Pandemi kadın yaşamını ve psikolojisini nasıl etkiledi?

Pandeminin kadın yaşamı ve psikolojisine etkilerini Psikiyatrist Gülperi Putgül Köybaşı ile konuştuk.

Haber Merkezi

Dünya Sağlık Örgütü’nün 11 Mart 2020’de pandemiyi ilan edişinin ardından geçen sürede  kadınlar, çok daha fazla eşitsizlik, sömürü ve şiddetle iç içe yaşamak zorunda kaldı. Özellikle işçilerden, emekçilerden ve göçmen kadınlardan oluşan toplumun yoksul kesimleri pandemiye bağlı gelişen olumsuz koşullardan çok daha fazla etkilendi. Sürmekte olan pandemi boyunca kadınların yaşamındaki değişiklikleri ve bunların kadın psikolojisi üzerine etkilerini Psikiyatrist Gülperi Putgül Köybaşı ile konuştuk.

Pandeminin psikoloji üzerine etkileri ile başlamak istiyorum. Kadınları konuşacağız ancak cinsiyetlere göre farklı psikolojik etkilenmeler mi oluyor?

Pandemi cinsiyetten bağımsız olarak az ya da çok tüm insanlarda ortak duyguları harekete geçirdi. En çok hissedilen ise kaygı, korku ve çaresizlik oldu. Tüm travmatik toplumsal olaylarda olduğu gibi kaygı bozuklukları, depresif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu gibi ruhsal hastalıklarda artış olması beklenen bir durum. Sürecin uzaması, tanıdan tedaviye pek çok başlıktaki belirsizlik ve pandeminin iyi yönetilememesinin de pekiştirici bir etkisi oldu.

Yine de olaylara verilen psikolojik tepkilerin kişiden kişiye farklılık gösterdiğini söylemek gerekir. Kişinin yaşı, ekonomik durumu, eğitimi, sosyal destek mekanizmaları, cinsiyeti gibi değişkenler burada belirleyici olur. Toplumsal bir varlık olarak insanın psikolojisi zaten tek başına bir olgu olarak ele alınamaz. Bu açıdan ele aldığımızda ise evet kadınlar için farklı bir süreçten söz ediyoruz. Özellikle de daha fazla baskı ve eşitsizliğe uğrayan yoksul kadınlar için.

Bunu biraz açabilir misiniz? Hangi açılardan farklı bir süreç oldu kadınlar için?

Biyolojik olarak kadın olmaktan kaynaklı sorunlardan bahsetmiyorum burada. Bugün psikiyatrik rahatsızlıkların tetikleyicilerine bakıldığında öne çıkanlar, kadınların toplum içinde konumlanışlarından kaynaklanıyor. Yapılan araştırmalar, yoksulluk ve şiddete maruziyetin kadın psikolojisini etkileyen en temel iki bileşen olduğunu gösteriyor. Pandemi dönemi özelinde ele aldığımızda bu iki temel bileşende istatistiklere yansıyan değişiklikler olduğunu biliyoruz: hem kadına yönelik şiddet arttı hem de kadınlar çok daha fazla yoksullaştı.

Pandemi öncesinde kadının en çok şiddete uğradığı yer eviydi. Kadın cinayetleri Türkiye’de %80, dünyada %90 evde işleniyordu. Pandemi ile birlikte kadınlar şiddet uygulayıcıları ile evde daha fazla zaman geçirmek zorunda kaldılar, hastanelere ve adli kurumlara ulaşım zorluğu nedeniyle yardım alma kanalları da tıkandı. Pandemi sürecinde kadınları korumak bir yana af uygulamaları ile şiddet, taciz, tecavüz suçluları evine geri yollandı. Sadece Türkiye’de değil ABD, Fransa, Ingiltere, İtalya gibi pek çok kapitalist ülkede benzer sonuçlar var. Peru’da sokağa çıkma yasağı dönemlerinde yüzlerce kadın ve kız çocuğunun kaybolduğu haberlere yansıdı.

