Geçtiğimiz yılki darbe öncesi Nijer, AB ve ABD müttefiklerinden biriydi. Örneğin, ABD buradaki askeri üs için yakın geçmişte 100 milyon dolar harcamıştı. Darbeden sonra yeni iktidarın ilk işi, Fransızlar başta olmak üzere pek çok Batı ülkesinin askerini ülkeden kovmak, askeri üsleri kapatmak oldu. Son olarak Almanya da ülkede kalan son 38 askerinin 31 Ağustos 2024 itibariyle ayrılmış olacağını açıkladı.
Batı Afrika'da darbelerin öncesi ve sonrası
2015 yılında AB’nin yönlendirmesiyle Nijer, göçmenlerin Sahel bölgesini transit kullanarak Avrupa’ya geçişini yasaklayan bir yasa kabul etmişti. Geçtiğimiz yılın sonlarında bu yasa ilga edildi ve BM verilerine göre Nijer sınırlarından geçen göçmen sayısı kısa sürede yüzde 50 arttı.
Nijer, darbeden önceki yıl olan 2022’de yaklaşık 585 dolar ile Sierra Leone’nin (475) ardından kişi başına düşen yurt içi hasılası en düşük Batı Afrika ülkesiydi. Darbeden bu yana, yoksulluğun ve bağımlılığın temel kaynağı olarak görülen yabancı sermayeye müsamaha gösterilmiyor, doğrudan veya dolaylı olarak ülkeden çekilmeleri için baskı yapılıyor. İktidarın uyguladığı ihraç yasağının da etkisiyle, örneğin 2023’ün ilk çeyreğinde 117 milyon avro kar ettiği gözüken Fransız nükleer yakıt şirketi Orano, 2024’ün ilk yarısında 133 milyon avro zarar açıkladı. Diğer yandan, Kanada şirketi GoviEx ile olan anlaşma da Haziran itibariyle sonlandırıldı. Fesihler, projelerin taahhüt edildiği sürede bitirilmemesine dayandırılsa da iktidarın Batı sermayesi karşıtlığı temel etken. Buna paralel olarak, boşalan alanlara yerleşmeye çalışan bir aktör de Türkiye.
Yaklaşık bir yıl önce gerçekleşen darbeden bu yana, Nijer hükümetinin Türkiye’nin dahil olduğu bir dizi ülkeyle ilişkileri sıkılaştı. Bu kapsamda; Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Savunma Bakanı Yaşar Güler, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar ve MİT yöneticisi İbrahim Kalın bir ay önce Nijer’e ziyaret gerçekleştirdi.
Görüşmeler üç temel çalışma grubunda yapıldı: Ekonomi ve ticaret; enerji ve madencilik; dış politika, güvenlik ve savunma. Görüşmeler sonucunda, Türk şirketlerin Nijer’deki petrol ve doğalgaz kaynaklarına yönelik çeşitli iyileştirmeler yapmasını kararlaştıran bir deklarasyon imzalandı.
Nijer’e yapılan çıkarmayla neredeyse eşzamanlı olarak Somali ile Türkiye arasında hidrokarbon iş birliği anlaşması imzalandı ve hemen ardından Türkiye tarafından petrol ve doğalgaz aramak üzere keşif araçları bölgeye yollandı. Öte yandan; son yıllarda Somali’nin yanı sıra kıtada Libya, Ruanda, Etiyopya, Nijerya, Gana gibi pek çok ülke ile savunma anlaşmaları akdedildi. Nijer ile 2020’de, Togo ile 2021’de, Senegal ile de 2022’de çeşitli askeri iş birliği anlaşmaları imzalanmıştı.
