Ortaoyuncular’la sohbet: Şahları da Vururlar, Ferhan Şensoy ve Ses Tiyatrosu

Ferhan Şensoy'un ilk kez 42 sene önce yazıp sahnelediği ve şimdi yeniden sahnelenen Şahları da Vururlar oyunu üzerine Ortaoyuncular'la keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Gamze Kulak

Ortaoyuncular, ilk oyunları olan Şahları da Vururlar’ı 42 sene sonra seyirciyle buluşturdu. Ferhan Şensoy’un yazıp sahnelediği ilk oyun olan bu efsane klasik üzerine Ortaoyuncular’dan Müjgan Ferhan Şensoy, Nejat Yavaşoğulları, Gökhan Şeşen, Burhan Şeşen, Celal Belgil, Erkan Üçüncü, Orkun Akyıldız, Özkan Aksu, Elif Durdu Şensoy, Serap Günaydın, Sefa Tantoğlu ve İlksen Ökte ile çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Şahları da Vururlar, 42 sene sonra yeniden sahneleniyor. Aslında 14 Mart 2020’de seyirciyle buluşacaktı ama pandemi sebebiyle ertelendiğini biliyoruz. Bu süreçte, maalesef, Levent Ünsal’ın ve Ferhan Şensoy’un kaybını yaşadık. Nihayet 11 Kasım 2022’de 26. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, Işıl Kasapoğlu küratörlüğünde sahnelemeye başladınız.
Ferhan Şensoy ve Fuat Güner’in Şahları da Vururlar üzerine röportajını izlediğimizde, Şensoy’un “Oyunun şu an pek güncelliği kalmadı, biz sahnelediğimizde Şah Rıza hâlâ yaşıyordu, İran Devrimi’ni bütün komünistler destekliyordu. Şimdi benim kızlarım bile Şah Rıza kim diyor, yeni kuşaklar bilmiyor. Belki uzun yıllar sonra bir klasik olarak Ortaoyuncular yeniden oynar” dediğine şahit oluyoruz. Yeniden sahnelenmesine nasıl karar verildi?

Erkan Üçüncü: 2020, Ortaoyuncular olarak bizim tiyatromuzun 40. yılıydı. Hem eskiye bir gönderme hem de 40. yılımızda bizi var eden bu oyunu, yani Ortaoyuncular’ın çıkış hikâyesinin başlangıcı olan Şahları da Vururlar’ı Ferhan Ağabey seyirci karşısına çıkarmak istedi. Aslen Ferhan Ağabey karar verdi bu oyunun yeniden sahnelenmesine.

Müjgan Ferhan Şensoy: Tiyatronun 40. Yılında ilk oyunuyla yeniden “Merhaba” dedik.

Gökhan Şeşen: Ferhan Ağabey önce tereddüt etmiş, öyle mi yani?

Erkan Üçüncü: Ferhan Ağabey’in dediği gibi aslında metnin artık günümüz dünyasına oturmuyor diye bir çekincesi vardı. Onun da İran’daki devrimle ilgili düşünceleri tabii ki değişti, çünkü İran’daki devrim değişti. Ama ömrü elverseydi belki yine oyunda başka değişiklikler yapabilirdi. Biz yine de oyunun bütününü koruyarak sahneledik.

Nejat Yavaşoğulları: Aslında bu efsane bir oyundu, birçok insan bunu böyle nitelendirirdi ve hâlâ nitelendiriyor. Bu oyuna sürekli bir talep de vardı bence. “Ya Şahları da Vururlar bir daha oynansa, bir daha oynansa…” diye halktan da gelen, bizleri dürten ve belki gaza getiren bir istek söz konusuydu. Aradan zaman geçmiş olsa da bugün o terimler kullanılmasa da gelen talebe karşılık Ferhan da karar verirken bunlardan etkilenmiş olabilir.

Tabii ki yaşım da tutmadığı için izleyememiştim Şahları da Vururlar gibi efsaneleşmiş bir oyunu. Tekrar oynanmasını çok istiyordum. Hatta ilk oyunu izleme şansına eriştiğimde çok duygulanmıştım.
Ama ben oyunu izlemeye gelirken güncele oturmamasından kaynaklı ve İran’da yaşanan güncel meselelerden dolayı, seyirci nasıl tepki verecek acaba diye endişelenmiştim. Seyirci, en azından bizim kuşaklar için, anlamayabilir mi, İran Devrimi övülüyor mu diye düşünebilir mi diye endişeliydim. Seyirciden aldığınız tepkiler nasıl oldu?

Gökhan Şeşen: Varsayalım bu oyun İran’ı anlatmıyor, bambaşka bir ülkeyi anlatıyor. Bu, hâlâ güncelliğini koruyan bir metin. Dün İran deriz, bugün başka bir yer deriz, yarın başka bir yerden bahsedebiliriz. Anlatılan şey, mesela şu an, Türkiye’de yaşananların başka bir versiyonu aslında.

Aslında bir klasik olarak oynanmaya devam edecek diyebiliriz, değil mi?

Gökhan Şeşen: Evet, evet. Belki isimler değişti, ülkeler değişti ama oyun güncelliğini yitirmedi ve yitirmez diye düşünüyorum.

