Önder Algedik’le iklim meselesi üzerine: 'Kolay çözüm yok'

Önder Algedik’in "Hepimizin Meselesi İklim Meselesi" kitabı, iklim krizini tarih, felsefe ve siyasetle ele alıyor; Türkiye’nin politikalarına eleştirel bir bakış sunuyor.

Özkan Öztaş

İklim ve enerji politikaları üzerine kapsamlı çalışmalar yürüten Önder Algedik, kamuoyunda çoğunlukla yayımladığı "Meclis Performans Raporları" ile de hatırlanıyor.

İklim değişikliği konusunda yasaların meclisten geçtiği ve iklim meselesinin patronların lehine yeniden şekillendirildiği bu süreçte, Önder Algedik’in Hepimizin Meselesi İklim Meselesi kitabı yayımlandı.

Enerji ve iklim uzmanı Algedik, bu çalışmasının hikâyesinin 2021 yılına dayandığını belirtiyor. “O zamanlar konuştuğumuz birçok olasılığın yıllar sonra gündemimize gelmiş olması hepimiz için kaygı verici” diyerek söze başlıyor.

Geçtiğimiz Haziran ayında yayımlanan kitabında Algedik, iklim meselesini tarihsel, felsefi ve siyasi bağlamda ayrı ayrı ele alıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin enerji ve iklim politikalarına dair kapsamlı bir bakış sunuyor.

Kendisiyle soL okurları için son kitabını konuştuk.

'Bu düzen bu sorunu çözemez'

Aslında bu kitabın yazım süreci 2021 yılında başladı” diyor Önder Algedik: 

Pandemi, eve kapanmalar derken bir şeyler karalamaya başlamıştım, araştırmalar yapıyordum. Geçen yıl kitabı tekrar ele aldım, üçte birini baştan yazdım, güncelledim. Ardından ocak ayında yayınevleriyle görüşmeye başladım ve şimdi kitap yayımlandı.”

Pandemi döneminde insanların karantina koşullarında evlerine kapandığı, kamuoyunda “her yer kuş sesleriyle doldu, doğa kendine geldi” gibi söylemlerin yankılandığı günleri hatırlatınca gülümsüyor.

“Bu durum altı ay sürdü. Altı ay sonra bu iyileşme geri tepti, daha kötü bir şekilde geri döndü. 2020’nin ilk altı ayında gözlemlediğimiz şeyin, 2021’de ve 2020 sonunda verilerden anlaşıldığı üzere geçici olduğunu gördük. Kapitalizmin bir pandemiyle anlık olarak iyileşebileceğini, ancak bunun kalıcı olmadığını fark ettik. Bu da bize bir ders oldu. Aslında o dönemde bu kitabı yazmayı uzun süredir planlıyordum. Kitap, iklim değişikliğini ısı dinamiği ve sistem dinamiği olarak inceliyor, dünya ekonomisiyle birleştiriyor ve Türkiye siyaseti üzerinden test ediyor. Bu oldukça geniş bir yelpaze.”

Algedik, Meclis izleme raporlarındaki verilerin, bu kitabı yazarken olgunlaşması için zamana ihtiyaç duyduğunu belirtiyor.

'İklim meselesi 'sivil toplumculuğun' ötesine geçemiyor'

Sorunun ele alınış biçiminde eksiklikler yok mu?

Dünyada bu konuda çok önemli tartışmalar var, ama biz bu tartışmaların hiçbirini okumuyoruz. Türkiye’de iklim değişikliği tartışması, sivil toplum kuruluşu (STK) seviyesinde bir sivil toplumcu mantığın ötesine geçemiyor. Akademiye bakıyorsunuz, eleştirel değil. Eleştirel aklın olmadığı bir entelektüel üretim bizim için faydalı olmuyor. Bu tartışmayı Türkiye’ye taşımak gerekiyor. Kitabı yazarken odaklandığım şeylerden biri de buydu.

Kitap, hem konuya yeni başlayanlar için bir yöntem sunuyor hem de konuya hâkim olanlar için derinlik sağlıyor. Bu dengeyi kurmak zor olmadı mı?