Yani her ne kadar Batı Afrika’daki darbelerle frekansı artsa da Türkiye’nin girişimleri yeni değil. Bu çabalar AKP’nin Türk şirketleri için yeni pazarlar bulma arayışının başladığı 2010’lara dayanıyor. Nijer özelinde, henüz 2012 yılında Erdoğan’ın gerçekleştirdiği ziyaretlerle bu yatırımların temeli atılmıştı. Bu ülkede, örneğin darbeden bir yıl önce, 2022 yılında Bayraktar TB2 satışları ile ilişkiler sıkılaşmış, Fransız basınına göre, Ankara’nın nüfuzunu genişleten bir etken olan bu drone’lar için Türkiye tarafından bir merkez üssü kurulması da gündeme gelmişti.
Genel olarak bakılırsa, 2002 yılında 12 tane Türk elçiliği bulunan kıtada, AKP’li 20 yılın ardından toplam elçilik sayısının 44’e çıktığı görülüyor. Bunlarda Fethullahçıların Afrika’da yürüttüğü faaliyetlerin etkili olduğu açık, fakat 2016 sonrasında da artış sürdü.
Türkiye'nin girişimleri
Türkiye, kıtanın eski sömürgecilerine karşı artan öfkeyi uzun zamandır kullanmaya çalışıyor. AKP bunu kimi zaman dinsel referanslara dayanarak, kimi zaman tarihsel bağlarla, kimi zaman da salt daha iyi bir alternatif imajı çizerek yapıyor. Buna koşut olarak, farklı ölçeklerde olmakla birlikte kapitalist dünyanın tamamında eşitsizlikleri arttıran krizler, eski sömürgecilerin ve başta Fransa’nın bölgede daha aktif rol oynamasını önleyen, dolayısıyla Türkiye’nin önünü açan bir faktör. Emekçilerin talepleri gitgide daha yoğun bir şekilde hissedilir ve yoksullaşma artarken denizaşırı topraklara kaynak aktarmak iktidar için daha zor hale geliyor. Yaklaşık iki ay önce Avrupa Parlamentosundaki faşist zaferini takiben Fransa’da gerçekleştirilen seçimleri, Afrika politikası bağlamında, bu şekilde okumak gerekiyor. Zaten Yeni Halk Cephesi iktidarı da Fransa’nın kıtadaki faaliyetlerini azaltmaya gönüllü olacaktır yahut “kovulmalarına” daha az sorun çıkaracaktır. Aşağıdaki “Fransa’nın Girişimleri” başlığı, bahsedilen yeni konjonktür akılda tutularak okunmalı.
Tersinden bakacak olursak, Türkiye’deki yoksullaşmaya paralel olarak AKP’nin sermaye sınıfının çıkarları adına bunca kamu kaynağını sınır aşırı harcamalara ayırabilmesi, Türkiye işçi sınıfının engel olamamasıyla da ilintili. Elbette bu durum apayrı bir incelemenin konusu.
Kıtada Fransa’nın rızası hilafına yaşanan bu yükseliş, eski kolonyalistlerin ilgisini çekiyor. Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsünden Fransız Didier Billion, “bilhassa inşaat sektörü olmak üzere” Batı Afrikalıların gözünde Türkiye’nin güvenilir bir partner olduğunu, verdiği sözleri tuttuğunu ifade ediyor. 2023 yılında Türk işletmeleri Ticaret Bakanlığı verilerine göre 85.5 milyar dolar değerinde proje almıştı. Türkiye sermayesi, yeni pazarlara erişebilme ve buralarda kalıcı bir aktör haline gelme konusunda rüştünü çoktan ispatladı. Ancak unutulmaması gereken iki husus var.
