Naziler 80 yıl önce bugün Sovyetler'e saldırmıştı: Büyük insanlık geçit vermedi

Bundan tam 80 yıl önce Naziler, Sovyetler Birliği'ni hedef alan kanlı savaşı başlatmıştı. İnsanlık bu en kara günlerinden sosyalizmin zaferiyle ayrılacaktı.

Arşiv - Ogün Eratalay

Bundan 80 yıl önce Pazar gününe denk gelen 22 Haziran 1941 günü Nazi Almanyası Sovyetler Birliği’ne savaş ilan etti ve İkinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi olarak bilinen cephe açıldı. Böylece bu cephede on milyonlarca insanın canına mal olacak çarpışmalar başlamış oldu. Bu saldırı sonrasında işçi sınıfının dünyadaki ilk iktidarının yaşandığı Sovyet toprakları eşi benzeri görülmemiş bir yağmayla karşılaşacak, korkunç bir soykırımı yaşayacaktı. Yahudi oldukları için Sovyet vatandaşları katledildi, Sovyet ulusları alt insan olarak görüldükleri için insanlık dışı muameleye maruz bırakıldı ve Bolşevik oldukları için cezalandırıldılar. Ancak her şeye rağmen Stalin liderliğindeki komünist partinin gözüpek kadroları, Kızıl Ordu’nun gözünü budaktan sakınmayan milyonlarca isimsiz kahramanı, cephe gerisinde düşmana olağanüstü zarar veren partizanları, kuşatma altında direnen cefakâr milyonlara moral ve maddi destek veren sanatçısı, futbolcusu, yazarı ve akademisyeniyle Sovyet insanı işgalci düşmanı yendi. 

Sovyetler Birliği insanlığı faşizm belasından kurtarmış olsa da kapitalizm altında yaşayan kitlelere bir umut kaynağı olmaması için özellikle Stalin üzerinden Sovyet rejimi eleştirildi, eli kanlı bir diktatörlük rejimi olduğu yalanları ortaya atıldı. Bugün artık Sovyetler Birliğinin var olmadığı bir dünyada bile bu yalan ve uydurmalara hala ihtiyaç duyuluyor, çünkü genel anlamıyla insanlık kapitalizmin akıl dışı düzeninden hâlâ kurtulamadı, paranın saltanatını alaşağı edemedi.

İkinci Dünya Savaşı’nın Sovyetler Birliği topraklarına geldiği 22 Haziran 1941 gününe dair de popüler kültürde sayısız Stalin ve Sovyet karşıtı kirli bilgi bulunuyor. Bugün bunlardan kısaca da olsa bahsetmek istiyoruz. Bu yazı konu hakkındaki tüm bilgileri içeren bir metin olma iddiasında değildir. Olsa olsa çok geniş bir konunun taraflı bir şekilde, işçi sınıfının iktidarının tarafından yana ele alınmasına yarayacak bir anahtardır. Bu anahtarı kullanarak geçmişi analiz etmek, günümüzdeki komünizm karşıtlarını ortaya çıkartmak ve onlarla mücadele etmek omuzlarımızdaki görevdir.

Savaştan önceki durum

Günümüzde 2. Dünya Savaşı’nın askerî harekâtından muharebelerine, kullanılan teknolojiden taktiklerine kadar yaşananları adeta bir savaş oyununa indirgeyen bir yaklaşım mevcuttur. Savaşın ardındaki siyasal arka plan, ekonomik altyapı ve insanlık düşmanı yanlar görmezden gelinirse yapılacak analizler ve değerlendirmeler de eksikli olacaktır. İşçi sınıfının ve emekçi halkların bakış açısından yapacağımız değerlendirme bu açıdan kritiktir.

Nazi savaş ekonomisi, ABD ve İngiltere sermayesi, İspanya İç Savaşı, Münih 1938

Almanya’da büyük burjuvazinin ve emperyalist merkezlerin desteğiyle 1933 yılında iktidara gelen Adolf Hitler önderliğindeki Naziler ilk baştan itibaren komünistlere karşı öncü kuvvet olarak sosyal demokrasi tarafından da desteklenmiştir. Almanya Komünist Partisi’nin çok güçlü olduğu bir konjonktürde iktidara getirilen Naziler kendilerinden bekleneni kısa sürede gerçekleştirmiş ve işçi sınıfı içinde komünist etkisini baskı ve zor aygıtıyla tasfiye etmeyi başarmıştır. Naziler Almanya’yı yayılmacı bir emperyalist siyaset hedefiyle barış döneminde savaş ekonomisine sokmuştur. Günümüzde bazıları hâlâ büyük uluslararası holdingler olan IG Farben, Krupp, Basf, BMW, Porsche vb. gibi firmalar savaş ekonomisine geçen ülkede kârlarını olağanüstü arttırmış, gözlerini yeni pazarlara dikmeye başlamışlardır. Bu anlamda uluslararası sahnede emperyalizmin boyun eğdirmeyi başaramadığı ve işçi sınıfının iktidarda olduğu Sovyetler Birliği, doğal olarak birincil hedef olarak gündemdeydi. Naziler de saçma sapan ideolojik açılımlarında tasfiye edilmesini öngördükleri arasında birinci sıraya komünistleri yerleştiriyorlardı. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere savaş başladığı zaman Nazilere karşıymış gibi gözüken emperyalist ülkeler yıllarca Alman ekonomisine yatırım yapmış, ortaklıklar kurdular. Ayrıca savaş sanayiinin olağanüstü gelişmesine ise Nazilerin Sovyetler Birliği’ne saldırması karşılığında göz yumdular.

