Şehrin hafızası ayaktadır!

Hasip Akgül ve Hüseyin Ortak’ın kaleme aldığı Ezilenler İçin İstanbul Gezi Rehberi, şehrin bastırılmış öykülerini, mücadeleyle yoğrulmuş mekânlarını ve unutturulmak istenen toplumsal belleğini sokak sokak yeniden hatırlıyor. İstanbul’un görünmeyen tarihini artık yürünebilir bir direniş atlasına dönüştürüyor.

Kaya Tokmakçıoğlu

İstanbul, sadece bir şehir değil, sınıf mücadelelerinin katman katman üst üste bindiği tarihsel bir coğrafyadır. Onu sadece bir metropol, bir kültür başkenti, turistik bir silüet olarak görenler; grev çadırlarının, cezaevlerinin, üniversite amfilerinin, miting meydanlarının ve duvar yazılarının üzerine kalın bir sis perdesi çekmek ister. Bu sis, egemenlerin tarihidir. Ve bu tarih, susturulanların, unutturulanların, ezilenlerin üzerine kuruludur.

İstanbul, hep anlatıldığı gibi “medeniyetlerin buluşma noktası” değildir. O, daha çok sınıfsal çelişkilerin, bastırılmış öfkenin üst üste yığıldığı bir bellektir. Her kaldırım taşı, her köprü ayağı, her yıkılmış bina; toplumsal belleğin, direnişin ve yeniden yazılan tarihin bir parçasıdır. Fakat bu parçalar, çoğu zaman turistik rehberlerin, kültür bakanlığı afişlerinin ve belediye tanıtım broşürlerinin dışında tutulur. Çünkü bu şehir, yalnızca güzellikleriyle değil; mücadeleleriyle de konuşur.

İstanbul’a dair anlatıların çoğu, sarayların görkemi, camilerin kubbeleri, köprülerindeki mühendislik dehası ya da kulelerin göğe uzanan taşları etrafında döner. Tarih burada egemenlerce yazılmış, turizm broşürlerinde parlatılmış, belleği cilalanmış bir metaya dönüştürülmüştür. Oysa bu şehir, halkın ayak sesleriyle, toplumsal mücadelenin şiddetiyle, gözaltı merkezlerinden yükselen çığlıklarıyla, gecekondu sokaklarının ıslak taşlarıyla da yazılmıştır.

İstanbul’da yürümek, çoğu zaman yalnızca bir yerden bir yere gitmek değildir. Bazen geçmişin bastırılmış bir anısını, kimi zaman bugünün sessiz öfkesini taşır adımlar. Birkaç hafta önce korku duvarını aşıp Saraçhane’ye doğru yürüyen on binlerce insan, bunu çok iyi biliyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanmasının ardından başlayan ve ülke genelinde etkisini gösteren protesto dalgası, kentin mücadele tarihine yeni bir sayfa daha ekliyor.

Böyle anlarda bazı kitaplar sessizce raflara girer. Hasip Akgül ve Hüseyin Ortak’ın birlikte kaleme aldığı Ezilenler İçin İstanbul Gezi Rehberi işte o kitaplardan biri. Bir gezi rehberi gibi görünse de aslında başka türden bir harita: bastırılanların, ezilenlerin, görünmez kılınanların haritası. Kitap, klasik İstanbul güzellemelerini altüst ediyor. Anlatı, Boğaz'ın serin sularından değil, Haliç’in kokuşmuş kıyısından başlıyor; Topkapı’nın altın yaldızlı kapılarından değil, Tarlabaşı’nın sökülmüş kapı pervazlarından söz ederek devam ediyor. Turistlerin “kaçılması gereken” mahallelerinde soluklanıyor, polis baskınlarından sonra parçalanmış evleri anlatıyor. Ama hepsinden önemlisi “umut mekânlarını” işaretliyor. Kitabın sayfalarını çeviren okuru, geçmişin grev çadırları, yıkılmış gecekondu mahalleleri, sokak çatışmaları ve mahalle komiteleri selamlıyor.

yazılama

Direnişin rotaları: Ezilenlerin haritası

Rehber dört ana rotada ilerliyor ve ardından bağımsız duraklar öneriyor. Her rota, bir başka çatışma alanını, bir başka direniş uğrağını işaretliyor. Sirkeci’den Sultanahmet’e, Beyazıt’tan Fatih’e, Gedikpaşa’dan Yedikule’ye, Galata Köprüsü’nden Taksim’e ve ardından Gazi Mahallesi’nden Tophane’ye, Maçka’dan Kavel’e yayılan bir anlatı zinciri ekseninde yürümeye davet edilen okur, yalnızca fiziksel bir yolculuk yapmıyor; devrimci mücadelelerin izini, ezilenlerin tarihini ve sınıf çatışmasının yankılarını takip ediyor.