Birincisi, göreli farklar dışında ne Çin’in ne Rusya’nın ne de Türkiye’nin bölgede bağımlılık ilişkilerini azaltma çabası var. Afrika ülkeleri gerek bu yazının konusu olan Batı Afrika devletlerindeki gibi sıcak para ihtiyacı nedeniyle, gerek tarihsel Avrupa karşıtlığına dayanarak, gerekse hakikaten daha karlı anlaşmalar teşkil ettiği için “yeni kolonyal” devletlere alan açıyor. Örneğin, Somali ile yapılan petrol anlaşmaları neticesinde, muadili olan Batılılara nazaran Türkiye’nin Somali’ye daha iyi bir pay bıraktığı biliniyor. Fakat neticede bu ülkelerin yaptığı ticari anlaşmalar yeni kolonyal ilişkiler inşa ediyor ve bunları sürekli kılmayı amaçlıyor.
Türkiye’nin bölgedeki geçmişi görece kısa olduğundan, benzer yol izleyen bir başka devlet olan Çin’i ele alalım. 21.yy. başında ÇKP tarafından duyurulan “Angola Planının” merkezinde olan Angola’ya, 2000-2022 arasında 45 milyar dolar borç verildi ve bunun bir kısmı petrolle ödendi. 2010 yılında Çin’in en büyük 2. petrol ihracatçısı olan Angola, 2022 itibariyle 8. sırada. Siyasi istikrarsızlık, zayıf altyapı, yatırımların düşük ve kesintili olması gibi sebeplerle Angola, Nijerya, Güney Sudan gibi ülkeler Çin için güvenilir birer partner olmaktan çıktı. Çin bu süreçte petrol alımlarını gitgide artan ölçüde Körfez ülkelerinden yapmaya başlarken, adı geçen ülkelere salt hammadde ihraç edebilen bir ekonomik yapı miras kaldı. Türkiye’nin Çin’den farklı bir vizyonla hareket ettiğini söylemek mümkün değil.
İkincisi, Türkiye’nin bu cüretkar girişimleri yakın gelecekte Fransa ve diğer Batı ülkeleriyle daha büyük çaplı sorunlara yol açabilir. Çin, tedarik zincirlerinde ve genel itibariyle dünya ekonomisinde oynadığı rol itibariyle dokunulması imkansız bir aktör, Rusya ise zaten bir tecridin ortasında. Dolayısıyla en azından Türkiye’nin bölgedeki faaliyetinin sınırlanması yakın gelecekte Batı için öncelikli ve daha kolay bir hedef olabilir. Türkiye sermayesinin yayılımını durdurma gibi bir temayülü olmayacağı da düşünülürse anılan uluslararası sorunlar daha olası görünüyor.
Türkiye ne yapıyor?
Afrika’da şu ana dek Türkiye’nin çabası, kıtayı nüfuz bölgelerine ayırarak belirli bir ülkede etki alanını genişletmek ve pivot ayağını oraya koyarak bölgede rol oynamak. Doğu Afrika’da bunu Somali vasıtasıyla uzun yıllardır yaptıktan sonra yakın geçmişte hedefe Nijer konmuş gibi görünüyor. Nijer ise Türkiye’yi, yaşadığı siyasi yalnızlaşmaya ek olarak enerji, savunma, ekonomi alanlarındaki krizler adına bir çıkış yolu olarak görüyor.
Nijer, Afrika’nın en büyük uranyum madenlerine sahip ve dünya çapında 7. büyük üretici konumunda. Reuters’e göre bir Türk diplomatın beyanı, Rusya’nın Rosatom firması tarafından Akkuyu’da inşa edilen nükleer santral için Türkiye’nin Nijer’den uranyum satın alma girişimi olmadığı yönünde. Bu beyanat doğruysa bile ilerleyen dönemde bu madenlerin Türkiye için ciddi bir nüfuz alanı teşkil edebileceği belirtiliyor. Zira nükleer enerji konusunda Rusya’ya olan bağımlılığı kaldıracağı gibi daha ucuza doğal kaynak temini de mümkün olabilir.
Her ne kadar Nijer kadar olmasa da Türkiye’nin Burkina Faso ve Mali için de kritik girişimleri mevcut. Bu ülkelerde Türkiye’nin tarım, eğitim, savunma ve diğer alanlarda yaptığı yatırımların yanı sıra Türk drone’ları önemli bir konumda.
