Fakir Baykurt'un 1968'de yazdıkları bugün de geçerliliğini koruyor: "Eğitim sorunu, öğretmen sorunu, yurt sorunundan ayrılmaz. Yurt sorunları da da bir Ali Veli sorunu değil, düzen sorunudur.”
Mustafa DEMİR*
Türkiye demokratik öğretmen hareketinin; bu hareketin sürdürücüsü olan öğretmen örgütlerinin ve aynı zamanda da yazın dünyamızın önde gelen isimlerinden Fakir Baykurt için ölümünün (11 Ekim 1999) yirmi beşinci yıldönümünde, başta öğretmen sendikaları olmak üzere çok sayıda kuruluş tarafından çeşitli yönlerinin ele alındığı anma programları düzenlendi.
Köy Enstitüleri; ülkemizde “münevver”den “aydına” geçişin önemli bir aşaması olmasının yanında, toplumumuzun köy kökenli aydınlarla tanışmasının da yolunu açtı. Böylece “okumuşların” halkla daha iyi iletişim kurmaları ve halkın sorunları ile daha yakından ilgilenmeleri sağlanmış oldu.
Bu aydınlara verilecek örneklerin başında Fakir Baykurt gelmektedir. Fakir Baykurt yazım gücünü yalnızca toplumsal sorunları dile getirme biçimiyle değil; toplumun iç yapısını bazen hüzünlü, bazen dramatik, bazen de eğlendirici bir şekilde ele almıştır. “Direnme gücü”nü ise öne çıkarmıştır. Bu özelliği, tüm roman ve öykülerinde görmek mümkündür. Onuncu Köy’ün “öğretmeni”, Yılanların Öcü’nün Irazca’sı, Kaplumbağalar'ın Kır Abbas’ı bu direnişin öne çıkan, unutulmaz kahramanlarıdır.
Yılanların Öcü'nün gala gecesinde saldırıya uğramıştı
Daha çok öğretmen örgütlerindeki çalışmaları ve liderliğiyle tanınan Fakir Baykurt, yazım alanında çok önemli işler gerçekleştirmiştir: Fakir Baykurt’un ikinci romanı olan Yılanların Öcü (İlk romanı Çilli’dir.), 1958 yılında Cumhuriyet gazetesince düzenlenen Yunus Nadi Roman Ödülleri yarışmasında, aralarında Halide Edip Adıvar, Orhan Kemal, Behçet Necatigil, Haldun Taner'in de bulunduğu Seçiciler Kurulu tarafından birincilik ödülüne değer görülmüş ve Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiştir. Bu tefrikadan sonra dönemin Milli Eğitim Bakanı vekil olan Tevfik İleri'nin talimatıyla Fakir Baykurt ve Cumhuriyet Gazetesi hakkında soruşturma açılmış; ancak soruşturmayı yürüten savcı takipsizlik kararı vermiştir.
Böylece Fakir Baykurt aydınlar ve yurtseverlerce beğenilen ve okunan bir yazarken, dönemin muktedirleri için ise “tehlikeli” bir kalem olmaya başlamıştı.
Yılanların Öcü, 1961’de Devlet Tiyatroları'nda sahnelenmek üzere tiyatroya uyarlandı. Ancak TBMM’de bütçe görüşmeleri sırasında hem Millet Meclisi hem de Cumhuriyet Senatosu oturumlarında romanla ilgili uzun tartışmalar yapıldı ve "kuvvetli sol görüşler taşıdığı" öne sürülerek oyunun provaları durduruldu. Ardından 1962'de sinemaya uyarlandı. Ancak Sansür Kurulu tarafından filmin “Türkiye içinde ve dışında gösterimi” yasaklandı. Film, Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e izlettirildi. Cumhurbaşkanının destek vermesine rağmen gösterime sokulmayan filmin mecliste milletvekillerince izlenerek gösterime girip girmemesi için oylama yapılmasına karar verildi. Gösterilen tepkiler ve yaşanan tartışmalar üzerine mecliste gösterim yapılmadan sansür kaldırıldı. Ankara'daki Ulus Sineması’nda yapılan gala gecesinde Fakir Baykurt, saldırganlar tarafından hırpalandı. Altmışa yakın sinema, filmin gösteriminin yapıldığı ilk gün saldırıya uğradı.
