Kürtçe yazılan yaya geçidi ifadesinin silinmesinde ya da Kürtçe yazılmasında ne var ki diye düşünmeyin. Mevzunun evveliyatı ve iktidar açısından da Kürt diline yönelik politikaların ne kadar pragmatik olduğuyla alakalı bir yanı var.
Konu gündeme ilk önce Van'da geldi. Van Büyükşehir Belediyesi, şehrin çeşitli noktalarındaki yollara Kürtçe ve Türkçe trafik uyarıları ekleyerek kentin çok dilli belediyecilik faaliyetlerini genişletmişti. Ancak bu uygulamanın ardından "Pêşî peya" yani "Önce yaya" gibi Kürtçe ikazların üzerine "Türkiye Türk'tür, Türk Kalacak" şeklinde yazılar yazılarak Kürtçe ifadeler kapatıldı.
Konu da böylece tüm ülkenin gündemi haline geldi. Van'ı Diyarbakır ve Mardin'de yapılan uygulamalar takip etti. Van'daki örnekte Kürtçe yazılamaları silen 16 yaşındaki lise öğrencisi bir genç polis tarafından bilgilendirilmiş ve korunduğunu söylemişti. Ancak AKP iktidarı bu işlerin böyle basit biçimlerle ilerlemeyeceğine ikna olmuş olacak ki diğer örneklerde İçişleri Bakanlığı tarafından verilen talimatla Karayolları ekipleri tarafından silindi Kürtçe uyarılar. Hal böyle olunca da konu yargıya taşındı ve Diyarbakır Barosu yürütmeyi durdurma talebiyle dava açtı.
'Sorun' yabancı dil mi yoksa Kürtçe mi?
Türkiye'de birçok örnekte farklı dillerde uyarı, ikaz, yönerge ya da reklam panoları yer alıyor. Bu tür örnekler kamusal alanlarda düzenlemeler ve uyarılar için yapılsa da yaygın örnekler, ekonomik alanlarda. Yani ya bir alışveriş konusu ya da ücrete tabi bir müzenin duyurusu. Muhatabı ise daha çok turistler.
Akla ilk gelen örneklerden biri Trabzon. Yer yer milliyetçilerin "gazını almak" adına belediye tarafından "Arapça tabelalar söküldü" ya da "Arapça tabelalara izin verilmedi" gibi haberler duyulsa da gerçek pek de öyle değil. Sonuçta Trabzon için Arap turistler ciddi bir gelir kalemi oluşturuyor ve Trabzonlu esnaf bu durumdan pek de şikayetçi gibi görünmüyor. Dolayısıyla da yer yer özel kurumlar yer yer de belediye ve İl Turizm Müdürlüğü tarafından yapılan tabelalarda Arapça yazılara sıkça rastlıyorsunuz.
Trabzon'daki Arapça yazıların yanı sıra Antalya'da Rusça ya da Ukraynaca, İstanbul'da Çince tabela örnekleri de gündem olmuş, tartışılmıştı.
Hal böyle olunca da "Sorun sadece Kürtçe olunca mı yaşanıyor?" sorusu geliyor akıllara. Oysa geçmişte AKP'nin "Açılım" ya da "Barış Süreci" adını verdiği dönemde yapılan farklı uygulama ve örnekler mevcut.
AKP'nin Kürt illerindeki Kürtçe faaliyetleri hala hafızalardaki yerini koruyor. AKP'nin özellikle seçim dönemlerinde artan Kürtçe faaliyetleri zaman zaman küçük ortağı MHP tarafından eleştirilse de seçimlere dönük bir yatırım olarak görülen Kürtçe faaliyetler, özellikle de Kürt illerindeki AKP'li Kürt adaylar ya da temsilciler tarafından sürdürülüyor.
Zaman zaman aşı kampanyalarında İl Sağlık Müdürlükleri'nin ya da AKP'li belediyelerin de Kürtçe yaptığı duyurular mevcut. Hatta AKP'nin açılım süreci adı verilen dönemde yaptığı Kürtçe faaliyetler, Kürtçe kanalların açılması ve üniversitelerde Kürt dili bölümlerinin kurulması yine AKP'li isimler tarafından "devrim" olarak duyuruluyordu.
Aynı uygulamayı AKP'li belediyeler yapsaydı yazılar silinir miydi?
Eskiden tabu olarak görülen ve varlığı dahi kabul edilmeyen Kürtçe şimdilerde bir hegemonya tartışmasının konusu. Ya da farklı bir ifadeyle eğer Kürtçe tabela ve uygulamaları, bugün DEM Parti belediyelerinden önce kayyım belediyeleri ya da çok farklı manaya gelmemekle beraber AKP'li belediyeler yapmış olsaydı bu yazılar silinir miydi?
Soruyu biraz ayrıntılandıralım. Kayyum ya da AKP belediyelerinin yaptığı Kürtçe uyarı, ilan ya da uygulamalar neden daha önce silinmedi?
AKP şu an tek başına Kürtçe'den rahatsız demek bu nedenle sorunu ya da süreci biraz daha anlaşılmaz kılıyor. Sorun çünkü anadili sorununa sığmayacak kadar bütünlüklü ve ciddi.
Öncelikle AKP Kürtlerin, AKP dışındaki siyasi öznelerle yan yana gelmesinden duyduğu rahatsızlığını ortaya koyuyor. Yarın DEM Partili belediyelerin çok dilli programlarına destek vermek için Kürt illerindeki Hüda-Par ya da YRP belediyeleri benzer uygulamaları yapsa ne olacak? O örneklerde de silinecek mi?