Bu iki ülkenin tüm ihraç kalemlerinin yüzde 70’ini altın madenciliği oluşturuyor. Gel gelelim; demir, lityum, uranyum gibi madenlere de sahip olan Burkina Faso ve Mali’de hem Rusya’nın büyük çaplı madencilik anlaşmalarının bulunması, hem de Çin veya Batı merkezli şirketlerin hali hazırda pek çok madeni kontrol etmesi Türkiye’nin sahip olduğu olanakları azaltıyor. Nitekim, altın ve manganez madenlerinin ayrılmasına ilişkin görev yapan Türk bir şirketin izinlerinin ödemeleri yapmadığı gerekçesiyle Burkina Faso hükümetince feshi, son aylarda bu girişimleri daha da zora sokmuş görünüyor.
Yine de bu ülkeler tıpkı Nijer gibi Fransızları kovduğu için çeşitli sektörlerde hala önemli olanaklar mevcut. Kısa aralıklarla yaşanan darbeler sonrası ekonomik yapının belkemiğini oluşturan Avrupalı/Fransız şirketlerin tasfiye süreci devam ediyor. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni pazarlara erişmesi ve Türkiye sermayesinin Nijer çıkarmasının devamında bu ülkelerin gelmesi olası gözüküyor.
Fransa'nın girişimleri
Yukarıda söz edilen geri çekilme bir kenara, Fransızlar bölgedeki tarihsel gücünü kaybetmekten elbette rahatsız. Nijer Devlet Başkanı Abdurrahman Tiani’nin geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamaya göre ülkeden kovulsalar da hem Nijer’de hem de çevre ülkelerde Batı karşıtı darbelere karşı yığınak yapılıyor. Benin ve Nijerya’da yeniden konumlanan ve Nijer’i “istikrarsızlaştırmayı” amaçlayan Fransız DGSE (Dış Güvenlik Genel Müdürlüğü) personelinden söz eden Tiani, ayrıca ülke içindeki muhalif grupları cesaretlendirdiklerini belirtti.
Benin bilhassa bahsedilmeyi hak ediyor zira uzun süredir devam eden bir diplomatik çekişmenin konusu.
Bulundurduğu Fransız üsleriyle Nijer’in tepkisi çeken Benin, BADET tarafından kararlaştırılan yaptırımları son derece sert şekilde uygulamıştı. Nijer’e yönelik olarak Şubat’ta kalkan ambargoya rağmen iki ülkenin ilişkileri normalleşmedi. Ayrıca Beninese limanı üzerinden ham petrol ihraç etmeyi amaçlayan petrol boru hattının vanaları Niamey tarafından kesilmiş ve uzun süre böyle kalmıştı.
Fransa bölgedeki diplomatik ve/ya askeri sorunları alevlendirmeyi, böylece gitgide eriyen nüfuzunu korumayı amaçlıyor. Hali hazırda pek çok açıdan Fransa’ya tabi olduğu söylenebilecek Benin gibi Batı Afrika ülkelerinde Sahel Devletleri İttifakına ve anti-emperyalist yahut anti-AB toplumsal hareketlerin yükselebileceği diğer devletlere karşı yığınak oluşturuyor. Böylelikle hem bu ülkelerin daha büyük bir iktisadi ve siyasi bağlılık taşır hale gelmesini ve dolayısıyla Nijer gibi örneklerin çoğalmamasını, hem de mümkünse Sahel Devletleri İttifakının yok olmasını amaçlıyor.
