Paris İklim Anlaşması onayı: Sermayenin gözü ‘Yeşil Dönüşüm’ fırsatlarında

Cumhurbaşkanı Erdoğan altı yıldır sürüncemede olan Paris İklim Anlaşması’nın onaya sunulacağını önceki gün açıkladı. Kararın arkasında çok boyutlu ekonomik dinamikler, sermaye için yeni fırsatlar var.

Adile Kaya

Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı imzalamış ancak Meclis onayına sunmamıştı. Erdoğan ülkeye biçilen statüye itiraz edilmesi nedeniyle altı yıldır sürüncemede olan Anlaşma’nın onaya sunulacağını önceki gün BM Genel Kurulu’nda açıkladı. Karar, siyasi iktidarın iklim değişikliğiyle mücadele konusunda yaşadığı bir uyanışı değil, özellikle Avrupa Yeşil Mutabakatı ile ucu görünen yeni finansman olanaklarının, sermayenin emperyalizme bağımlılıkta yeni düğüm atma yönelik hamlesinin sonucunu yansıtıyor.

Pazarlıkçı diplomasi

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önceki gün Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Paris İklim Anlaşması’nın Meclis onayına sunulacağını açıkladı. Siyasi iktidar, 2050 yılına kadar dünya çapında sera gazı emisyonlarının sıfırlanmasını öngören ve bu doğrultuda ülkelerin işbirliği niyetlerini, katkı taahhütlerini içeren Paris İklim Anlaşması’nı gündeme geldiği 2015 yılında imzalamış, ancak Meclis onayına sunmamıştı. Türkiye, Anlaşma’yı imzaladığı halde onaylamayan birkaç ülke arasında yer alıyordu.

İmzaya rağmen onay sürecinin uzamasının temel nedeni Türkiye’nin, yerleştirildiği statüye itiraz etmesiydi. Ülkenin gelişmiş ülke statüsünde yer alması, hem taahhütlerini yani emisyon azaltım hedeflerini bu statüde belirlemesini gerekli kılarken hem de iklim finansmanı fonlarından yararlanmak yerine katkıda bulunmakla karşı karşıya kalmasına yol açıyordu. AKP iktidarının “pazarlıkçı diplomasi” imajı verme merakı da süreci sürüncemeye sokan bir unsur oldu. Ancak daha ziyade ABD gibi ülkelerin pozisyonunun yarattığı hareket alanını da kullanarak Türkiye sermayesinin yönlendirmesi ve konsensüsüyle, imzayla kazanılan zamanda bir pazarlık yürütülmeye çalışıldı. Temel amaç Türkiye’nin statüsünü iklim finansmanı fonlarından yararlanabileceği bir şekilde değiştirmek ya da bu eksende bir istisna tanınmasını sağlamaktı. Açıkçası Türkiye’nin, iktidarın siyasi pozisyonundan ziyade ekonomisinin büyüklüğü, sektörel çeşitlilik düzeyi ve sektörel yapı, uluslararası sermayeye bağımlılığı gibi unsurlara dayalı ekonomik yapısal özgünlüğü Anlaşma’ya ilişkin belirsizliğin arkaplanını oluşturuyordu. Sadece fosil yakıta dayalı kaynaklardan (doğalgaz, ithal kömür, yerli/milli kömür vb.) elektrik üreten lobinin çıkarlarının korunması değil, ekonomik rasyonalitesi kapitalizm koşullarında bile çok tartışmalı demir-çelikten plastiğe pek çok sektörün yüzdürülmesi, çokça da uluslararası işbölümü ürünü anomalilerin sürdürülmesi gibi bir dizi farklı direncin söz konusu olduğu söylenebilir.