Nejat Yavaşoğulları: Halktan kopuk, oligarşik bir düzenin yerine demokrasiye özlemi anlatan bir oyun aslında bu. Daha önce oynandığı yıllarda çok güncel noktalara denk geliyordu. Örneğin, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel kavgası vardı, bu kavga Muhammed Musaddık ile Şah Rıza Pehlevi kavgasına benziyor oyunda. Birbirlerine ettikleri bir laf vardır, bütün gazetelerde yer etmiş, herkesin bildiği ve söylendiğinde tebessüm edilen… Ecevit iktidara geldiğinde bir enkaz devraldık der Demirel’den sonra, oyunda da buna benzer “Meğerki men enkaz devralmışem” diye bir replik var. Bu oyunda söylendiğinde o günlerdeki seyirci çok gülerdi. Demirel de Ecevit’e “Bednam Ecevit” derdi, oyunda da “Bednam Musaddık” var mesela. Biz de “bednam” kelimesini duyduğumuzda sözlüklere bakmıştık. Böyle şeyler var tabii ki.

Gökhan Şeşen: Ama değişmeyen şeyler var: AKP hükümeti bir enkaz devraldı, şimdi 2023’te gelecek hükümet de yine bir enkaz devralacak. Hep enkaz var, maalesef hiç değişmiyor.

Müjgan Ferhan Şensoy: Büyük çerçevede baktığımız zaman oyun bir düzen eleştirisi, yönetenlerle halkın kopukluğuna dair bir eleştiri. Sadece Türkiye’yi değil, evrensel olarak bütün dünyayı ilgilendiren bir metin olmayı sürdürüyor. Özellikle pandemiden sonra, bu uçurum, kopukluk daha da görünür oldu. Ekonomik zorluklar dünyanın her yerinde daha da arttı, keza Türkiye’de de. Dediğiniz gibi ben de sizinle aynı jenerasyondan biri olarak, o tarihi tam bilmesem de bu oyunun ne anlattığını anlayabiliyorum. Belki tarihi bilenler, yaşayanlar için daha çok şey ifade ediyordur ama biz iki aya yakın süreçte gördük ki bu oyunda genç seyirci de yaşı o tarihe tutan seyirci kadar anlıyor ve eğleniyor da. Bu da bence yazarın evrensel olması, evrenselliği yakalayabilmesiyle ilgili. Sadece tarih kitabından belirli bilgiler vererek değil, eleştiriyi yaparken güldürüyle yaptığı için her kesimden seyirci beğeniyor ve eğleniyor.

Burhan Şeşen: Mesela oyunda hapishane sahnesinde “Şah’ımıza Nobel Kimya Ödülü verilecekmiş”, “Niye?”, “Parayı çünkü boka çevirdiği için” denildiğinde seyirci hemen reaksiyon veriyor. Çünkü hâlâ geçerli ve güncel.

Oyun metninin, kitabın baskısı yok ve edinmekte ben de çok güçlük çektim. Bir arkadaşımdan bulabildim kitabı, bir de fiyatı sebebiyle ikinci elini dahi sahaflardan almak mümkün değil. Tekrar basımı söz konusu mu?

Müjgan Ferhan Şensoy: Babam basılmasını istemiyordu Elif, değil mi?

Elif Durdu Şensoy: Oyun oynanırken, hâlâ sahnedeyken basılmasını istemiyordu.

Müjgan Ferhan Şensoy: Belki bir süre sonra, bu versiyon da artık oynamadığında bir arşiv olarak tekrar basılabilir. Ama oynanmaya devam ederken pek arzu ettiği bir şey değildi.

Oyuna gölge düşürür diye mi düşüyordu acaba?

Müjgan Ferhan Şensoy: Bilmiyorum. Aslında metni bilenler de biliyor çünkü korsan versiyonları da var.

Sefa Tantoğlu: Benim arkadaşlarım metni okuyup, oyunu izlemeye gelmişlerdi. Onun da çok ayrı bir keyif olduğunu söylediler. Ama tabii onların tiyatrocu olduklarını da göz ardı etmeyelim, o biraz başka.

O zaman oyunda değişiklik yapıldı mı diye sorabilirim artık. Metne baktığımda ilk perdenin sonunun değiştiğini fark ettim. Ömer Hayyam’ın “Vallahi menim acelem yok, men beklerem” repliğinin ikinci perdeye alındığını gördüm. Onun dışında ayakkabı boyacıları sahnesiyle ilgili düşüncelerim vardı, burada değişiklik yapıldı mı acaba dedim. Çünkü Humeyni’ye dair eleştiriler var orada, devrimin hemen sonrasında. Ama o kısımda da, metne baktığımda neredeyse değişiklik göremedim.

Müjgan Ferhan Şensoy: Ayakkabı boyacılar sahnesine dair hissiniz doğru aslında ama biz sadece diyaloğun tavrında Humeyni’yi övüyormuş gibi bir anlam çıkmasına engel olmak için çok çok minik değişikliklere gittik. Oyunun genel metnindeyse yine Ortaoyuncular’dan Yavuz Pekman, dramaturg olarak müdahalede bulundu. O da yönetmenimiz Volkan Sarıöz’le beraber üzerinde çalışarak karar verdikleri noktalardı. Aslında genel amaç oyunu biraz da olsa kısaltmaktı. Çok uzun süren bir oyundu çünkü.

Sefa Tantoğlu: Tam metni oynasaydık en az üç saatti. İşe tuluatı da katarsak üç buçuk saati bulurdu.  

Elif Durdu Şensoy: Eskiden daha tahammüllüydü seyirci aslında. Üç saat o koltukta oturmak daha kolaydı.