Alman emperyalizminin bu saldırgan tutumu sürekli olarak görmezden gelindi, saldırgan siyasetle sürekli olarak uzlaşılmaya çalışıldı. Bu örneklerden birisi İspanya’da 1936-1939 döneminde yaşanan iç savaştı. Seçimleri kazanan Cumhuriyetçilerin zaferine karşı ordu içindeki faşizm yanlısı ayaklanma, faşist rejimler Almanya ve İtalya tarafından doğrudan, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler tarafından da gizli olarak desteklendi. İspanyol Komünist Partisi’nin, Sovyetler Birliği’nin ve tüm dünyadaki solcuların desteği İspanya’da faşizmin yenilmesine yetmedi, özellikle Cumhuriyetçi cephedeki anarşist ve milliyetçi unsurların yaptıkları bozgunculukların eklenmesiyle ülke faşizme teslim edildi.

İkinci Dünya Savaşının arifesinde Hitler’in yayılmacılığını engelleme fırsatını ele geçiren İngiliz ve Fransız patronları 1938 yılında Münih Antlaşması’yla beklenenin tam tersini yaptılar ve bağımsız bir ülke olan Çekoslovakya’nın Almanya ve Polonya tarafından parçalanmasına izin verdiler.

Polonya emperyalizmi, Sovyet barış çabaları, Molotov-Ribbentrop Antlaşması

1 Eylül 1939 tarihinde İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Almanya-Polonya Savaşı’na değinmeden önce, savaşa giden sürece dair de kısa bilgiler sunmak istiyoruz. Birinci Dünya Savaşı öncesinde bağımsız bir ülke olmayan Polonya, o dönemde Çarlık Rusyası’nın idaresi altındaydı. 1917 Ekim Devrimi ile iktidarı alan Bolşevikler halka verdikleri barış sözünün arkasında durabilmek için Çarlık rejiminin savaşmakta olduğu devletlerle ve onların kışkırttıkları gruplarla mücadele ediyordu. Monarşi yanlılarının ve komünizm karşıtlarının çıkardıkları iç savaş ortamından da faydalanan bu çevrelerin gözleri Sovyet topraklarındaydı. 1919-21 yıllarındaki Polonya-Sovyet Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği yayılmacı Polonya rejimiyle barış antlaşması imzalamak ve Ukrayna ile Beyaz Rusya topraklarının önemli kesimlerini terk etmek durumunda kalmıştı. Bu topraklar Polonyalı patronlar ve büyük toprak sahipleri tarafından sömürge toprakları olarak görülmüş, halkına türlü çileler çektirilmiş, sürekli olarak ikinci sınıf insan muamelesi görmüşlerdi.

Polonya Dışişleri Bakanı Jozef Beck ve Hitler (1937)

Bu bilgileri aktardıktan sonra bilinenin aksine Polonya’nın 1939 yılı içinde uzunca bir süre Nazi Almanyası’yla müttefiklik görüşmeleri sürdürerek Sovyetler Birliği’ne karşı ortak saldırı planları yaptığını da belirtelim. Zaten 1938 Münih Antlaşması’nda Almanya’yı destekleyen Polonya, Çekoslovakya’nın parçalanması sırasında Cieszyn adlı sanayi kentini ilhak etmiştir. Ancak görüşmelerde sonuç alınamamıştır.

Nazi tehlikesinin dünyadaki tek işçi iktidarına yöneleceği elbette Sovyet liderliğinin de bilgisi dahilindeydi:

“Geçmişte anavatanımız yoktu, olamıyordu. Ancak şimdi kapitalizmi alaşağı ettikten sonra halkın iktidarında artık bir anavatanımız var ve ne pahasına olursa olsun onun bağımsızlığını savunacağız. Sosyalist anavatanımızın yenilip bağımsızlığını kaybetmesini istiyor musunuz? Eğer cevabımız hayırsa çok hızlı bir şekilde geri kalmışlığımızı ortadan kaldırarak, sosyalist ekonomimizi gerçek Bolşeviklere yakışır bir hızda kurmalıyız. Bunun başka yolu yok. Lenin'in Ekim'in öngününde söylediği gibi: "Ya gelişmiş kapitalist ülkeleri yakalayıp geçeceğiz ya da öleceğiz." Gelişmiş ülkelerin 50-100 yıl gerisindeyiz. Aradaki bu farkı on yılda kapatmalıyız. Ya kapatırız ya da bizi mahvederler. Bunu yapmak SSCB'ndeki işçi ve köylülere boynumuzun borcudur.” Stalin 5 Şubat 19311

