Osmanlı’nın son resimleri bize ne anlatıyor

"Cumhuriyet’le kadınların yolu, görevleri sadece bir arzu nesnesinden fazlası olabilmeleri amacıyla açıldı. Kapitalizm o yolu her fırsatta kapamaya çalışıyor."

FİDE LALE DURAK

Dünya son birkaç aydır sanki olduğundan daha hızlı dönüyor. Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede yaşananlar, gidişatın hayra alâmet olmadığını ve insanlığın giderek daha derin bir bataklığın içinden geçmeye başladığını hissettiriyor. İnsanlık burayı da geçecek diyerek güvenelim elbette ama bu güvenin boş bir umuda değil gerçekçiliğe yaslanabilmesi için, tam da şu sıralar unutturulmaya çalışılan Cumhuriyeti, onun nasıl kurulduğunu ve halka neler kazandırdığını hatırlamamız gerekiyor. Bunu hatırlamalıyız ki keyiflerine göre ya da daha doğru ifadeyle ülkedeki zengin azınlığın çıkarlarına göre yeniden yazılan tarihe ikna olmayalım.

Konumuz sanat olduğu için projektörü buraya çevirip, son Osmanlı Halifesi olarak tarihe geçen ressam Abdülmecid’in resimlerinden yola çıkarak, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş okuması yapabiliriz. Abdülmecid son veliaht olarak, 1922’de saltanat kaldırılıncaya kadar tahta çıkmak için sırasını beklemişti. Önce elinden taht alındı. Ardından, 1924 yılında halifelik de resmen sonlandırılınca bu unvanı da kaybetti. Ama her şeye rağmen halife gibi davranmaya devam edince, yeni Cumhuriyet Abdülmecid ve ailesini İsviçre’ye sürdü. Bir süre sonra Fransa’ya geçerek yaşamının kalanını burada geçirdi. Resimleri, Osmanlı’nın son yıllarında saraydaki yaşama tanıklık etmenin ötesinde ilk elden kaynak oluşturur.

Abdülmecid Efendi’nin başyapıtlarından sayılan Haremde Goethe ve Haremde Beethoven, 1917’de Viyana’da sergilenir. Bir eseriyle de Paris’te Büyük Yıllık sergiye katıldığı bilinir. Abdülmecid’in resimlerinin çoğunda Batı etkisi hissedilir ve amaç da zaten budur. Batı’daki aydınlanma dönemini ıskalayan Osmanlı, modernleşme hamlesinde de geride kaldığının farkındadır. Osmanlı’nın son döneminde Batıcılık, sanatta, kılık kıyafette, kurulan yemek sofralarında etkindir. Özellikle Paris’e eğitime gönderilen sanatçıların, sanatın başkentinden görüp getirdikleri Türkiye resim tarihi için kayda değerdir. Ancak Osmanlı, Batıcılık ile kaçırdığı trene yeniden binmeye çalışırken bir ülke olarak değil bir hanedan olarak hareket etmiştir. Bu sayılan yeniliklerin ya da modernleşme revizyonlarının hiçbiri saray duvarlarının dışına taşmamıştır.

Haremde Beethoven resmi, adından da anlaşıldığı üzere, Beethoven bestesinin harem içinde çalındığı, dinlendiği bir etkinliği gösterir. Kemanı çalan kadın Abdülmecid Efendi’nin ilk eşi olarak bilinen Şehsuvar Kadınefendidir. Kadınlardan önde ayakta duranın ise diğer eşi Mehisti olduğu düşünülür. Sonuçta piyano çalanından dinleyenine tüm kadınlar, haremdeki kadınlardır. Paşa üniforması içinde, bacak bacak üstüne atmış müziği dinleyen kişi Abdülmecid’in kendisidir. Duvarda asılı olan resim, dönemin ünlü Rus ressamı Ayvazovski’ye aittir ve resmin hemen önünde Beethoven’ın büstü, bestenin sahibi olarak durur. Arkada karaltı halinde görünen at üstündeki heykel ise babası Abdülaziz’in gerçek boyutlu heykelidir (Bu heykel şu an Beylerbeyi Sarayı Müzesindedir). 

Bütün resim bize şöyle der: “Harem düşündüğünüz gibi bir yer değil. Bizler modern insanlar gibi giyiniyor, müzik yapıyor ve modern resimden keyif alıyoruz.”

pasted-image.jpeg

Abdülmecid Efendi, 1915, Haremde Beethoven, İstanbul Resim Heykel Müzesi

pasted-image.jpeg

Abdülmecid Efendi, 1918, Haremde Goethe, Ankara Resim Heykel Müzesi

Haremde Goethe resmindeki kadın, ilk resimde keman çalanla aynı kişi, yani Şehsuvar Kadınefendidir. Haremde bir kadın olarak bize, elinde kitabı, sehpada mektupları, ayağındaki alafranga ayakkabıları ve dekolteli kıyafetiyle bir Batılı imajı verir. Abdülmecid, Paris’te ve Viyana’da gezdiği müzelerde gördüğü bazı tablolara bakıp, babası Abdülaziz’in Paris pavyonunda heykellerini sergileyen diğer hükümdarları görüp, ülkeye döndüğünde kendinin at üstünde heykelini yaptırmak istemesi gibi, eşlerinin resmini yapmak istemiş olabilir. Örneğin Madame de Pompadour ve Sarah Bernhardt’ın resimleri ile olan benzerlik gözden kaçmayacak kadar yakındır. Her iki resim de Haremde Goethe’den yaklaşık 150 yıl önce yapıldığı için müzelerde karşısına çıkma ihtimali de oldukça yüksektir.