'Tırpan' bugün hâlâ güncel: Kadının kendisine kader diye dayatılan geleceğe 'hayır' diyebilmesinin sembolü
Aziz Nesin’in: "O, Fakir'in şaheseridir.” dediği bir kitap olan Tırpan, güncelliğini bugün de sürdürmektedir. Kadın cinayetlerinin yaygınlaştığı, çocuklara tecavüzlerin arttığı ve mütecavizlere verilen (daha doğrusu verilmeyen) cezaların vicdanları sızlattığı; kadınların ikinci plana itilmeye çalışıldığı günümüzde, “Tırpan”ın toplumsal ve vicdani değeri daha da artmaktadır. Bu roman; feodal bir kültürde yani bugün çokça dilendirilen “geleneklerimizin” geçerli olduğu toplumsal ilişkiler içerisinde, Ankara’nın bir köyü olan Gökçimen’de, kadının kişi olarak nasıl yok sayıldığını, Dürü’nün kendisine dayatılan kaderiyle ilişkilendirirken; direnmeyi ve karşı çıkmayı ise “Deli” denilen ama köyün en akıllısı olan Uluguş Nine’nin kişiliğiyle açıklar.
Tırpan romanında iki şey çok açıkça kendini gösterir: Birincisi tırpanın; bir başkaldırının, kendisi için kader diye diretilen bir geleceğe hayır diyebilmenin sembolü olmasıdır. Aslında bir tarım aleti olan, ama Azrail'in elinde can alıcı olarak gösterilen tırpan, bu romanda bambaşka bir simgesel işleve sahiptir. Azrail’in elinden alınarak kadının eline verilmiştir. Kadın da tırpanla kendi varlık ve özgürlük alanına saygı duymayan erkeği cezalandırarak kaderine sahip çıkmış, kaderini kendi elleriyle ve tırpan aracılığı ile yeniden yazmıştır.
İkincisi ise Tırpan’ın, kaderciliğin masallar ve toplumsal ilişkilerle mutlaklaştırıldığı geleneksel yapıda, kader denilen şeyin yaşanmadan önce değil, yaşamın içinde oluştuğuna ve genelde insanın, özelde kadının kaderini kendi yazabileceğine duyulan bir inançla kaleme alınmasıdır.
Bu romanında insan ilişkilerinin kadın-erkek eşitliğine değil, erkek egemen bir dünyaya dayandığını peşinen vurgulayan Fakir Baykurt, bu kültürde kadının duygusal varlığının, ruhsal beklentilerinin hiç sayıldığını sezdirir. Yani kadın bu kültürde bir çift dudak, meme ve kalçadan ibaret cinsel bir nesnedir. Bu durumda, yanında Uluguş Nine’yi ve kendi gibi kadere gizlice isyan edenleri bulan Dürü, Azrail’den aldığı tırpanla, bir kader kurbanı iken cana kıyacak kadar isyankâr olur. Sonuç Dürü’nün edilgen değil etken olması durumudur. Dürü’nün bu duruma gelmesi; yani cinayet işleyebilecek kadar gözükara ve soğukkanlı oluşu yalnız Uluguş Nine’nin kışkırtıcılığı ile değil, uğradığı ruhsal ve uğrayabileceği cinsel tecavüzlerle de ilgilidir. Oysaki bugün gerçek hayatta Dürü’nün yaşadıklarından daha fazlasını yaşayanlar için namus cinayetleri, intiharlar ya da kadere razı olma, bir ahlak sorunu olarak topluma ve bireylere dayatılmaktadır.
Büyük Öğretmen Mitingi'ndeki konuşması: 'Uzak illerden, kerpiç köylerden geldik...'
Fakir Baykurt yalnız edebi kişiliği ile değil örgütçülüğü ile de bir simgedir. Türkiye’deki ilk öğretmen sendikasının kuruculuğunu ve başkanlığını yapan Fakir Baykurt, ömrünün önemli bir bölümünü öğretmen örgütlülüğü, öğretmenlerin hakları ve statülerinin korunup yükseltilmesi için harcamıştır.