Yoksullaşmaya gelince; yine tüm dünyada kadınların yoğun olarak güvencesiz, sözleşmesiz, süreleri belirsiz işlerde ve düşük ücretlerle çalıştığı istatistiklerle ortada. Pandemide ise doğal olarak ilk işten çıkarılanlar zaten sözleşmesiz, düşük ücrete çalışan ve daha fazla yoksullaşanlar kadınlar oldu. Bunların da ülke ülke istatistikleri var merak edenler bakabilir. Hem şiddete maruziyet hem de yoksulluk açısından en zayıf halka olan göçmen kadınlar ayrıca ele alınmalı. Tüm bu bahsettiğimiz sorunlar karşısında çok daha savunmazsız durumdalar.

Pandemide hizmet vermeye devam eden sektörlere bakıldığında da bir kadın yoğunluğu söz konusu değil mi? Kadınlar bu açıdan da risk altında gibi görünüyor.

Sağlık hizmetleri, sosyal hizmet ve bakım hizmetleri, market ve gıda sektörü gibi pandemide yükü artan iş kollarında çalışanların çoğu kadın. Özellikle  %70’inin kadın olduğu sağlık alanında, pandemideki iş yükünün çoğunu kadınların üstlendiğini söyleyebiliriz. Hastalıkla karşılaşma riski, hastalığı eve taşıma riski, evlerinin ve çocuklarının bakım derdi de göz önünde bulundurulursa kadın sağlık çalışanlarının psikolojik açıdan hiç de kolay bir dönemden geçmediği ortada. Sağlık emekçilerinin çocuklarının bakımı bu dönemde kamuoyuna da yansıyan bir sorun oldu, nöbete çocuklarını getiren hemşirelere tanık olduk. 10 yaş altında çocuğu olan devlet memurlarına verilen izin hakkından sağlıkçılar yararlanamadı örneğin. Bu iznin sadece kadınlara tanınıyor oluşu yönetenlerin bakım işinden kimi sorumlu tuttuğuna dair bir kanıt olmakla birlikte sağlık çalışanlarının bu derece yalnız bırakılması da anlaşılır gibi değil.

Pandemi, çocukların bakımında sorumluluk tek başına ebeveynlere bırakılamayacağını, her mahallede, çalışan kadın sayısından bağımsız her işyerinde ücretsiz hizmet veren kreşlerin zorunluluğunu bir kez daha ispatladı. Ebeveynlerin, özellikle de iş yükünün çoğunu omuzlayan annelerin yaşadığı psikolojik sorunları, “iyi ebeveynlik” öğütleri ile ortadan kaldıramayız. Sorunun kaynağı ortada, soruna çözüm üretmekle yükümlü olanlar ise “bakın başınızın çaresine” deyip geçiyor, hatta daha çok çocuk sipariş veriyor, kadınların güncel ve gerçek sorunlarına gözlerini kapatıp annelere cennet vadediyor.

Zaten var olan şiddet, işsizlik, yoksullaşma, ev ve bakım işlerinin yükü pandemiyle birlikte sarsıcı bir etkiye ulaşmış görünüyor. Tüm bunlarla karşı karşıya kalan kadınlara ne oluyor peki?

Hayal kırıklığı, çaresizlik, gelecek kaygısı, umutsuzluk…Bu kadarla da kalmıyor ki! Pandemi evdeki dengeleri de yerinden oynattı. Denge dediğim yine kadının omuzlarına yüklenmiş olan ev işleri ve yaşlı-çocuk bakım işlerinin görece katlanılabilir oluşu. Pandemi ile birlikte hem evde kalan nüfusun artması nedeniyle kadının yapmak zorunda olduğu ev işi arttı hem de okulların kapanması sonucu çocukların bakımı için ayrılması gereken zaman. Pandemiden önce kadınların erkeklere göre 3 kat fazla ev ve bakım işi yaptığı verisi mevcut ve bunun pandemide en az ikiye katlandığı düşünülüyor. Sadece bakım da değil bizzat çocukların eğitimleri ve yalnızlaşmaktan kaynaklı psikolojik sıkıntılarını çözme işi de sıklıkla evdeki kadına düşüyor. Küçük yaştaki çocukları bilgisayar başında oturtmak, ödevlerini yaptırmak, evdeki çocuklar-gençler arasındaki gerilimleri çözmek gibi görmezden gelinen ek sorunların kadınların psikolojisi üzerine etkileri görmezden gelinemeyecek kadar büyük.