pasted-image.jpeg

François Boucher, 1756, Madame de Pompadour, Alte Pinakothek-Münih

Boucher’in resminde gördüğümüz Madam Pompadour, Fransız Kralı XV. Louis’in çok sayıdaki metreslerinden en ünlü olanıdır ve saray yönetiminde de ağırlığı oldukça fazladır. Aristokrasiden olmadığı bilinen Madam Pompadour, bu ve benzeri resimleriyle, fiziksel güzelliği ve sosyal becerileriyle elde ettiği konumuna bir saygınlık kazandırmaya çalışmıştır. Şimdinin popüler anlatımıyla söyleyecek olursak; resimlerle amaçlanan bir nevi imaj çalışmasıdır. Boucher, Pompadour’un çok sayıda resmini yapmış ve her birinde ona ideal güzelliği giydirerek, kâh elinde tuttuğu kitapla kâh etrafını saran notalarla (ele almadığımız başka resimlerde görünen), eğlence ve zevk düşkünlüğü ile bilinen Pompadour’u, entelektüel bir zarafetle donatmıştır.

pasted-image.jpeg

Georges Clairin, 1876, Sarah Bernhardt, Petit Palais-Paris

Ressam Clairin’in, Sarah Bernhardt portresinde ise kadın imgesi baştan çıkarıcı bir “femme fatale”dir. Aktris Bernhardt, elindeki tüylü yelpazesi, dekoltesiz ama incecik vücudunu sarıp ortaya çıkaran zengin elbisesi, muzip gülüşü ve direk seyirciye diktiği gözleriyle arzu nesnesidir. 

pasted-image.jpeg

Henry Caro-Delvaille, 1902, Güzel Kız

Ele aldığımız resimlere kıyasla daha yakın zamanda yapılan Güzel Kız resmiyle Haremde Goethe arasındaki benzerlik de dikkat çekicidir. Abdülmecid’in bu görselleri, hocası Bareilles’in abonesi olduğu Figaro İllustré, Figaro-Salon gibi dergilerde görmüş olabileceği düşünülür.1

Caro-Delvaille’in resminde yine gözlerini bize dikmiş bir kadın, davetkârlığını artıracak bir biçimde kollarını kaldırmış ve bu hareketini nedenselleştirmek ister gibi boynundaki inci kolyesine elini geçirmiş, oynamaktadır. Kolye ile oynamak, flörtöz bir hareket olarak işlenir ve güzel kadın imajını pekiştirir. Bu defa kadının entelektüelliğinden ziyade güzelliğine odaklanma amaçlandığı için okunan kitap da bir köşeye atılmıştır. 

Şehsuvar’ın portresi bu resimlerin ortalamasıdır. Bir yandan elinde orijinal dilinde Faust’u tutarken bir yandan da haremde olduğunu hatırlatırcasına oynadığı incileriyle gözünü bize diken, Almanca okuyabilen, Batının enstrümanlarını çalan ama görevi sadece arzu yaratmak olan bir Osmanlı kadın imgesi oluşturulur. Abdülmecid’in amacı ideolojiktir.

Sonuçta Haremde Goethe, Osmanlı’nın imaj çalışmasının bir parçasıdır. Sarayda yaratılan Batı taklidi modernleşmenin halkın yaşadığı sokağa uğramadığı, resimlerin, heykellerin saray duvarlarının dışına çıkmadığı, ne zenginlik varsa Osmanlı hanedanının sahip olduğu bir düzenden Cumhuriyetle kurtulduk. Cumhuriyetle birlikte sarayın içindeki resimler dışarı çıkartıldı ve İstanbul Resim Heykel Müzesi kuruldu. Bu halkın bir kazanımıydı. 

Kadınlar da Cumhuriyetle kazanmıştı. Abdülmecid’in İsviçre’ye sürgün gönderilirken treninin sınır kapısında durduruldu ve çok eşlilik kabul edilmediği için İsviçre’ye alınmak istenmediği unutulmamalıdır.2 Cumhuriyet’le kadınların yolu, görevleri sadece bir arzu nesnesinden fazlası olabilmeleri amacıyla açıldı. Kapitalizm o yolu her fırsatta kapamaya çalışıyor. 

Panzehir Osmanlının yenisinde ya da eskisinde değil, eşit bir Cumhuriyeti yeniden hep birlikte kurmakta.

  • 1https://www.unlimitedrag.com/post/modern-harem-kadinin-uretilisi.
  • 2 https://tr.wikipedia.org/wiki/Abdülmecid_Efendi.