Öğretmen sorunlarının yanı sıra halkın genel sorunlarıyla da ilgilenmiş; özellikle de antiemperyalist bir çizgide bu sorunlara karşı mücadelesini sürdürmüştür. Fakir Baykurt’un 15 Şubat 1969’da yapılan “Büyük Öğretmen Mitingi”nde yaptığı konuşma bu mücadelenin dile getirilmesidir:
“… Uzak illerden, kerpiç köylerden geldik. Beton Ankara’nın asfalt caddelerinde yürüyeceğiz. Bir koca kışı yarım teneke gazla geçiren ve yirminci yüzyılın sonlarına doğru çocukları kızamıktan ölen, kadınları karanlıkta ve baskıların boğaza çıktığı; sabrın, sinirin kalmadığı yerlerden geldik. Kendilerini egemen sınıfların emir kulu sayan, kraldan çok kralcı yöneticilerin yol bağlarını, telefon zincirlerini kırarak geldik. Uzaklardan tek tek seslendik, işitilmedi…”
Yaklaşık 50 bin kişinin katıldığı ve “Büyük Öğretmen Mitingi” adı verilen bu eylem, siyasi parti mitingleri dışında Cumhuriyet tarihinin o güne kadar yapılmış en kalabalık mitingidir. Ayrıca Fakir Baykurt’un başkanlığını yaptığı TÖS, 15-18 Aralık 1969’da yapılan ve 109 bin öğretmenin katıldığı “Büyük Öğretmen Grevi”, o güne kadar yapılan tüm gösteri ve grevlerin en uzunu ve katılımı en fazla olanıdır. Bu grevin başarılı olması ve mümkün olduğu kadar az zararla sonuçlanması; siyasi ve sosyal boyutunun ve sonuçlarının tartışılarak ön açıcı olması amacıyla bir bilim kurulunun toplanması için de Fakir Baykurt özel bir çaba göstermiştir. Bu grev, Fakir Baykurt’un sendikalara bakış açısı ile de örtüşmektedir.
'Öğretmen sorunu yurt sorununda ayrılamaz, yurt sorunu da düzen sorunudur'
Fakir Baykurt 5 Mayıs 1968 günlü TÖS Gazetesi’nde yazdıkları bugün de geçerliğini korumaktadır.
“Önce şu gerçekler üzerinde birleşelim:
1) Grevsiz sendika olmaz.
2) Durduğumuz yerde grev hakkı verilmez.
3) Çok sendika değil, güçlü ve tek sendika.
4) Yumuşak, uysal ve korkak mücadele sonuç vermez.
5) Sendikal mücadele sert ve döğüşçüdür.
6) Eğitim sorunu, öğretmen sorunu, yurt sorunundan ayrılmaz. Yurt sorunları da da bir Ali Veli sorunu değil, düzen sorunudur.”
TÖS Davası: 'Biz suçlu değiliz, aftan yararlanmayacağız'
12 Mart 1971 askeri müdahalesinin ardından TÖS’ün tüm faaliyetleri durdurduğu gibi, başta TÖS yöneticileri olan Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Osman Korkut Akol, Veli Kasımoğlu olmak üzere TÖS üyesi 3600 öğretmen ve eğitimci gözaltına alındı. Bunlardan 214’ü yargılanmak üzere tutuklandı. Dava bitmeden af yasası çıktı. Yargılananlar bu af yasadan yararlanırsa dava hemen kapanacak ve kısa yoldan özgürlüklerine kavuşacaklardı. Ancak yargılananlar örnek olacak onurlu bir duruş sergileyerek: “Biz suçlu değiliz onun için aftan yararlanmayacağız!” dediler. TÖS Davası devam etti.
Fakir Baykurt 9 Ekim 1971’de Askeri Mahkeme karşısında TÖS Genel Başkanı olarak yaptığı savunmasını şu sözlerle bitirdi: “Hak diyenin ağzına vurulmamalı, yol açanın yolu kesilmemelidir… Beraatımızın sevinci gibi, cezalandırılmamızın tesellisini de aramızda kardeşçe ve içtenlikle paylaşacağız. Şimdiye kadar öğretmen olarak davrandık, bundan sonra da öğretmen olarak davranmaya dikkat edeceğiz... Bu mücadeleye giren insanlar, sonuç ne olursa olsun, bunlara katlanmayı bilmelidir. Biz bileceğiz, bizden sonraki öğretmenler de bilecektir. Çok iyi biliyor ve inanıyoruz, çektiklerimiz boşa gitmeyecektir!”
Askeri Mahkeme, Fakir Baykurt ve üç genel merkez yöneticisini 8 yıl, 10 ay, 20 gün ağır hapis cezasına; 55 sanığı da 10 ay ile 10 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırdı. Ancak mahkûmiyetler Askeri Yargıtay’da “hem esastan hem usulden” bozuldu. Böylece TÖS, beraat etmiş oldu.
Bugünlerin olumsuzluklarına baktığımızda: “Buralara nasıl geldik?” diye kendimize ve birbirimize sormaktayız. Oysaki bu durumun temel sorumlusu, sürekli demokrasi nutukları atmalarına karşın, demokrasinin yanına bile yaklaşmayan iktidar sahipleridir. Görünen odur ki bu durumu daha da geriye götürmek niyetindedirler.
Ustam ve önderim Fakir Baykurt’u saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.
* Eski EĞİT-DER Genel Başkanı, Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi (THTM) üyesi