Kesinlikle çok zordu. Kitapta felsefecilerle tanımı, psikiyatrlar ve psikologlarla iklim çaresizliğini, ekonomistlerle fırsatçıları, enerji uzmanlarıyla iklim meselesinin bir enerji savaşı olduğunu tartışıyorum. Fosil yakıtlarla halkın erişebildiği geleneksel enerji kaynakları arasındaki bu savaş, farklı kampları ve ekolleri bir araya getirmeyi gerektirdi. Bu kadar farklı disiplinleri tartışmaya dahil etmek kolay olmadı.

'İklim meselesi hepimizin meselesi, sadece siyasilerin değil'

'İklim meselesi hepimizin meselesi, sadece siyasetin değil' diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Kitapta en önemli tartışmalardan biri, iklim değişikliği dedikçe siyasetin bize yalan ürettiğinin sayısal ispatı. İklim sorunu, dünya enerji tüketimi ve Türkiye’deki izler üzerinden sayısal verilerle ortaya koyuyorum. Meclis izleme raporlarımda da bu açıkça görülüyor. Siyaset açıkça yalan söylüyor. Şu an siyasetin motivasyonu iklimi değiştirmek. “İklim değişikliği” ifadesi yerine “iklimi değiştirme politikaları” daha doğru bir ifade olur. 

İklim meselesi Meclis'teki siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir mesele.

'İklim fırsatçılığı'

İklimi değiştirmek çok mu para kazandırıyor? Patronların iştahını kabartan sonuçlar mı yaratıyor?

İşin iki boyutu var. Kitabı yazarken fark ettim ki iklim fırsatçılığı diye bir şey var. Şu an siyaset açısından iklim fırsatçılığı ciddi bir kazanç kapısı. Kâr oranlarının azaldığı bir dönemde, savaşın ekonomiyi rahatlattığı gibi, doğayla olan savaş da ekonomide büyük ferahlamalara yol açıyor. Bu yüzden dünya “iklim değişikliği” deyip iklimi değiştiren projelere para yatırıyor.

'Çöp milliyetçiliği yapılıyor'

Avrupa’nın çöpünün Türkiye’ye gelmesi meselesi akla geliyor. Almanya’nın çöpünün Türkiye’de çevre sorunlarına yol açtığına dair Alman vakıfları tarafından yapılan projelere rastlamıştım. Bu işin ekonomik bir döngüsü de var sanırım.

Buna çöp milliyetçiliği diyorum (gülüyor). Almanya’nın, İngiltere’nin çöpü Türkiye’ye geliyor diye yakınanlar, Türkiye’de kaç tane çöp yakan tesis olduğunu biliyor mu? Kimse bilmiyor. Avrupa’dan gelen çöpten daha fazlası Ankara’da, İstanbul’da ne oluyor, diye soran var mı? Kimse konuşmuyor. 

Sen çöpünü yakıyorsan, tabii ki başka ülkeler de gelir. Çünkü sen bir atık altyapısına sahip değilsin ve kullanamadığın çöpü yakıyorsun. “Avrupa’nın çöpü burada ne arıyor?” demenin anlamı yok. Önce “Benim ülkemin çöpü ne oluyor, atık altyapısı var mı?” diye sormalısın. Aksi halde birileri gelir, çöpünü senin üstüne boca eder.

c

Peki ya uluslararası sözleşmeler, Türkiye’nin taraf olduğu yükümlülükler? Bunların bir karşılığı yok mu?

(Gülümseyerek) Bu ülkede Anayasa'nın bile karşılığı yokken, uluslararası sözleşmelere kim neden uysun? İstanbul Sözleşmesi’ne uyuyorlar mı? Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne? Bunların hepsi bir bütün. Meseleyi sadece iklimle sınırlarsak büyük resmi kaçırırız. Bu yüzden bu düzende bu işin çözümü yok diyorum. Sözleşmeler asgari standartları belirler, ülkeler bunun üzerine çıkar. Ama Türkiye, her alanda bu anlaşmaları geriye çeken bir profil çiziyor.