Erkan Üçüncü: Ritmi de çok hızlı oynanan bir oyun tabii bir yandan da.

Aslında ben de izleyen diğer arkadaşlarım da oyundan asla sıkılmadık. Ritmi yüksek, seyirciyi sahneye bağlayan bir oyun. Bence devam etse saatlerce edermiş de.

Nejat Yavaşoğulları: Biz ilk oynadığımız zamanlarda kısaltmıyorduk, değil mi? Ben yanlış hatırlamıyorum.

Müjgan Ferhan Şensoy: Babamın da attığı sahneler vardı.

Elif Durdu Şensoy: Evet, evet. Hatta Volkan Sarıöz’ün geri aldığı sahneler oldu.

Müjgan Ferhan Şensoy: İlk perdenin sonunu, ikinci perdeye alma konusunda da şöyle diyebilirim: İlk perde sonu, “markalaşmış” bir perde sonu. Bununla ilgili babam röportajlarında da söyler zaten. Oyun oynanmadan önce Haldun Taner’e okuttuğunda da ilk perdeye dair Haldun Taner’in de yorumudur bu, “Menim acelem yok, men beklerem” diye bitmesi. Ama şimdi Volkan Sarıöz ve Yavuz Pekman’ın dramaturjisinde Ömer Hayyam’ı ilk perdede oyundan çıkarmamaya, ikinci perdede de devam etmesine karar verildi. Çünkü atılan sahneleri de göz önünde bulundurduğumuzda devam için bu düzenlemenin daha iyi olacağına kanaat getirildi.

Erkan Üçüncü: Bence iyi de oldu. Ömer Hayyam’la bağ kurabilmek adına, ikinci perdede de görebilmemiz gerekiyormuş. Ama dediğimiz gibi kısaltılmamış olsaydı belki buna hiç gerek duymayacaktık.

Müjgan Ferhan Şensoy: Ek olarak bir faktör daha vardı bence, Ferhan Şensoy oyunda birden fazla karakteri canlandırıyordu. İkinci perde de Ömer Hayyam başka rollerde devam ediyordu. Bu durumda seyircinin gözü belki karakter olan Ömer Hayyam’ı aramıyordu. Ama şimdi sunduğumuz sahneleme biçiminde Ferhan Şensoy’un o zaman oynadığı rolleri Ortaoyuncular’dan farklı farklı oyuncular sahnelediği için Ömer Hayyam’ın karakter olarak ikinci perde de devam etmesi iyi oldu bence.

Gökhan Şeşen: Bir de ilk sahnelenmesinden farklı olarak koreografiler ve danslar var, dekor farklı. Bu da güncellemek açısından çok normal.

İlk sahnelenmesine oyun olarak da video olarak da erişemediğimiz için tabii biz bu farkları bilmiyoruz.

Serap Günaydın: Burada zaten ilkine yetişen çok az insan var.

Gökhan Şeşen: Benim ilk izlediğim oyundu.

Sefa Tantoğlu: O zamanlar annemle babam daha düşünüyorlarmış beni, yapsak mı iyi yapmasak mı diye.

Bir de besteler, müzikler konusuna gelmek istiyorum artık. Çünkü geçmişte sahnelendiğinde oyundan çıkmış çok ünlü gruplar olduğunu biliyoruz, MFÖ ve dillere destan “Ele Güne Karşı” şarkısı bunlardan biri. Bulutsuzluk Özlemi keza, oyundan sonra kuruluyor. Bu konuda neler diyebilirsiniz, siz müzisyenler de buradayken?

Gökhan Şeşen: Benim bu durumdan hiç haberim yoktu. Çünkü Fuat Güner’in besteleri. Burhan bir gün beni aradı, Şahları da Vururlar’ın yeniden sahneleneceğini biliyordum ama gerçekten keşke olsa ama nasıl olacağız ki de diyordum. Bir de ya onlar seslendirir ya da gençler olur diye de düşünüyordum ben. Nejat’a söylemişler ilk, Nejat Yavaşoğulları daha önce de seslendirdiği için. Nejat da Burhan’a söylemiş, o da ağabeyim olmadan yapmam demiş. Ben böyle dahil oldum aslında. Nejat tek başına olur deseydi, biz burada olmayacaktık. Burhan beni satsaydı ben olmayacaktım.

Burhan Şeşen: Evet, evet. Nejat seninle götürürdük aslında da, neyse…

Nejat Yavaşoğulları: Aslında şöyle oldu: Ben Hisar’da oturuyorum, evden çıktım Kadıköy tarafına doğru geçerken aklıma bir an “Ben eski arkadaşları amma boşladım” dedim, tiyatrolar, Ferhan falan. Tam bu esnada, telefonum çaldı: Ferhan arıyor. Bu kadar mı tesadüf olur? Arabayı kenara çektim direkt, Ferhan telefonda “Şahları da Vururlar’ı oynayacağız, sen de oynar mısın?” dedi. Birdenbire gelince teklif, o ânın üzerine bir de, “Seni yarın bir arayayım” dedim. Çünkü tiyatro çok bağlayıcı bir şey, Derya Yener’i sordu hatta, vefat ettiğini söyledim. Biz onunla çalardık eskiden. Ertesi günü beklemeden Burhan’ı aradım, “Burhan ne dersin böyle bir şeye?” diye sordum, Burhan da “Ağabeyim de olsun” dedi. Sonrasında Ferhan’a olumlu dönüş yaptım. Böylece ben, Gökhan Şeşen ve Burhan Şeşen olarak üç kişi olduk.

