Liseyi bırakıp sanayide çalışan Sefa, "23 Nisan değil artık 1 Mayıs" diyor; çocuk yaşta yalnızca emeğiyle değil, mücadelesiyle de büyüyor.
Özkan Öztaş
2022-2023 eğitim-öğretim yılı, Türkiye’de ortaokulu bitiren 1 milyon 293 bin 22 çocuğun istatistiklere yansıdığı son yıl. Ancak bu çocukların sadece 1 milyon 29 bin 423’ü liseye adım attı. Geriye kalan 263 bin 599 çocuk, henüz 15-16 yaşlarında eğitim sisteminden koptu. Ve bu kopuş her sene artarak devam ediyor.
Soru basit: Peki, çocuklar neden okula gitmiyor? Ya da gidemiyor?
Bir zamanlar bu sorunun cevabı “imkânsızlık” ile özetlenirdi. Yoksulluk, erişim eksikliği, aile baskısı… Ama bugün, 2025’in Türkiye’sinde, yanıtlar daha karmaşık, daha acı. Gençler “Okusam ne olacak ki?” diye başlıyor söze. Çünkü ülke, diplomalı işsizlerin cehennemine dönüşmüş durumda.
Haberlerde sıkça rastlıyoruz: Üniversite mezunları, iş bulabilmek için diplomalarını gizliyor, özgeçmişlerinden eğitim bilgilerini siliyor. Çünkü o diploma, çoğu zaman bir iş garantisi değil, bir yük.
İşte bu yüzden çocuklar, daha ergenlik çağında meslek peşine düşüyor. Liseyi, hatta ortaokulu terk ediyorlar. Sanayiye, atölyelere, inşaatlara doluşuyorlar. Onlardan biri de Sefa.
16 yaşını yeni bitiren Sefa, çocukluğunu değil, nasıl hayatta kalacağını düşünüyor. Liseyi bırakmış ama çıraklık okuluna yazılacak. Elleri nasır tutmuş, yüzü metal tozuyla kararmış. Ustası Halim’in yanında lamaları kesiyor, kaynak yapıyor, torna tezgâhında delikler açıyor. Sefa'nın ürettiği parçalar, tüneller açan dev makinelere hayat veriyor şimdi.
![]() |
Sefa bir yandan lamaları birleştiriyor kaynak makinasıyla diğer yandan da birleştirdiği metal blokları tornada işliyor. |
'5 Kilo vardır belki… Hiç tartmadım ki!'
Bir lamayı havaya kaldırıp gülüyor. "Okusam ne olacak abi? Mahalledeki arkadaşlarımın hepsi çalışıyor. Parkta buluşup çay içiyoruz, cafeye gidecek paramız yok." Sigarasından bir nefes çekiyor. Torna başına geçtiğinde yüzündeki ciddiyet, bir an önce "adam" olma telaşını ele veriyor.
Kışın soğuğu, yazın sıcağı dinlemiyor sanayi. Metalin tozu ciğerine, gürültüsü kulağına doluyor. Ama Sefa tornanın başına geçtiğinde gözlerinde başka bir parıltı beliriyor.
Eline aldığı demir “lama”yı önce kesiyor, sonra kaynakla birleştirip kare kalıplar haline getiriyor. Tornada delikler açıyor, her bir başlık milim milim işleniyor. Bu parçalar yol açan, tünel kazan iş makinelerinde kullanılacak. Bir çocuğun emeği, büyük bir makinenin en küçük parçası olacak.
“Kaç kilo bu lama?” diye soruyorum. Gülerek, “5 kilo vardır herhalde, hiç tartmadım” diyor. İki tanesini birden eline alıyor, yürüyüp gidiyor.
'Su aksa sabun yok, ders olsa gelecek yok'
Sefa, Türkiye’nin eğitimden kopan 263 bin 599 çocuğundan biri. TÜİK verileri, 15-17 yaş arası çocuk işçiliğinin yüzde 22.1’e yükseldiğini söylüyor. Diplomalı işsizler cehenneminde, Sefa gibi çocuklar meslek öğrenmeyi "kurtuluş" görüyor. Ustası, çıraklık okulunda ısrarcı. Ama Sefa’nın gözlerindeki ağırlık, bu sistemin ondan çaldığı şeyler anlatıyor.
"Okullarda su aksa sabun yok ders olsa hoca yok" diye giriyor söze Sefa. “Okusam ne olacak abi?” diyor. “Bu işi yapacağım. Mesela işten çıkıyorum, bazen mahallede bizim gençlerle buluşuyoruz. Hepsi benim yaşımda. Hepsi çalışıyor.”
“Eğer geleceği olsaydı, okumak ister miydin?” diye soruyorum. “Bilmem ki, hiç düşünmedim,” diyor.