Bu arada okul başlığı açılmışken bahsetmeden geçemeyeceğim bir başka önemli konu ise özellikle yoksul ve geleneksel ailelerde büyüyen kız çocuklarının okuldan uzaklaşmasının getireceği sorunlar. Okul bu çocuklar için evdeki iş yükünden belki şiddet ya da istismardan kaçmak için bir fırsattı. Sadece eğitim açısından değil, arkadaşlık kurabildikleri, sorunlarını anlatabildikleri, yardım alabildikleri bir başka sosyal alandı okul ve bu da ellerinden alındı. Uzun vadede kontrolsüz bir biçimde okuldan uzak kalan ve dolayısıyla evlendirilen, doğurmak zorunda kalan kız çocuklarının sayısında artış olmasını kaçınılmaz görüyorum. Psikolojik açıdan da çok daha fazla etkileneceklerini öngörüyorum.

Bir bütün olarak bakıldığında oldukça iç karartıcı bir tablo çıktı ortaya. Öte yandan var olan zorluklara rağmen tamamen korkuya, çaresizliğe tutunmuş bir topluma dönüştüğümüzden söz edilebilir mi? Tarihsel örneklere bakıldığında böylesi karanlık zamanlarda özellikle kadınlar öne çıkan, ileriye taşıyan bir güç haline gelebiliyor.

Toplumun genelinde bu olumsuz duyguların arttığı açık olmakla birlikte kapitalimin tüm kriz dönemlerinde olduğu gibi bugün de, süreçten en çok etkilenen yoksul ve ezilen kesimlerin isyanını tetikleyecektir. Kadınların tarih boyunca maruz kaldıkları baskı ve eşitsizlikler, onların sessizce kabullenişleri kadar etkileyici ayağa kalkış dönemlerine de neden olmuştur. Kapitalizmin son krizinin, bugüne dek kadınların elde ettiği kazanımlara saldırmak için de fırsatlar doğurduğuna tanıklık ediyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi en yakın örnek. Ancak kadınların direngenliğinin büyük etkisi ile imzalanan sözleşmenin iptali karşısında yine kadınlar sokaklardaydı. Dünyadaki kürtaj hakkı ve eşit işe eşit ücret eylemleri de yine bu dönemde yükseldi. Mücadeleden vazgeçmediklerini her fırsatta dile getiriyor ve gösteriyor kadınlar.

Pandeminin kadınların yaşamına dayattıkları karşısında kadınlar bir yandan örgütlenmeye devam ediyor. Örgütlenme sürecinde içinde olduğum için yakından gözleme şansı bulduğum Kadın Dayanışma Komiteleri, pandemide ortaya çıkan muazzam bir dayanışma örneği sunuyor. Kadınlar mahallerinde bir araya geliyor, sorunlarını tartışıyor, birlikte çözüm yolları arıyorlar. Bu bazen şiddete uğrayan bir kadının davasına sahip çıkmak oluyor bazen mahallelerinde kreş açılması için çalışma yürütmek. Geçtiğimiz aylarda “Pandemi ve kadın ruh sağlığı” başlıklı pek çok çevrimiçi sunum yaptık farklı komitelerden kadınlarla. Pandemiyi ve kadınların yaşamı üzerindeki etkilerini birlikte değerlendirdiğimiz toplantılardı bunlar. Kadınlar kendi sorunlarını anlattılar, paylaştıkça birbirlerine destek olabildiklerini farkettiler ve sadece bu bile hepimize iyi geldi. Tüm bu toplantılardan birlikte çıkardığımız sonuç şu oldu: “Yalnız değiliz ve aslında sandığımız kadar güçsüz de değiliz”. Dayanışma hepimizin yaralarını sarıyor, psikolojik açıdan da iyileştiriyor. Daha iyi bir dünyada yaşamak için kolları sıvamamız gerekiyor ve evet kadınlar bunun öncülüğünü yapabilecek iradeye sahip.