Pek sanmıyorum. Tam da bu nedenle örnekteki belediyeler AKP ile ters düşmemek için bu tür uygulamalardan en azından şimdilik imtina edeceklerdir. Gelecekte de böylesi bir siyasi yatırımı asla boş geçmeyeceklerdir.
Sorun hiçbir zaman tek başına Kürtçe anadili meselesi değildi. Sorun her zaman bir yandan Türkiye burjuvazisinin tercihleri, eğilimi ve çıkarlarıyla ilgili bir konuydu. Bugün bu gerçek biraz daha bariz şekilde hissediliyor ve anlaşılıyor.
Örnek olsun Kürtçe yapılan yaya geçidi yazılamalarının silinmesi için hiçbir hukuki gerekçe yok. Aynı durum halay çektikleri için gözaltına alınanlar için de geçerli. Zaten gözaltına alınanlar bir süre sonra sessiz sedasız bırakılıyor. Çünkü Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda geçmiş zamanlarda ilgili durumun suç olmadığına dair kararları var.
"Önce Yaya" yazısının Kürtçe ifadesi milliyetçiler tarafından "Önce vatan" çıkışıyla mukayese ediliyor. Güya Kürtçe yapılan yazılamalar ülkenin birlik ve bütünlüğü başta olmak üzere bilcümle sorunu tetikleyebilirmiş. Müsade edilmemesi gerekirmiş ve İçişleri Bakanı'nın adımları yerindeymiş.
Oysa bu uygulamalara AKP içinden de tepkiler yükselmeye başladı. Eski AKP milletvekili ya da bakanlar yapılan uygulamaların yerinde olmadığı ve vazgeçilmesi gerektiğine dair görüşler beyan etti. İçlerinden biri de Orhan Miroğlu'ydu. Kürtçe yavaş manasına gelen "Hêdî" kelimesinin silinesine "Yavaş babam yavaş" diyerek tepki gösteren Miroğlu, sorunun çözüleceğine dair beklentisini de ifade ediyordu.
Sorun bir yerlere Kürtçe ifade edilen uyarıların ya da ikazların ülkenin birlik ve bütünlüğüne dönük tehdit oluşturması değil elbette. Zaten bu kadar basit olsaydı o "birlik" ya da "bütünlük" aracın aldığı ilk virajda devrilirdi. Uyarının Kürtçe yazılıp yazılmadığı kazayı engelleyecek bir sonuç yaratmazdı.
Diğer yandan yaşananlardan AKP'nin henüz bu başlıkta atacağı adımların zamanlaması konusunda bir karara varmadığı sonucu çıkıyor. Günü gelene kadar ise küçük ortak ve yerel muhataplar kabahatler işleyecek sonra da Erdoğan kahraman gibi devreye girerek sorunu çözmüş olacak.
Peki o zaman bu gündemin neden üzerini kaşıyorlar sorusu geliyor akla. Bunun cevabına "Onca yoksulluk varken" diye başlayabiliriz. Son zamanlarda meclise gelen kanun teklifleri ya da Kürt illerinde yaşanan Kürtçe yaya geçidi yazılarının gündemi bu kadar meşgul etmesi bir yandan da milyonlarca emekçinin yaşadığı yoksulluğu ve sefaleti en iyi manipüle eden araçlar olarak kullanılıyor iktidar tarafından. Yoksa yukarıda da değindiğimiz üzere AKP bu başlıkta, yıllar önce kendi attığı adımları yasaklıyor bugün. Anlaşılan o ki bugün konu sadece Kürtçenin kamusal alandaki kullanımının kısıtlanmasından ibaret değil. Aynı zamandan o dili kullanan milyonlarca emekçiyi de iktidarın tercih ettiği gündeme odaklamak niyetindeler.
Ancak geriye bir gerçek kalacak. O da Kürt dili için verilecek mücadelenin sadece kültürel ya da dilbilimsel bir içeriğe sığdırılamayacağı gerçeği. Bu ülkede Kürtçe üzerinde yapılan tasarrufların tamamı Kürt emekçilerin bu düzene nasıl eklemleneceği ya da sömürünün hangi koşullarda devam edeceği tartışmalarının sonucu. Diğer bir ifadeyle Kürt emekçilerin verdikleri mücadele Kürtçenin de kaderini belirliyor.
Yoksa patronlar için mevzu kasaların dolması, işlerin yürümesinden ibaret. Hangi dilde olduğuyla o kadar da ilgilenmiyorlar. Yoksa güya "Kürtçe devrimini" yapan AKP ile asfaltın ortasında Kürtçe yazıya tahammül edemeyen AKP aynı AKP. Dolayısıyla da ne sorunun Kürt diline sıkışmasına izin verilmeli ne de AKP'nin atacağı pozitif adımlarda kafaların karışıp yeni kahramanlar yaratılmasına müsaade edilmeli.
Kürtçe, Kürt emekçilerinin eşitlik ve özgürlük mücadelesiyle geleceğe taşınabilir yalnızca. Kürt dili mücadelesi bir dil tartışmasından ibaret olsaydı TRT Kurdî ya da meşhur ifadesiyle TRT Şeş, mevcut sorunları çözmenin en önemli adımı olurdu.
Olmadı.
Kürtçeleri yetersiz olduğu için değil, Kürt emekçileri için hiçbir şey söylemediği için olmadı. AKP hangi dilde konuştuğunuzdan önce kim için konuştuğunuza bakıyor çünkü. Bu nedenle de konunun siyasal önemi bir kez daha kendini hissettiriyor. Hem de hiç olmadığı kadar.