Gökhan Şeşen: Biz Burhan’la aslında Ortaoyuncular’da ilk kez “İçinden Tramvay Geçen Şarkı”da çalışmıştık. Bizim de bir yanımız zaten Ortaoyuncu’ydu hep. Biz daha önce oyun müziklerini yapmamış olsaydık, belki hiç akıllara bile gelmezdi.

Nejat Yavaşoğulları: Ortaoyuncular’ın bünyesinde daha önce yer almış, emek vermiş müzisyenleriz aslında.

Gökhan Şeşen: Gerçekten iyi ki varız bu projenin içinde. Ben de yeniden sahneleneceği zaman için düşünmüştüm.

Nejat Yavaşoğulları: Kendi adıma konuşayım, özlem duymaya başlamıştım. Tiyatronun havasına, şu an bulunduğumuz kulise, bu masanın etrafında olmaya… Her şeyden önce yine bu masanın etrafındayız. Burada kadınlar orada, erkekler burada, patron öbür tarafta diye bir şey hiç olmadı, hâlâ da yok. Ferhan da bu masada oturuyordu, hepimiz bu masadaydık, gülüyorduk, burada çalışıyorduk. Bunu da özlemişim ben, çünkü bir müzisyen hayatı yaşamak daha farklı. Bir de Ses Tiyatrosu’ndayız, buranın atmosferi vs şimdilerde çok söylenen “Ah, eski Türkiye” lafı gibi bir şey oluşturdu. Şu an gittiğimiz diğer tiyatrolara çok da benzemiyor. Tabii ki şu an iyi ki varlar, iyi ki oralarda da sahneye çıkıyoruz ama Ses Tiyatrosu’nun yarattığı his ve doku bambaşka tabii ki.

Belki yanlış da hatırlıyor olabilirim ama ben bu sene 11 Kasım’da izlediğimde oyunu, sanki yeni bestelerin de eklenilmesinden bahsedildi. Acaba yanlış mı hatırlıyorum?

Gökhan Şeşen: Yönetmenimiz Volkan Sarıöz’ün en son sahneyle ilgili, yani cehennem sahnesiyle ilgili ki Ferhan zaten bestelemişti. Daha rockvari bir şeyler olsun kapanışta, senfonik rock fikri vardı hatta ama üç kişi senfonik rock yapmak diye bir şey olamayacağını için mümkün olduğu kadar yakınlaştırmaya çalıştık, sadece değişik bir versiyonunu yaptık. Onun dışında başka bir değişiklik yapmadık.

Müjgan Ferhan Şensoy: Bir de Allen Dulles kısmı normalde müzikal bir sahne değildi. O da yönetmenimizin fikri olarak, sahnenin bestelenmesi yönünde oldu. O da bestelere ek oldu.

Volkan Sarıöz’ün yönettiği birçok oyunu şu an sahnede görebiliyoruz. Birkaçını izleme şansına da eriştim ve çok da beğendim, buna Şahları Vururlar da dahil elbette. Bu konudaki yorumunuz nedir?

Müjgan Ferhan Şensoy: Bence çok güzel oldu. Volkan tiyatronun içinden olmayan biriydi ama bizlerin Ortaoyuncular’ın anlayışına uygun birinin dışarıdan gelerek yönetmesi, yorumlaması daha objektif bir açıdan da yaklaşarak iyi sonuç çıkardı. Onun gibi bir yönetmenle çalışmak bizim bir şansımız aslında.

Özkan Aksu: Bizimle daha önce çalışmamış bir yönetmenin olması bir yandan da bizi konfor alanımızdan çıkarması açısından da yararlı oldu. Başka şekillerde zorladı, başka şekillerde ürünler çıkarmaya sevk etti. Ortada var olan bir ürünü, başka şekilde yoğurdu.

Oyunu reji açısından güncelledi de diyebilir miyiz?

Sefa Tantoğlu: Aslında oyunculardaki “malzemeleri” ortaya çıkardı.

Gökhan Şeşen: Evet, çok doğru. Oyuncuları güncelledi, bir format attı diyebiliriz.

Nejat Yavaşoğulları: Bir bakıma dışarıdan gelen, yeni jenerasyona ait bir yönetmenin bu oyunu yönetmesi bazı açılardan gerekliydi ve iyi oldu. Çünkü sanatta eskinin aynen tekrarı çok da iyi bir şey değil. Muhakkak günümüze ait anlayışların oyunu güncellemesi lazım. Bahsettiğimiz değişiklikler, Fuat’ın şarkılarına dans ve koreografi eklenmesi, kostüm ve dekorların değişmesi, renklenmesi gibi katkılar… Biz aynı şekilde eskiyi form olarak aynen oynasaydık daha ileriki yıllarda sanat eleştirmenleri bizi bir replika yapmakla eleştirebilirlerdi.