BADET'in akıbeti
BADET (ECOWAS - Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu), bölgede çok kısa aralıklarla gerçekleşen ve AB-ABD karşıtı nitelik taşıyan darbelerle fiilen zayıflamış gözüküyor. Burkina Faso, Mali ve Nijer bu çerçevede BADET’in “yabancı etkisindeki bir kurum olduğunu” öne sürerek bağlarını kesti. Üç devlet arasında “Sahel Devletleri İttifakı” adı verilen yeni bir savunma paktı imzalanmış durumda. Ayrıca 6 Temmuz tarihli mutabakat gereği bu üç ülke mevcut iş birliğini güçlendirmek amacıyla bir konfederasyon oluşturacak. Yapılan açıklamaya göre konfederasyonun amaçlarından biri; Türkiye, Rusya, Çin gibi samimi partnerlerle olan ilişkileri artırmak olacak.
Yeni bir siyasi ve iktisadi ortaklık ararken, Türkiye’nin bölgede oynaması beklenebilecek bir rol de BADET’in tekrar aktif bir rol oynamasına aracılık etmesi olabilir. Sözgelimi, geçtiğimiz ay Somali ile Etiyopya arasında gerçekleşen ve Etiyopya’nın Somaliland ile imzaladığı liman anlaşmasına ilişkin olan görüşmelere Türkiye tarafından aracılık edilmişti.
BADET pasaportu, Topluluk içinde yer alan 400 milyon vatandaşın serbest dolaşımını, ayrıca gümrük vergilerinden muafiyeti sağlıyordu. Dolayısıyla, toplamda yaklaşık 75 milyonluk bir nüfusu kapsayan bu kopuş yalnızca Sahel Devletleri İttifakını değil, ticari hayata etkileri nedeniyle, kalan 12 ülkeyi de yakından ilgilendiriyor. Bir diğer husus ise her ne kadar nüfusları Topluluğun %20’sini kapsasa da ticaret yolları bakımından oldukça önemli yer tutmaları.
Yüzölçümü bakımından sadece Mali ve Nijer, BADET ülkelerinin toplam yüzölçümünün yaklaşık yarısını teşkil ediyor, buna karşın nüfusa oranları yaklaşık %13. Örneğin nüfus yoğunluğu çok yüksek olan ve BADET ülkelerinin toplam GSYH’sinin yarısını oluşturan Nijerya’nın diğer Topluluk ülkeleriyle olan ticaretinde veya Atlas Okyanusuna kıyısı olan BADET ülkelerinin Afrika’nın kalanıyla olan kara ticaretinde transit bölge niteliğindeki Nijer, Burkina Faso ve Mali böylelikle kendi çaplarını aşan bir önem taşıyor.
Ayrıca Fransa ve ABD, bu geniş sınırlar sayesinde bölgedeki pek çok ülkeye doğrudan sınırı olan askeri üsler bulundurabiliyor veya çok yakın konumlanabiliyor, bu sayede bölgede çok daha etkin bir denetim icra edebiliyordu. Peşi sıra gelen darbelerle kaybettikleri bir imtiyaz da bu.
Bölgedeki diğer aktörler
Sahel bölgesinde söz sahibi olmaya çalışan ve son yıllarda bilhassa Wagner aracılığıyla etkisini arttıran Rusya ise gerek bu grubun geçtiğimiz yıl iktidara el koyma girişiminin ardından önemli ölçüde inaktif hale gelmesi, gerekse Rusya’nın hala yoğun bir savaşın ortasında bulunmasından dolayı geri çekilmiş durumda. Bölgede yaşanan darbelerde Wagner’in ciddi rolü bulunduğunu biliyoruz. Tüm bunlara karşın, hala sattığı ucuz silahlar ve Batı’nın aksine katı koşullar sunmadan sağladığı askeri olanaklar nedeniyle Rusya önemli bir ortak.