Tabutluktan lükse otele San(a)saryan Han
Tabutluktan lükse otele San(a)saryan Han

Sirkeci’den başlayıp San(a)saryan Hanı’na, Tan Baskını’na, Mekteb-i Mülkiye’deki ilk öğrenci eylemine uzanan birinci rotada her biri İstanbul’un eşitlik ve özgürlük mücadelesine damga vurmuş duraklarda soluklanıyor. İkinci rotada Beyazıt Meydanı çıkıyor okurun karşısına; Talebe Yurtları’ndan 1940’ların Fatih’ine kadar öğrencilerin, gençliğin sesi duyuluyor. Akgül ve Durak, mekânı sadece fiziksel bir kategori olarak değil; politik bir anlatı ve sınıfsal bir mücadele düzlemi olarak okumayı önerirken, birer güzergâhtan çok, emekçilerin tarihsel sürekliliğini de kanıtlıyorlar. Üçüncü rota Gedikpaşa’dan Yedikule’ye işçi sınıfının izlerini sürerken, dördüncü rota Galata Köprüsü’nden İstiklal Caddesi’ne, Hasan Fehmi suikastından 15-16 Haziran’a, Celile Hanım’ın imza kampanyasından Kamondo Merdivenleri’ne kadar uzanıyor. Bu son rotada İstanbul’un merkezlerinden biri olan Beyoğlu, başka bir suretle okurun karşısına çıkıyor. Eğlence endüstrisinin merkezi olarak pazarlanan bu alan; aslında 6-7 Eylül’ün linç kalabalıklarıyla, Şişli Meydanı’nda vurulan devrimcilerle, Nur-u Ziya’da komşu olan Ruhi Su ve Franz Liszt ile, Troçki’nin sürgün izleriyle dolu. Dikkat çekici bağımsız rotalarda ise Tophane’nin kaybolmuş işçi anıtındaki, Gazi Mahallesi’ndeki, Kavel kablo fabrikasındaki, Maçka’daki Abidin Dino’nun tasarladığı anıttaki bu şehrin görünmeyen alt metni yazılıyor. Rehber bizi İstanbul’un “beyaz yaka” rotaları dışında, bir de “göçmen işçilerin”, “gecekondu mahallelerinin”, “direniş sanatının” rotasını yürümeye çağırıyor.

Edebî bir bellek, politik bir atlas

Hasip Akgül ve Hüseyin Ortak’ın kaleme aldığı çalışma, sıradan bir gezi kitabı değil; İstanbul’un haritasını tepetaklak eden, mekâna sınıfın belleğini kazıyan, politik bir anlatı örgüsü. Kitap, turistlerin değil, eşit ve özgür bir ülke için mücadele edenlerin, kayıplarını arayanların, taş üstünde taş bırakmayanların rehberi. İstanbul’u sadece gözle değil, vicdanla, bellekle, mücadeleyle gezmeyi öneren politik bir atlas. Kitabın dili sade ama güçlü. Her durağa eşlik eden anlatılar, tarihsel belgelerle ve kısa öyküsel pasajlarla beslenmiş. Bu yönüyle kitap, düz bir rehber olmaktan çok, edebî bir topografya çalışması gibi de okunabilir. Bir yandan Yaşar Kemal’in “İnce Memed”i gibi Çukurova’daki isyanın dili, diğer yandan Nâzım’ın şiirlerindeki gibi kentli bir mücadele sesi yankılanıyor satırlarda. Kimi bölümlerde sokağın taşına sinmiş bir başkaldırı; kimi bölümlerde unutulmuş bir öğrencinin gözaltı hikâyesi; kimi bölümlerde 1970’ler TKP’sinin Marangoz Halturin’i çıkıyor karşımıza. Bu çokkatmanlılık, kitabın edebî gücünü de oluşturuyor.

taksim
1 Mayıs 1977 Taksim Meydanı

Unutmak, iktidarın armağanıdır; geleceğimiz için hatırlayalım…

Ezilenler İçin İstanbul Gezi Rehberi, klasik bir kent rehberi gibi okunamaz. O, bir yürüyüş çağrısı, bir işaret fişeğidir. 1970’te Galata Köprüsü’nün ayağından karşı yakaya seslenen bir işçiyle Gazi Mahallesi’nde duvar yazılaması yapan bir genç arasında köprü kurar. Kentin toplumsal belleğini geri çağırır. Ezileni görünür, silineni okunur kılar. Tarihle bağ kuran, kendini geçmişin direniş geleneğiyle ilintilendiren bir şehir haritası sunar. Ve belki tam da bu yüzden, bugünün eylemlerinde yeniden anlam kazanır. Saraçhane’den bakınca, İstanbul’un gerçek yüzü görünür hale gelir. Geçtiğimiz haftalarda Saraçhane yeniden dolmuşsa, bu yalnızca bugünün öfkesiyle değil, geçmişin bastırılmış seslerinin de yükselişiyle gerçekleşir. Ezilenler İçin İstanbul Gezi Rehberi, bu sesi yankılamakla kalmıyor; egemenlerin İstanbulu’na karşı, halkın İstanbulu’nu kurma çağrısına davet ediyor. Çünkü biliyoruz, bu kentin tarihi, yalnızca saraylarda değil, terk edilmiş fabrikaların, üniversite amfilerinin ve yıkılmış gecekonduların duvarlarına da yazılıyor.