Türkiye’nin statüsünün değiştirilmesi doğrultusunda geçen altı yılda pek bir yol alındığı söylenemez. Uzun süren oyalanmanın ardından onaya karar verilmesinde hem Türkiye sermayesinin sıkışmışlıkları hem de uluslararası iklim finansmanı olanaklarındaki öngörülenden hızlı değişim etkili oldu. Özellikle Avrupa Birliği, 2019 sonunda Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı (European Green Deal)1 açıkladıktan sonra AB entegrasyonu yüksek sermaye kesimleri, başta TÜSİAD olmak üzere, Anlaşma’nın onayı konusunda baskısını artırdı. Ki siyasi iktidar cephesinde de Şubat 2020’de Ticaret Bakanlığı koordinatörlüğünde bir çalışma grubunun oluşturulması ve “Yeşil Mutabakat Eylem Planı” hazırlıklarına girişilmiş olması, bu grubun çalışmalarının sermaye temsilcileriyle yakın temasta yürütülmüş olması yön değişikliğini gösteren gelişmelerdi. 2021 başından itibaren de değişiklik bakanlık yetkilileri tarafından Anlaşma’nın onaylanacağı sinyalleri verilmeye başlamıştı.

AB’nin yeşil dönüşüme ayırdığı kamu bütçesi Türkiye sermayesinin iştahını kamçılıyor

Türkiye’nin yaşadığı borç krizi de dikkate alındığında Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında Türkiye’ye doğrudan ve dolaylı akabilecek fon büyüklüğünün belirginleşmeye, en azından hesaplanabilir olmaya başlaması hiç şüphesiz en ikna edici gelişme olarak değerlendirilebilir. “Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması” ile karbon içeriği yüksek ürünlerin ithalatında üçüncü ülkelere vergi uygulamasının detaylarının netlik kazanmaya başlaması, özellikle uygulamanın başlayacağı sektörler başta olmak üzere Türkiye sermayesinin hızla en önemli meşguliyet konusu haline geldi. Ancak karbon vergisi gibi “tehditler”den ziyade beliren fon ve pazar olanaklarının iştah yarattığını söylemek mümkün.

Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında hazırlanan Yatırım Planı doğrultusunda AB ve üye ülke bütçelerinden 2030 yılına kadar ayrılması planlanan büyüklük 1,8 trilyon dolar civarında. Bu yatırım tutarı AB bütçesinden ve üye ülke bütçelerinden yapılacak kamu yatırımlarını ifade ediyor. Üzerine bir de bu tarihi rekor düzeydeki kamu yatırımlarının “uyaracağı” özel sektör yatırımlarının eklenmesi bekleniyor.

Pazar olanakları kısmı ise çok boyutlu. Avrupa Birliği’ndeki dönüşümün işbölümünde yaratacağı değişiklikler ve Avrupa pazarında ortaya çıkaracağı yeni olanaklar kadar Türkiye’nin kendi iç pazarının yeşil dönüşümle gündeme gelen yeni teknolojilere, örneğin elektrikli araç penetrasyonunun hızlandırılması, çatı üstü güneş sistemlerinin yaygınlaşması gibi gelişmelerle uluslararası sermayeye daha fazla açılmasının Türkiye sermayesine sunacağı fırsatlar da dikkate alınıyor. Ki ek olarak Avrupa sermayesi yeni teknolojileri uygularken bir süre daha pazarı olmaya devam edecek eski teknolojileri Türkiye gibi ülkelere bırakabilir. Türkiye sermayesi adına siyasi iktidar, Temmuz ortasında, AB “Fit for 55” Paketi2 açıklandıktan hemen sonra duyurulan “Yeşil Mutabakat Eylem Planı”nda3 bu çerçevede kapsamlı bir müzakereye hazır olduğuna açıkça ortaya koydu. Ticaret Bakanlığı’nın koordinatörlüğünde Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın katılımıyla hazırlandığı belirtilen belgede yeşil dönüşümün hem gelişmiş ülkeler hem de gelişmekte olan ülkelerin gündemine girdiği, yeni bir büyüme paradigmasına dönüştüğüne işaret ediliyor. AB’nin bu çerçevede Avrupa Yeşil Mutabakatı ile üstlendiği öncü role dikkat çekiliyor. Eylem Planı’nda Türkiye’nin sürdürülebilir ve kaynak etkin bir ekonomiye geçişine katkı sağlanmasını ve Türkiye’nin başta Avrupa Yeşil Mutabakatı ile öngörülen kapsamlı değişikliklere, Türkiye-AB Gümrük Birliği kapsamında sağlanan bütünleşmeyi koruyacak ve daha da ileriye taşıyacak şekilde uyum sağlaması vurgulanıyor. Bu doğrultuda tarım, enerji, ulaştırma, finansman, yeşil ve döngüsel ekonomi gibi 9 ana başlık altında 32 hedef ve 81 eyleme yer veriliyor.