Bahsi geçmesi gereken bir diğer aktör ise Çin. Afrika’daki yatırımlarıyla eski kolonyalistlerden doğan ve doğabilecek boşlukları doldurma çabasındaki Asya ülkesi, Kasım ayında Benin ile petrol boru hattı inşaatı için anlaşma imzalamış, Geçtiğimiz Nisan ayında ise petrol satışları için Nijer’le anlaşmış ve gelecek satışlardan verilecek 400 milyon dolar bedeli önden ödeyerek yaşanan iktisadi sıkıntılara karşı iktidarın elini rahatlatmıştı. Bu ülkeyle, yaklaşık 125 milyon dolar değerindeki altyapı yatırımları anlaşması ise geçtiğimiz Mart ayında imzalanmıştı. Ayrıca, Çin ile Nijer 2008 yılından bu yana ortak bir petrol üretim anlaşmasını tatbik ediyor.
İtalya'nın rolü ve geleceği
Avrupa’ya yeni göç dalgalarının önlenmesi karşılığında Afrika ülkeleriyle iş birliğinin ve bölgeye yapılacak desteğin artırılması temelindeki yeni Mattei Planı, İtalya için işe yarayabilir gibi görünüyor. Bu Plan’ın duyurulmasına yakın bir dönemde, geçtiğimiz Ocak ayı içinde Erdoğan ve Meloni bir görüşme gerçekleştirmişti. İtalya’ya geçişteki ana güzergah olan Libya’da Ankara’nın askeri üs de dahil olmak üzere geniş bir nüfuz alanı mevcut. Dolayısıyla İtalya, Afrika ülkelerine ek olarak Türkiye ile de ittifak zemini arıyor. Sağcı Meloni hükümetinin öncelikleri arasında göçmen akınını önlemek bulunduğu için, bunu sağlayabilecek müttefikler edinmek adına çeşitli tavizler verebilir gibi gözüküyor. Ayrıca İtalya’nın AB içindeki çatlaklara oynadığı da bariz.
2023 yılında Libya ile 8 milyar dolar değerinde bir gaz anlaşması imzalayan İtalya, bu yıl ise geçtiğimiz aylarda Meloni’nin gerçekleştirdiği ziyarette eğitimden spora, sağlıktan yenilenebilir enerjiye dek geniş bir iş birliği anlaşması akdetti. Mattei Planının önemli bir parçasını teşkil eden bu anlaşmalar, yukarıda anılan çerçevede yorumlanmalı. Ayrıca İtalya’nın girişimleri Kuzey Afrika ile sınırlı değil.
Nijer’de yeni yönetim, çok daha az sayıda olan İtalyan askeri birliklerinin ülkedeki varlığından rahatsız olmadığını açıkça belirtmiş, öyle ki Kasım ayında askeri ataşe Franco Merlino’yu “iş birliğine yaptığı katkılardan dolayı” ödüllendirmişti. Bunun nedenleri arasında elbette Batı’yla bağ kurmayı sağlayacak unsur olarak görmeleri ve Fransızlara karşı duyulana benzer bir öfkenin mevcut olmaması var. Fakat İtalya da sürecin başından beri burada bir olanak görüyor ve Türkiye’ye benzer bir rol üstlenmeye çalışıyor. Örneğin, darbeden hemen sonra Fransa müdahale çağrısı yapmışken İtalya’nın çıkışı, bölgenin daha fazla destabilize edilmemesi gerektiği yönünde olmuş ve ilk fırsatta iktidarla diyalog aranmıştı.
İtalya, MISIN askeri gücünün ülkedeki tek Batılı aktör olması sayesinde başka siyasi çıkarlar elde edeceğini de öngörüyor. Nijer ve darbelerin gerçekleştiği diğer ülkelerde artan Rus etkisinden rahatsız olan ABD, kendisinin de Fransa’ya yakın sayılacak kadar olumsuz bir imaja sahip olduğu bu bölgede doğrudan faaliyet yürütmekte zorlanıyor. Dolayısıyla İtalya’nın “öncülüğüne” göz yumması ve Batı adına İtalyanların çeşitli tavizler kazanmasının sağlanması ABD için de mantıklı görünüyor.