Ortada bir denetim mekanizması da yok, öyle mi?

Elbette. Şu an siyasette en sevmedikleri şey denetlenmek. Türkiye’de meclisi denetleyen hiçbir yapı yok. Meclis'e bakın, iktidarıyla muhalefetiyle hepsi bu sürecin tarafı. Sosyal medyada paylaştığım sayısal verileri biliyorsunuz. Muhalefetin tam katılımıyla engellenebilecek tasarılar Meclis'ten geçti. Türkiye’de birçok şey göstermelik yapılıyor.

Mesela, Türkiye 2004’te 4990 sayılı İklim Kanunu’nu geçirdi. Ertesi yıl ne yaptılar? Rödovans yoluyla elektrik üretimini açtılar. 2009’da iklimle ilgili başka bir kanun geldi. Türkiye ne yaptı? 2012’yi “kömür yılı” ilan etti. Paris İklim Anlaşması’nın sembolik imza törenine katıldı Cumhurbaşkanı. Üç gün sonra ne yaptı? Adana’da bir kömür santrali açılışı yaptı. Bu meseleye bütüncül bakmak gerekiyor, ama ne yazık ki Türkiye’de böyle bir kurum yok. 

Bunu ifşa eden bir siyasi yapılanma var mı? Bunu tartışan, çalışan bir parti var mı? Türkiye’nin iklim politikalarını izleyen kaç örgüt, kurum, parti var? Sıfır. En fazla bir boyutuna bakıyorlar: kömür, para ya da başka bir şey. Bütüne bakan yok.

Önder Algedik

'Egemen sınıf toplumu rekabete sürüklüyor'

Peki, bu kitap okuyucuya ne öneriyor? Nasıl bir yöntem sunuyor?

Kitap rahatlatan bir çözüm sunmuyor, aksine rahatsız ediyor. Esas mesele, kolay bir çözüm olmadığı, ama çözümün mümkün olduğu. Bilim, iklim meselesinin bu halde olacağını yüz yıl önce söyledi. Modeller hesaplandı. Siyasetçiler her seferinde yeni raporlar istese de sonuç değişmiyor. Daha iyi raporlar sorunu çözmüyor, sadece geciktiriyor. 

Çözüm için örgütlü bir toplum gerekiyor. Kapitalizm kurtarmıyor, ama bu, hiçbir şey yapmayacağımız anlamına da gelmiyor. Kolektif bir akla ihtiyacımız var. Rekabetçi akılla yönetiliyoruz; egemen sınıf, toplumu rekabete sürüklüyor. Biz rekabeti kaldırıp dayanışmayı ve ortak aklı kurmalıyız. İşte işin zor tarafı bu.

'Esas sorunu görmeyince Ayşe Teyze’ye kalıyor tüm kabahat'

Sistem tüm kabahati emekçilere yüklemiyor mu? Siz de bazen çaresiz hissetmiyor musunuz?

(Öfkeyle gözleri parlıyor) Mesele tam da bu! 

Buna iklim çaresizliği diyorum. Psikolojik tartışmalarda bu bölüm yer alıyor. Büyük sermaye sahiplerini görmezden gelince kabahat Ayşe Teyze’ye kalıyor. Ayşe Teyze daha ne yapsın? Kadın salça tenekesinden saksı yapmış, çöpü ayrıştırıyor, üç kuruşuyla her şeyi yapıyor, konserveden bitki yetiştiriyor. Ona saygı duyman lazım! Batı’da da Mary Ann’in kaderiyle Ayşe Teyze’nin kaderi aynı. Bunun arkasında ciddi bir ideolojik savaş var. Egemenler Ayşe Teyze’yi suçluyor, ama petrol tüccarları lobisine laf etmiyor.

Kitap popülizm yapıp suçu bir kişiye yükleyebilirdi, bu kolay olurdu. Ama zor olan, bütün resme bakabilmek. İklim kötüye gidiyor, ama bunda iktidarıyla muhalefetiyle sorumluluk taşıyan bir sistem var. Bu yüzden topyekûn bir mücadele vermeliyiz.