippi’nin keşiş olmayacağına ikna olarak onu salıvermiştir. Lippi tüm hayatı boyunca fakirlik çekmiş ama bir süre sonra Floransa’ya gelerek profesyonel bir ressam olmayı başarmıştır. Söylenti odur ki, eğlenceye ve kadına düşkündür. Bu yüzden resimlerinde Meryem’ler şuhtur ve melekler masum değildir. Diğer bir bakış açısına göre ise sade ve güzel figürler yapmıştır. Boticelli ise kaçınılmaz olarak ustasından etkilenir ve resimlerinde kadınları benzer bir güzellik anlayışıyla estetize eder. Boticelli’nin bir diğer ustasının ise Andrea del Verrocchio olduğunu düşünülür ama bu konuda net bilgi yoktur. Ancak resimlerinden çok heykelleriyle tanınan Verrocchio’dan heykelsi figürler yapmasını sağlayan ünlü konturlarını aldığı söylenebilir. 

Boticelli için olgunluk döneminin 1480-90 yıllarıdır, bu dönemde Papa IV. Sixtus tarafından Roma’ya davet edilir ve Sistina Şapeli’nin süslemesinde çalışır. Aynı yıllarda Medici’nin koruması altında İlkbahar, Venüs ile Mars, Pallas Athena ile Kentaur, Venüs’ün Doğuşu gibi konusu mitolojiden gelen eserlerini, Meryem’in Taç Giymesi gibi dinsel konulu resimlerini ise sadece kilise ya da dinsel derneklerin siparişi olarak yapar. Rasyonel bilimlerin gelişmesiyle Aydınlanma yaşanmaya başlanan Floransa’da, Medici’lerin kurduğu Akademide, Neoplatonik felsefe ve Rönesans Hümanizmi tartışılır ve klasik sanatın güncel kaynaklarından bahsedilir. Bu geliştirici ortamın içinde Boticelli, Orta Çağ’ın karanlığı sona ererken Batı Avrupa’da meydana gelen değişimin öncü sanatçıları arasında yerini alır ve resimlerinde bu felsefenin bir simgesi olan insanı betimler. 

Sandro Botticelli, 1480-83, İlkbahar, Uffizi Galerisi

İlkbahar ve Venüs’ün Doğuşu’nun Mediciler’in siparişi olduğu söylenir ama bu bilgi de net değildir. İlkbahar resmi Batı Klasik resminde dini olmayan bir sahnenin en eski örneklerinden biri olduğu için ayrıca önemlidir. Çünkü böylece sanat dinsel bir vaaz olmaktan çıkmaya başlamıştır. İlkbahar resmi bahar mevsimi üzerine bir alegoridir ve resimde klasik mitolojiden bir dizi figür yer alır. Mediciler’iin simgesi olan turuncu renkli şalı ile ortadaki figür Venüs’tür ama aslında duruşu ile bir Madonna’dır. Üç güzeller Venüs’ün yanında dans eder ve aşk tanrısı Cupid’in oku onlara çevrilmiştir. Sol tarafta ise ayağındaki kanatlı botlarla haberci tanrı Merkür vardır. Sağda çiçek tanrıçası Chloris’in Flora’ya dönüşmesini görürüz. Bu dönüşüm Rüzgar Tanrısı Zephyrus’un kendini affettirmek için Chloris’e hediye ettiği çiçek bahçesiyle yaşanır. Ayrıca resimde tespit edilmiş en az 138 farklı çiçek vardır, Boticelli bunları görsel bir ansiklopedi gibi tek tek işlemiştir. 

İlkbahar’ın peşinden yine dini olmayan bir konunun ele alındığı Venüs’ün Doğuşu gelir. Aslında bu resim Boticelli’nin ölümünden sonra unutulur ama 19. yüzyılda hatırlandığında uluslararası bir üne kavuşur. Resimde aşk tanrıçası Venüs dev bir deniz kabuğunun üzerinde kıyıya doğru sürüklenir. Mitolojide hikaye şudur; Kronos babası Uranüs’ün cinsel organını keserek denize atar ve deniz döllenerek Venüs ya da Antik Yunan’daki adıyla Afrodit doğar. Deniz kabuğunun şekli doğum alegorisiyle simgeleşecek şekilde vulvayı temsil eder. Resimdeki bir önemli ayrıntı, o vakte kadar yapılmamış olan kadının çıplaklığıdır. Aynı zamanda eser, klasik sanata referanslar barındırır. Kadının duruşu Antik Yunan ve Roma sanatında karşımıza çıkan, ağırlığını tek ayağı üzerine veren kontrapost duruştur. Duruş aslında abartılı bir şekilde betimlenmiştir. Anatomik olarak imkansız olan sol omzu ve kabuğa basmayan ayakları ile kendinden önceki Gotik sanat geleneğine atıfta bulunur. Ayrıca Venüs’ün en çok boynunda hissedilen ama tüm vücuduna uygulanmış olan olduğunda daha uzun çizme, daha sonra El Greco ile özdeşleşecek olan maniyerizm akımının çok erken bir örneği olarak da yorumlanabilir. Resim gerçekçi bir tasvirden ziyade semboliktir ve içinde bulunduğu Rönesans’ın yüksek sanatından farklıdır. Yine de Rönesans sanatının akıllardaki imgelerden birini oluşturması ise hayli ilginçtir. 