Nejat Bey bu sorum özelde biraz size olacak aslında. Siz Ferhan Şensoy’la Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nde Mimarlık Bölümü’nden okul arkadaşıymışsınız. Buna dair Yekta Kopan’la bir söyleşinizi dinledim ben. Ferhan Şensoy’la tanışıklığınız ve Şahları da Vururlar’da sahneye çıkmanız üzerine. Bu dönemi anlatabilir misiniz bizlere? Bu sorum burada tanıyan herkese aslında bir yandan da tabii…

Nejat Yavaşoğulları: Ferhan çok hiperaktifti, mimarlıkta bir masanın başına oturup saatlerce çizmeniz gerekir, tabii o zamanlar elle çünkü bilgisayar falan da yoktu. Ve “Ferhan bu işi nasıl yapacak acaba?” diye düşünürdüm. Çok enerjik, neşeli, çevresine de neşe katan biriydi. Bulunduğu masada ritim tutarak şarkılar söylemeye başlardı, garip garip şarkılardı aslında, örneğin bir “Ho Ho Ho Chi Minh” diye girerdi şarkısına. Biraz haylaz bir görünüm verse de, arkasında büyük bir birikim ve kalite olduğu da belliydi. O zamanlar okul da sanatçı ortamıydı, beraber gitar çalış şarkılar söylerdik hocalarımızdan tutun, bütün öğrencilere kadar hep beraber otururduk.

Birdenbire ben Fransa’ya gidiyorum dedi, çekti gitti. Belki okulu dondurmuştu, o kadar bilmiyorum. Bizim bir arkadaşımız vardı Hasan Ünal, Hasan’la birlikte Kazancı Yokuşu’nda bir evde kalıyorlardı. Yazdıklarının bir kısmı da aslında oralardan çıkmıştır. Ben sonra Hasan’a sormuştum, “Ferhan yazıyor muydu?” diye, “Her gece yazıyordu” demişti. Ama gündüz karşılaştığımızda bunu bilmezdik, çaktırmazdı. Fransa’dan sonra Kanada’ya gitti, oralarda da oyunlar koydular ve oynadı. Ve bence düşüncelerini geliştirdi. O yıllarda epik tiyatro efsanesi dolaşıyordu, Berliner Essemble’da okuyanlar olmuştu, dönmüşlerdi. Dostlar Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu örnekleriyle birlikte bu tiyatronun adı da o yüzden Ortaoyuncular. Bizim geleneksel tiyatromuzdan gelen orta oyun formunu, epik tiyatroyla beraber kendi şaka anlayışına yakın bulduğu için Ferhan, bu ismi vermiştir.

Bir gün arabalı vapurda karşılaştık, ben Akademi’ye karşıdan geçiyordum, o da arkadaşında kalmıştı o gün. Kanada’dan yeni döndüğü zamanlardı, Magic Circus’tan bahsetti bana. Hatta sonrasında, Ayfer Ferah’la turneye gideceğiz, gelir misin?” dedi. Ben de o zaman mimarlık son sınıf öğrencisiydim, Efes’te kazıda çalışmam için teklif yapılmış ve evet demiştim. Bir de ne olacağımız da belli değil o zamanları iki şehre gittikten sonrasını bilemiyorsunuz. Anadolu turneleri de meşhur o zamanlar ama sonunu bilmiyoruz. Ben çekindim. O sırada Fuat Güner’i aramış, o turnede de bu oyun biraz pişmiş. Böylece müzikleri de Fuat Güner yaptı.

Çok iyi arkadaşımızdı Fuat, biz çok genç yaşlarda tanıştık. Çok yetenekliymiş, bunu yavaş yavaş anladık. Çevremizde başka ressam arkadaşlar da vardı. Bugün Türkiye Onur’u tanıyor. Bizim o zamanlar için, yani gençlik dönemimizde "N’aber abi?” falan dediğimiz kişiler sonrasında çok ünlü ve başarılı sanatçılar oldular.

Tabii ki sonrasında tiyatro döneminde de sayısız anımız oldu. Küçük Sahne’de oynuyorlardı oyunu.

En başta Yapı Endüstri Merkezi’nde sahneleniyormuş. Sonrasında Atlas Pasajı’nda, Küçük Sahne’de oynanmaya başlanmıştı, değil mi?

Nejat Yavaşoğulları: Evet, evet. Sonrasında Fuat Güner ve Özkan, –o zamana kadar Mazhar-Fuat ikilisi var– Mazhar Ankara’da olduğu için ve Fuat da burada oyunda yanına bir partner aradığından Özkan’la sahneye çıkmaya başlamışlar. Derkan Ajda Pekkan Mahzar ve Özkan’ı vokalist olarak Ankara’ya götürmek istemiş. Ankara’ya götürmek isteyince de para iyi gidelim bari demişler, “Ne yapacağız?” diyerek beni aradılar. Ben şarkıları 4-5 günde çalıştım. Oyunu kotardık sonra Derya Yener’le. Ben hatta Yapı Endüstri Merkezinde de oynadım ama ne kadar oynadığımı hatırlamıyorum. Yaz sonunda da askere gittim galiba, sonra tekrar oyunu kurduğunda Küçük Sahne’deydiler. Büyükçekmece civarında Güzelce diye bir yerde askerliğimi yapıyordum ve akşamları kaçarak Beyoğlu’na oyuna geliyordum. İstiklal trafiğe de açıktı o zamanlar, tiyatronun önünde inip, koşa koşa çıkıyordum sahneye ve “Yek Dü Se Car” diye sayarak başlıyorduk oyuna.

Serap Günaydın: Kaderinmiş bu oyun senin yani.