Yeni Yeşil Düzen: Uluslarararası kapitalizmin kurtarıcı sermaye birikim modeli arayışı

1929’dan krizinden çıkışta kamu yatırımlarıyla ekonomik canlanma yaratmaya yönelik politikalar olarak özetlenebilecek Keynesyen “Yeni Düzen”den (New Deal) esinlenen yeni politika, yeni büyüme paradigması arayışları 2008 krizi sonrasında yoğunlaştı. İklim değişikliğiyle mücadele ekseninde dile getirilen “Yeşil Büyüme” kavramıyla da birleşerek “Yeni Yeşil Düzen” (Green New Deal) kullanılmaya başladı. Kapsamlı bir politika önerisi olarak UNCTAD’ın 2019 yılında yayımladığı Ticaret ve Kalkınma Raporu’nda4 yer alan kavram Avrupa Birliği’nin yanısıra Japonya, Güney Kore gibi ülkelerde de resmi olarak yeni büyüme stratejisi olarak tanımlandı ve orta-uzun vadeli yatırım planları bu eksene yerleştirildi. ABD, Çin gibi ülkelerin de büyüme stratejilerinin ana eksenlerinden birini oluşturuyor, yine büyük yatırım bütçeleri ayrılıyor. Yeşil Dönüşüm ya da Yeni Yeşil Düzen paradigmasıyla ulaştırma ve enerji talebinin optimizasyonundan çeşitli akıllı uygulamalara dijitalleşmeyle içiçeliğine işaret eden, “Dijital Dönüşüm”ü de dikkate alarak bir “İkiz Dönüşüm” paradigmasından söz edilmesi gerektiği de dile getiriliyor. Kavramsal çerçeve bir yana sermaye açısından karbon emisyonunun en önemli kaynağı enerji sektöründe fosil yakıtlardan yenilenebilir kaynaklara dayalı bir sisteme geçiş, sanayide karbonsuzlaşmanın sağlanmasına yönelik yatırımlar (enerji yoğunluğu yüksek sektörlerde hidrojen kullanımı gibi yeni teknolojiler dahil), ulaştırmada elektrikli araçların yaygınlaşması, binaların enerji verimliliği hedefiyle yenilenmesi başlıkları iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılmasından ziyade krizden çıkışı, kar oranlarında artışı sağlayacak yeni üretim, pazar olanakları anlamı taşıyor. Tabii uluslararası rekabet dengelerinde değişiklik yaratma çabası da söz konusu.

Türkiye sermayesinin çok uzayan AKP iktidarı altında yine çok uzayan ekonomik perspektifsizliğine sağlam bir çıpa bulduğunu düşündüğü açık. Sürdürülemez hale gelen dış finansman bağımlılığı, buna yol açan ekonominin yüksek ithalat bağımlılığının esas nedeni Avrupa Birliği ile imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması kapsamında yaşanan dönüşüm değilmiş gibi çok daha derin sonuçlara yol açması olası bir sürece iklim değişikliği gibi meşruiyeti yüksek bir başlıktan kolayca eklemlenebileceklerini varsayıyorlar.

  • 1. The European Green Deal, European Commission, 11th December 2019. https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?qid=1588580774040&uri=C…
  • 2. “Fit for 55” Paketi, Avrupa Birliği’nin mevcut iklim değişikliğiyle mücadele mevzuatını Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında, sera gazı emisyonlarının 1990 düzeyine göre 2030 yılında yüzde 55 azaltılması hedefiyle güncelleyen düzenlemelerin yanısıra yeni düzenlemeler de içeren bir uygulama müktesebatı. Yenilenebilir Enerji, Enerji Verimliliği Direktifleri gibi düzenlemeler güncellenirken, “Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması” da yeni düzenleme örnekleri arasında yer alıyor.
  • 3. https://ticaret.gov.tr/data/60f1200013b876eb28421b23/MUTABAKAT%20YEŞİL…
  • 4. “Trade and Development Report 2019: Financing a Global Green New Deal”, UNCTAD, 2019.