Başından beri politik tartışma ve eleştirilerin konusu olan Nobel etrafında bugünlerde kapsamlı bir uluslararası kampanya yürüyor. Bu yıl ödülün barış alanında Henry Reeve Tugayı şahsında Kübalı sağlık çalışanlarına verilmesi için tüm dünyada kollar sıvanmış durumda.
Kübalı sağlıkçıların salgınla mücadele sırasında, uluslararası alanda sergiledikleri fedakârca dayanışma benzersiz oldu. İngiltere’den market yağma görüntüleri gelirken, ABD başka ülkelerin solunum cihazlarını havaalanlarında gasp ederken, salgın tedbiri olarak zorunlu kalınan fiziksel izolasyon umutsuzluk ve yalnızlık duygusunu perçinlerken, Kübalılar grup grup dünyanın çeşitli ülkelerine gidip muhtelif havalimanlarından selam gönderdiler. Ülkelerinin maruz kaldığı 60 yıllık ablukaya rağmen, hayati değer taşıyan mesleki bilgilerini belki de dillerini bilmedikleri halkların hizmetine sundular. Dayanışma ve enternasyonalizm adına…
Uluslararası bir barış ödülünü bu yıl onlardan daha fazla kim hak edebilir? Öte yandan, solcular Nobel’e biraz mesafeli değil miydi diye sorulacaktır.
Nobel Ödülleri Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine 1900 yılında kurulan Nobel Vakfı tarafından dağıtılıyor. Bir istisna olarak bu vakıf yerine Norveç Nobel Komitesince dağıtılan Nobel Barış Ödülü de aynı Nobel’e adanmış durumda. Alfred Nobel’e dinamitin mucidi olarak çok zenginleşmişti. Petrol yataklarının keşfi, silah üretimi gibi alanlarda kardeşleriyle birlikte onlarca şirket kurmuş, farklı alanlardan yüzlerce patentin sahibi haline gelmişti. Savaşların daha yıkıcı olmasına neden olan icadı nedeniyle büyük bir servetin yanı sıra kötü bir ün de edinmişti. Vasiyetinin bir tür günah çıkarma olduğu düşünülmüştür; ödüllerin her yıl “insanlık için bir önceki yıl en büyük yararı göstermiş kişilere” verilmesini istemesi, verdiği zararı telafi etmek istediğini ima eder gibidir. Gerçekten öyle midir?
Alfred Nobel’in müteşebbis olarak işçileri, doğayı sömürmüş olduğunu bir an göz ardı edersek, salt bir bilim insanı olarak dinamitin icadıyla insanlığa zarar verdiğini söylemek çok da isabetli olmayacaktır. Dinamitin savaş sahnesi dışında maden, inşaat vs. gibi pek çok alanda insanlığa yararları olmuştur. Ancak Nobel’in müteşebbisliğini göz ardı etmek, ardında bıraktığı vakıf ve vakfın dağıttığı ödülleri doğru değerlendirmemize engel olabilir. Bu açıdan İrlandalı edebiyatçı Shaw’a kulak verelim: “Nobel’in dinamiti icat etmesini affedebilirim ama ancak insan formunda bir şeytan Nobel Ödülü’nü icat edebilir.”
Shaw 1926 yılında kendisine layık görülen Nobel Ödülü’nü ülkesini onurlandırmak adına kabul etmiş ancak eşlik eden ve 100 bin İsveç Kronunu aşan parasal ödülü reddetmiştir. Bu parasal ödülün eserlerinin İsveççeye çevrilmesine harcanmasını istemiştir. Shaw ruhunu şeytana satmamak için makul bir pazarlık yapmış gibidir.
Ödülün hayli yüksek parasal değerine rağmen onu reddedenler arasında Sartre da var. 1964 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddeden Sartre nazik açıklamasında İsveç halkından özür dilerken, Nobel’i eleştirmekten geri durmamıştı. Resmi ödülleri her zaman reddettiğini, böyle ödülleri kabul etmesinin yönlendirilmeyi kabul etmek anlamına geleceğini ifade etmiş; dahası Nobel ödüllerinin ağırlıklı olarak belirli ideolojilere ve uluslara verilmesinin haksızlık olduğunu söylemiştir. Belli ki haksız bir sistemin, haksızlığı yeniden üreten bir kurumuna makyaj malzemesi olmak istememiştir.
Bir başka reddiye 1973 yılında Vietnamlı diplomat Le Doc Tho’dan gelmiştir. Paris Barış Anlaşması’nın (resmi adıyla Vietnam’da Savaşı Sona Erdirme ve Barışı Sağlama Anlaşması) taraflarını eşit şekilde onurlandıran, aynı anda hem Le Doc Tho’ya hem de ABD’li diplomat Henry Kissinger’e Nobel Barış Ödülü’nü layık gören ödül komitesinin bakış açısını Vietnamlı diplomatın paylaşmaması son derece doğal. Vietnamlılar haklı olarak süreci bir tür ateşkes değil zafer olarak görüyorlardı. Dahası dünya genelinde Vietnam bayrağıyla sokaklara dökülen barış yanlıları, enternasyonalistler de o dönem Kissinger’i içlerine sindirememiş olsa gerek.
Soğuk Savaş yıllarında Nobel Ödülü tercihleri hep kapitalizmden yana bir ideolojik destek anlamına gelirken, son dönemdeyse düpedüz kalitenin düştüğü rahatlıkla söylenebilir. 2019 yılında Nobel Barış Ödülü Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed Ali’ye verildi. Etiyopya ile Eritre arasında uzun süredir devam eden çatışmaya son veren barış anlaşmasına katkısı nedeniyle. ABD Başkanı Trump ise aradan fırlayarak “Abiy Ahmed kim oluyor, oradaki anlaşmayı ben yaptım, aslında ödülü ben hak ettim” deyiverdi.
Dolayısıyla Nobel Barış Ödülü’nün Henry Reeve Tugayı’na layık görülmesi halinde, Kübalıların mı kazanacağı, yoksa Nobel’in mi namusunu kurtaracağı belirsiz, diye düşünülebilir. Aslında dünya genelinde bu kampanyaya katkı koyan aydınlar salgınla birlikte pulları iyice dökülen kapitalist düzene hodri meydan diyorlar. Kampanya sayesinde sembol kurumlardan birisi hedefe oturtulmuş oldu. Nobel Komitesi gerçekten samimiyse, salgın koşullarında dünya halklarının kalbinde taht kuran, insan sağlığını umursamayan acımasız sömürü çarkları karşısında umut ışığı olan Kübalı sağlık çalışanlarına hak ettikleri Barış Ödülü’nü vermelidir, deniliyor. Müteşebbis Nobel’in karşısında emekten yana olanların içi rahat; çünkü Küba Nobel’in kirletemeyeceği kadar parlak bir şeyi temsil ediyor: insanlığın saf hali olarak dayanışmayı.