Teşekkür ederim, hikâyenizi ve Ferhan Şensoy’u bize bir kez daha bu kadar güzel anlattığınız için.
Ferhan Şensoy, Şahları da Vururlar’da pek çok farklı rol oynuyor, üç karakter veya dört karakter sanırım. Ama en büyük rolü aslında oyunda da baş karakter olan Ömer Hayyam. Sefa Bey, şimdi siz bu rolü oynuyorsunuz. Ve bu soruyu da size yöneltmek istiyorum. Gerçekten Ferhan Şensoy’un efsaneleşmiş rolünü oynamak nasıl bir his?

Sefa Tantoğlu: Ben zaten Usta’nın, Nöbetçi Tiyatro’dan İlksen Ökte ve Orkun Akyıldız’la birlikte öğrencilerindenim. Şahları da Vururlar’ın yeniden oynanacağını duyduğumda –yani pendemi öncesi çalıştırılıyorken– Usta bir iki rol için bana teklifte bulunmuştu. O dönem başka bir oyunum vardı, oyunlar çakışıyordu ve ekibe dahil olamamıştım, hatta çok da üzülmüştüm. Çünkü Gökhan Ağabey’in de ve Nejat Ağabey’in de dediği gibi Şahları da Vururlar, Ortaoyuncular’ın marka oyunudur ve çok da güzel bir metindir. Yani metnin kendisi bile yeterlidir aslında.

2020’de oyunun hazırlanması esnasında önce pandemi araya girince, sonrasında da maalesef Levent Ağabey’in ve Usta’nın vefatı sebebiyle oyun durdu, yani durmuş. Bu oyunu yeniden sahneleme kararı aldıklarında, sağ olsunlar başta Ferhan ve Derya, Elif ve Sedat olmak üzere bütün Ortaoyuncular ekibi beni çağırdıklarında çok mutlu oldum, Usta’nın rolünü oynamak çok gurur vericiydi. Daha önce de oynamıştık Usta’yla, hatta benim bu ağır kadroya ilk kez çıktığım 2012 yılında Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği’ydi oyun da. Orada da oynarken aralarda seyrederdim Usta’yı yani ne yapıyor ne ediyor falan diye. Çünkü Ferhan Şensoy’un zamanlaması çok iyidir, buna dair bir şeyler kapmak lazımdır. Sadece oturduğum koltukta izlemek yetmez, öğrenilen her şeyin üzerinden geçilmesi gerekir. Bunları Usta’nın rolünde performa etmek gerçekten çok garip bir histi. İlk oynadığımız gün, galiba sahneye çıkamayacağım diyordum oyun öncesinde, burada yani kuliste beklerken. Çok heyecanlıydım ama şu an bir yerlerden bizi görüyorsa ve onun yaptıklarının bir nebzesini yapabiliyorsam ne mutlu bana. Kendimle gurur duyarım.

Peki, geçmişten oynayan kaç kişi var diye sorabilir miyim? Oynayan yok sanıyorum Nejat Bey dışında, değil mi?

Müjgan Ferhan Şensoy: Pandemi öncesinde oynanabilseydi, Levent Ünsal oynayacaktı. Onun dışında izleyenler var.

Sona yaklaşırken eklemek istediğiniz bir şey yoksa biraz daha kapanışa geçmek istiyorum ve kapanışı daha genel yapmak istiyorum. Ortaoyuncular bu oyunla yeniden çıkış yaptı ve başka oyunlarla da  devam edecek mi? Yeni oyunlar çalışılıyor mu?

Müjgan Ferhan Şensoy: Şu an bu oyun bizim için hâlâ yeni bir heyecan. Biz bu oyunu tam anlamıyla kafamızdan atmış değiliz. İkinci oyun hakkında düşüncelerimiz, sohbetlerimiz var tabii ki. Ama şu an provası olan ve çalışılan bir oyun yok. Bizim için Şahları Da Vururlar’la başlamak çok kıymetliydi. Bu konuda çekincelerimiz de vardı ve aramızda uzun süre tartıştıktan sonra bu noktaya geldik. Tabii ki Ortaoyuncular devam edecek ve Ses Tiyatrosu’nda devam edecek. Mecburi durumlarda başka yerlerde de oynayacağız. İstanbul’da başka yerlerde oynamak artık bir gerekliliğe dönüştü. Zaten uzun yıllardır da böyleydi. Keşke İstanbul’da sadece Ses Tiyatrosu’nda oynasak ve insanlar Beyoğlu’na gelmekten çekinmeseler ama seyircinin alışkanlıkları da değişti ve yakınındaki oyunlara gitmek gibi bir alışkanlığı oluştu. İstanbul dışı turnelere zaten gideceğiz. Dediğim gibi devam edeceğiz çok net ama şu anda çok beylik laflar edebileceğimiz bir noktada değiliz bence. Bunu biraz da zaman gösterecek, yani zaman içerisinde şekillenecek çünkü hepimizin burada yolda öğrendiği birtakım şeyler de var. Şahları Da Vururlar’ı eli yüzü düzgün, dört başı mahmur şekilde sahneye çıkarmak bizim çok önemliydi. Bu yüzden prova süreci tahmin ettiğimizden de uzun sürdü. Volkan da çok titizlendiği, kendi adına büyük bir sorumluluk hissettiği için… Yani bundan sonrasını da seyircimizle birlikte göreceğiz.