Sefa o büyük kalabalıktan bir tanesi.
Okullarda geleceğini arayan çocuklar, sanayilerde, inşaatlarda, atölyelerde hayatta kalmaya çalışıyor. Onlar, istatistiklerin soğuk rakamlarından ibaret değil. Her biri, Sefa gibi, tornanın başında bir umut, bir ciddiyet, bir yorgunluk taşıyor. Ve her biri, “Okusam ne olacak?” sorusunun cevapsızlığında büyüyor.
![]() |
"Okulun geleceği yok abi. Erkenden meslek tutmak gerekiyor. Geç kalan aç kalır" |
Tornada yorguluk gelecekte belirsizlik
Sefa, torna tezgâhının başına geçtiğinde yüzü değişiyor. Ciddiyetle karışık bir heyecan kaplıyor gözlerini. “Her iş zor burada” diyor, “ama tornanın başına geçince daha bir mutlu oluyorum”. Kışın soğuk, yazın sıcak. Sanayi günleri, birbiri ardına akıp gidiyor. Sefa, böyle geçen günlerde yaş alıyor.
Liseyi bıraktı, ama çıraklık okuluna yazılacak. “Ustalık belgesi alacağım,” diyor. Halim Usta, lafa karışıyor: “Çıraklık okuluna gitmezse olmaz. ‘İş tuttum, usta oldum’ demekle olmuyor” Sefa, şanslılardan. Onu kollayan, koruyan bir ustası var.
Ama ya diğerleri?
Mesai sabah 9’da başlıyor. Öğlen 13.00’te bir saatlik yemek molası. Sonra akşam 18.00’e kadar çalışma. İşler yoğun olunca mesai uzuyor. Öğle yemekleri dışarıdan söyleniyor. Sayıca az oldukları için iş yerinde yemek yapılmıyormuş. Ekmek arası döner, köfte, ne denk gelirse. Yemek öncesi lavaboda eller yıkanıyor. Makine yağı, toz, kir… Sefa’nın elleri, çocuk ellerinden çok işçinin ellerine benziyor.
“Dün daha yoğundu” diyor Halim Usta “Nefes alamadık”. Anlaşılan, dün yemek için bile oturacak vakit bulamamışlar. Sefa, sandalyeleri getiriyor. Birini ustasına, birini bana uzatıyor. Ayranı kucağına yerleştirip ekmek arasını yemeye başlıyor. “Valla pişman değilim” diyor. “Ne olduğu belirsiz bir eğitim içindemi olacağım? Okuyanlar ekmek bulamıyor.”
![]() |
"Her iş zor, ama torna başka. Başına geçtiğimde başka hissediyorum” |
1 Mayıs’a giderken
Sefa’nın dünyası, yasaların “çocuk” dediği 18 yaş sınırından çok uzak. Çocuksu bir gülümseyiş var yüzünde, ama gözlerinde bir ağırlık. Geleceksizliğin ve telaşın içinde kendine bir yol açmaya çalışıyor.
Ustası, 1 Mayıs için çağırıyor. “Gelecek misin?” diye soruyorum. Gülüyor. “23 Nisan’a gidemeyiz, bari 1 Mayıs’a gidelim”. Usta, kulağıma fısıldıyor: “Çıraklık okuluna yazdıracağım. Başka türlü şarkılar da dinliyor artık” sözünü tamamlarken yüzü gülümsüyor ustasının.
Sefa, sınıfın en küçük üyelerinden. Okulda bıraktığı sınıfı, sanayide tanıdığı sınıfla değişmiş. Ustanın fısıldayışlarını duyunca sesi ciddileşiyor: “Kesin geliyorum abi. Ya nezarethane ya gasilhane. İkisinden biri olmazsa, 1 Mayıs’ta alandayım.”
Ustasının eline tutuşturduğu parayla markete gidiyor. Eksikleri tamamlayacak. Ben dükkândan çıkarken, Sefa’yı bekleyen torna tezgâhının önündeki metal çapaklar ayağıma dolanıyor. Sefa’nın hayatı da o demirler gibi şekilleniyor.
Ama ne kadar sağlam olacak, bilinmiyor.
Sefa’nın hikâyesi, tek bir çocuğun değil, bir ülkenin gerçeği. Okullarda geleceğini arayan çocuklar, sanayilerde, inşaatlarda, atölyelerde hayatta kalmaya çalışıyor. Onlar, istatistiklerin soğuk rakamlarından ibaret değil. Her biri, Sefa gibi, tornanın başında bir umut, bir ciddiyet, bir yorgunluk taşıyor. Ve her biri, “Okusam ne olacak?” sorusunun cevapsızlığında büyüyor.