Sandro Botticelli, 1482-86, Venüs’ün Doğuşu, Uffizi Galerisi

Bazı kaynaklara göre Venüs’ün Doğuşu resmi, Giuliano Medici’nin Simonetta Vespucci’ye olan aşkını anlatmak için verdiği bir sipariştir. Simonetta Vespucci Floransa’da güzelliği ile nam salmış, Marco Vespucci ile evli ve Amerika’ya ismini veren Amerigo Vespucci’nin akrabası, soylu bir kadındır. 22-23 yaşlarında tüberkülozdan ölmesine rağmen bu kısa hayatında birçok Floransalı ressamı etkilediği, modellik yaptığı ve hatta öldükten sonra dahi ilham kaynağı olmaya devam ettiği söylenir. Boticelli’nin de platonik aşkı olan Simonetta’nın yüzü, birçok resimde Venüs, Madonna ya da nymph olarak karşımıza çıkar. Tabii tüm bunlar bir efsane de olabilir, çünkü resimlerin yapıldığı tarihte Simonetta çoktan ölmüştür. Belki de gerçekten de Botticelli onu öldükten sonra resmetmeye devam etmiştir, bilmiyoruz. Diğer bir efsane ise Boticelli’nin öldüğünde Simonetta’nın ayaklarının dibine gömülmek istemesidir. Bu ise bir bakıma gerçekleşmiş görünüyor. Çünkü Boticelli, Floransa’daki Vespucci ailesinin kilisesi olan Ognissanti’nin bahçesinde gömülüdür. 

Boticelli, 1490’larda kardeşi Simone ile Floransa’nın eteklerinde küçük bir kır evi kiralayarak oraya yerleşir. Hiç evlenmemiş olduğu neredeyse kesindir. 1491 civarlarında Savonarola ile tanıştığı ve fikirlerinin peşinden gittiği iddia edilir. O sıralarda Floransa’da veba salgını etkilidir ve halkın kayda değer bir kısmı bu durumun materyalist yaşam tarzı nedeniyle Tanrı tarafından dünyaya verilen bir ceza olduğuna inanır. Bu inanış aslında Orta Çağ karanlığından gelir ama Savonarola’nın başını çektiği dinci gericiliğin etkisi de oldukça fazladır. Bu gerici yükselişin sonucunda şehrin meydanında resimler, kitaplar yakılacak ve Boticelli’nin de birçok eseri burada kaybolacaktır. Bugüne kalan eserlerin, İlkbahar ve Venüs’ün Doğuşu dahil, o dönem Mediciler’in elinde olanlar olduğu tahmin edilir. Yine kesin olmayan bir bilgiye göre, Boticelli Savonarola’nın etkisinde kalarak, kent meydanındaki eylem sırasında kendi eserlerini de yakmıştır. Bu doğru değilse bile her durumda Boticelli, 1500’ler itibariyle daha mistik ve dinsel konuları resmetmeye yönelmiştir. Örneğin, Gizemli Çarmıha Gerilme (1501) ve Gizemli Doğuş (1501) eserlerinde kasvetli bir karanlık vardır ve Boticelli’nin hayatının son on yılı buna benzer resimleri yaparak geçecektir. Botticelli belki gerçekten de Savonarola’nın etkisinde kaldığı belki de Leonardo da Vinci gibi Rönesans’taki başarılı çağdaşları nedeniyle işsiz kaldığı için içe kapanmış ve içe doğru döndükçe dinselliği artmıştır. 

Şu kesindir, nesnelliğin aydınlanmayı tetiklediği dönemlerde sanatçıların öncülüğü çok önemlidir ama daha kolaydır, zor olan ise karanlık dönemlerde nesnelliğin aşılarak inatla aydınlatmaya devam etmektir. Boticelli iyi bir temsilcidir ama nesnelliğini aşamamıştır.