Sefa Tantoğlu: Usta’nın oynanmamış oyunları da var, ama tabii ki oynanmış oyunlar da olabilir yeniden. Ortaoyuncular zaten siz de biliyorsunuz, benden sonra devam etmesi şiarıyla bıraktığı mirasıydı. Bu anlamda hem Ortaoyuncular, hem kızları Ferhan ve Derya hem de Mert çok güzel götürüyorlar. Bundan sonrasında da Ortaoyuncular’ın çok güzel bir geleceği ve önü açık olan tiyatro sezonları var.

Bence bu güzel ve umut veren bir başlangıç oldu. Ortaoyuncular ve Ses Tiyatrosu’nun kültürü asla bitmesini istemediğimiz bir şeydi zaten. Devamını merakla bekleyeceğiz.

Gökhan Şeşen: İyi kotarılmış bir şey bu genel olarak. Ferhan Şensoy’un her oyunu, şu âna kadar yazdığı oynadığı her şey hâlâ güncel.

Sefa Tantoğlu: Yani İstanbul’u Satıyorum oyunu neden olmasın?

Gökhan Şeşen: Oyunlarının hepsi olur, Sefa’nın dediği gibi oynamamış oyunları da var. Ben onları bilmiyorum ama hem dışında hem içinde olarak yeni yönetmenimiz geldiğinde düşüncem hep şuydu: Acaba oyuncular kendilerini nasıl hissedecek? Bu, hakikaten çok önemliydi benim için.

Serap Günaydın: Çok zor bir süreçti, çünkü ben 35 yıldır yönetmen olarak hep Ferhan’la çalıştım. 35 sene sonra yepyeni bir yönetmenle çalıştık, tanımıyorduk. Mealen biliyorduk ama yeterince tanımıyorduk. Üstelik Volkan’ın bizim üslubumuzdan çok uzak değil, ama bizden farklı bir tarzı var. Sırf reji anlamında değil oyuncuyu kullanma anlamında da farklı bir üslubu vardı. Özkan’ın da bahsettiği gibi konfor alanımızdan çıkarak ve iyi bir yere evrilerek, iyi bir şey çıkardık diye düşünüyorum. Çünkü yıllar boyu aynı yönetmenle aynı işi yapmak insana bir rahatlık getiriyor ama bir yandan da bir oyuncu tembelliği oluşuyor. Volkan’la çalışmamız bence bu anlamda yaşadığımız iyi bir süreç bu oldu. Çünkü her birimiz kendi benliğimizde, oyuncu kimliğimizde başka yerlere evrildik. Bunu da seyirci takdir etsin. İyi mi oldu, kötü mü oldu; olumlu eleştiriler de olumsuz eleştiriler de illaki her zaman olduğu gibi yine olacak. Ama kendi adıma ben iyi hissediyorum. Bir oyuncu olarak başka bir şey yaşamak, iyi bir şey yaşamak insanı geliştiriyor.

Müjgan Ferhan Şensoy: Volkan’ın söylediği bir şey vardı bu konuda; bir yazar olarak, bir tiyatro yazarı olarak ortaya koyduğu metinlerin içinde aslında rejisiyle de fazlasıyla varlık gösteren bir yazar olduğunu söylüyordu. Yani ne kadar yeni bir şeyler, ne kadar farklı bakış açısı, bir sahneleme biçimi farklılığı katmak istesen de yazar seni oyunun nasıl yönlendirilmesiyle ilgili, yani Ferhan Şensoy’un, seni o oyunun nasıl sahnelenmesi ya da sahne içlerinin nasıl oynanması gerektiği konusunda seni yönlendiren bir yazardır metinlerinin içerisinde.

Erkan Üçüncü: Bir tarzımız vardı, Ferhan Ağabey’in şakayı satarken bir tarzı vardı. Lafı söylerken arkada kimse elini bile kaldıramazdı, şimdi arkada danslar ediyoruz. Bu, bizi hakikaten biraz tarzımızın dışına çıkardı, bu sahnenin şekli açısından söylüyorum bunu. Buna tabii ilk başta biz, en çok da ben karşı çıktım mesela. Belki gerekli ama farklı olan bir şeydi başlarda bizim için.

Bir seyirci olarak söyleyebilirim bunu sanırım: Klasik oyunlar bence de klasiğe en yakın biçiminde oynanmalı, en azından metin değiştirmemeli ama sahne üzerinde bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyorum.

Müjgan Ferhan Şensoy: Oyunların yıllarca, 40-50 yıl boyunca farklı tiyatrolar tarafından dünyanın bir sürü yerinde oynanmasının ve izleyicide bir karşılık bulmasının bir sebebi bu belki de. Metin aynı ama bakalım bu yönetmen bunu nasıl sahneye koymuş, bu oyuncular nasıl oynamışlar gibi meraklar söz konusu. Bu yüzden klasikler, klasik oluyorlar. Tabii ki en başta çok kuvvetli metinler oldukları için klasik oluyorlar. Sonrasında da o çağın belki yazıldıktan 20-30 yıl sonra, 40 yıl sonra o çağın gereksinimleriyle nasıl buluşuyor nasıl sahneye konuyor insanlar bunları izlemeye gidiyorlar. Yoksa çok iyi bildikleri metinleri tekrar tekrar niye izlesinler insanlar.

Sahnede üzerinde rejide veya dekorda yorum farkının gelmesi aslında biraz daha geliştiriyormuş gibi geliyor bana.

Müjgan Ferhan Şensoy: Keşke Ferhan Şensoy sahneye koysaydı zaten ama bence o eğer ki gerçekten bir yerlerden bizi görüyorsa ve bir şekilde en başta Ortaoyuncular’ın devam ediyor olmasına, Şahları Da Vururlar’ın sahnede olmasına çok seviniyordur diye düşünüyorum.

Serap Günaydın: Ferhan’ın çoğu metni, her türlü yolunu kendisi çizmiştir metin olarak. Metnin kendisi en başta kendini bambaşka bir yere akmaya izin vermez. Çünkü bir şekilde temeli çok doğrudur, açmazlarını çok iyi vermiştir, bütün yollarını kendi çizmiştir. Dolayısıyla yine gideceği mecrayı bulur.

Sohbetin sonuna gelirken Ses Tiyarosu’nun ve Beyoğlu’nda kapladığı yerin, kültür sanat mekânları arasında her ikisinin de kapladığı alanı da sormak istiyorum. Ses Tiyatrosu, Ortaoyuncular elbette kalacak yerli yerinde, bunları konuştuk ama buranın genel olarak gidişatını günümüzde nasıl görüyorsunuz? Yaşanan patlamalar, eylem zamanlarında ulaşıma kapatılması veya değişen çehre etkiliyor sizi de illaki.

Müjgan Ferhan Şensoy: Bunlar tabii ki çok zorlayan şeyler bir kere patlama sonrası insanlar haklı olarak Beyoğlu’na gelmekten kaçındı. Bu da herhalde Beyoğlu ve Ses Tiyatrosu’nun son yıllardaki kaderi gibi. Ama ben şunu görüyorum yani burada Şahları da Vururlar dışında başka etkinliklerde oldu ve oluyor. İnsanların, gençlerin azimle geldiklerini görüyorum yine de keza bizim oyuna da öyle.

Ses Tiyatrosu konusuysa, başlı başına başka bir röportajın konusu olabilecek kadar derin bir konu çünkü çok ortaklı bir yapı burası. Sadece bizim sözümüzün geçtiği bir yer değil. Ama şunu söyleyebilirim Ses Tiyatrosu’nda bizim oynuyor olmamızla alakalı hiçbir sorun yok. Çok fazla restorasyona ihtiyaç olan yer var bu mekânda, ki bu apaçık görünüyor. Seyirci de geldiğinde görebiliyor. Ama bizim için öncelikli olan şey Ortaoyuncular olarak başlangıç noktamızı, yani kendi sahnemizde yine oyun oynar hale gelebilmekti.

Buranın restorasyon ihtiyaçları, bizim tek başımıza altından kalkabileceğimiz maddi boyutta değil. Bu konuda birtakım destekler için görüşmeler yapıyoruz. İleriki safhada umarım yavaş yavaş buranın ayakta kalması öncelikle, güvenli olarak ayakta olması, daha sonrasında da estetik kaygıları barındıran iyileştirmeler yapmak hedefindeyiz. En azından bu konuda destek ışıkları yakan kurumlar ve kuruluşlar var. O yüzden de bir kere Büyükşehir Belediyesi’nin “Büyük Beyoğlu” adlı bir projesi var, Beyoğlu’nu bölgelere ayırarak detaylı bir çalışma yapılmış. Nerede, neye ihtiyaç olduğuna dair… Bizler gibi, onların da kanaati Beyoğlu’nun eski Beyoğlu özlemiyle yola çıktıkları ve buradaki tarihi yapıları İBB Miras kapsamında onarmak.

Nejat Yavaşoğulları: Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan şey aslında şu İstiklal Caddesi değil, ara sokaklardaki şapkacı, korseci, pul meraklılarının gidebileceği bir yer falan. Esasında böyle bir yerdir Beyoğlu. Caz kulüpleri, rock kulüpleri, resim sergileri yani sanatın çeşitli dallarının bir arada olduğu bir yerdir. Bugün biraz tekkimlikli bir hale geldi. Beyoğlu’na ve İstanbul’a eskiden de çok fazla turist gelirdi, ama tek tip değildi. En azından birçok dil konuşuluyordu, bu kadar Ortadoğu dilleri bu kadar çok değildi. O zamanlar sadece gelen turistler açısından da kendi açımızdan baktığımızda da 90’lı yıllarda bu insanlar, küçük bir müzik kulübü keşfediyordu yerli yabancı turist oraya gidiyordu. İstanbul’u başka yönleriyle tanıyorlardı ve sonradan da verdikleri röportajlarda veya başka mecralarda çok renkli bir yer olduğunu söylüyorlardı.

Bu arada tabii ki binaların restorasyonu ve o görsel kimliğinin de kaybolmaması çok önemli bir şey. O açıdan umarız ki bu tiyatroya da bir el atarlar çünkü bu sonuçta toplumsal bir kültür mirası, Ses Tiyatrosu da hep yaşamaya ve bakımlı olmaya devam eder.

Samimi ve keyifli sohbetiniz için, beni böyle ağırladığınız için teşekkür ederim. Nice Ortaoyuncular oyunlarında, Ses Tiyatrosu’nda ve Beyoğlu’nda buluşmak dileğiyle.

Şahları da Vururlar 23 Ocak ve 4, 5, 6, 7, 10 ,11, 13, 18, 24 ve 28 Şubat’ta İstanbul’da çeşitli mekânlarda; 30 ve 31 Ocak’ta ise Ankara’da seyircisiyle buluşuyor. Bu dolu dolu gösterim takviminde şimdiden iyi seyirler.

Fotoğraflar: Hıdır Dedebey