Emperyalizmin er ya da geç işçi sınıfı iktidarını ortadan kaldırmak için zor aygıtına başvuracağını bilen komünistler buna dair önlemlere ve çalışmalara çok önceleri başlamışlardı. Ancak uluslararası arenada yalnız bırakılmak istenen Sovyetler Birliği diplomasisi, başta Dışişleri Halk Komiseri Molotov olmak üzere çalışmalar yürütüyor, emperyalist planları boşa çıkartmaya çalışıyordu. Artık Almanya’nın savaş niyetinin çok açık bir şekilde görüldüğü 1939 yılının yaz aylarında Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’ya çağrı yaparak Polonya’nın da dâhil olduğu kolektif savunma antlaşmasıyla Nazi saldırganlığının önlenebileceğini belirtti. Ancak Moskova’da yapılan toplantıya kasten geç gelen İngiliz heyetinin herhangi bir antlaşma imzalama yetkisi olmadığı anlaşılınca2 Sovyetler Birliği emperyalizmin Sovyetler Birliği’ni yalıtma politikasını açıkta bırakacak adımları hızla attı.

Derhal Almanya ile görüşmelere başlayan Sovyet heyeti, 23 Ağustos 1939 tarihinde Moskova’da “Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Antlaşması” adı verilen antlaşmayı imzaladı. Burada çok önemli olan nüans ideolojik olarak birbirine zıt olan iki rejimin asla “müttefik” olmamış olmasıdır. Gelişen olaylar karşısında Sovyet diplomasisinin adeta bir zaferi olan bu antlaşmaya dair Sovyet yönetiminin, özellikle de Stalin’in uzun soluklu bir beklentisi bulunmuyordu. Tam tersine emperyalizmin Nazileri SSCB’ye saldırtmak için desteklediği biliniyor, faşizmle sosyalizm arasında uzlaşmaz bir çelişki olduğu gerçeğine göre hareket ediliyordu. Bütün bunlarla beraber Sovyet liderliği 1939 yılında sınırlarında görmek istemediği bir savaşı, emperyalist planları da alt üst ederek yaklaşık iki yıl ertelemiş oluyordu.

Almanya-Polonya Savaşı ve “Sovyet İşgali” yalanları

Sovyetler Birliği’nin kolektif güvenlik antlaşması talebini reddeden ve hâlâ emperyalist hayaller gören gerici Polonya rejimi, 1 Eylül 1939 günü Alman Ordusunun saldırısı altında kaldı. Hızla geri çekilen Polonya Ordusu hiçbir şekilde Nazilere direnç gösteremedi. Bu durum karşısında paniğe kapılan Başbakan Felicjan Sławoj Składkowski (1885-1962) başkanlığındaki Polonya hükümeti daha başkent Varşova düşmemiş ve savaş devam ederken onursuzca 7 Eylül günü sınırı geçerek Romanya topraklarına geçti. Almanya ile saldırmazlık antlaşması olan Romanya’nın bu antlaşmayı ihlal etmemek için heyeti tutuklaması gerekliydi. Polonya hükümet heyeti tutuklandığı için artık hükümet yetkilerini ifa edemez konumdaydı, dolayısıyla ordunun başı ve toplumun idaresi Polonya hükümetinin korkaklığı nedeniyle bir anda ortadan kalkmıştı. Bu özgün durum yüzünden Sovyetler Birliği bir açmazla karşı karşıya kalmış durumdaydı. SSCB ya bütün Polonya topraklarının ezilerek Nazilerin Polonya-SSCB sınırına gelmesine göz yumacaktır ya da hem bu bölgede 1921 işgalinden bu yana yaşayan vatandaşlarının Nazilerden korunması hem de Nazilerin güdümünde faşist bir uydu devlet kurulmasını engellemek için artık ortadan kalkan eski Polonya devletine ait topraklara girecektir. Kızıl Ordu ikinci yolu seçecek ve 17 Eylül 1939’da Batı Ukrayna ve Batı Beyaz Rusya topraklarına girecektir. Burjuva tarihçileri ve komünizm karşıtları tarafından Sovyet işgali olarak adlandırılan harekâtın gerçek özü budur, dolayısıyla gerçekler çarpıtmalardan farklıdır.

“Stalin’in hazırlıksızlığı” yalanları

Komünizm karşıtlarının sıklıkla dile getirdiği uydurmalardan bir tanesi de Sovyet yönetiminin ve özellikle de Stalin’in uyarılara rağmen Kızıl Orduyu saldırılara karşı teyakkuz durumuna getirmemesidir. O dönemde Almanlarla Sovyetler Birliği’nin savaşmasını isteyen çevrelerin yaptıkları komploların ve karşı-istihbarat çalışmalarının dışında Sovyet yönetiminin Alman saldırısını kışkırtmamak için bazı askerî adımları atmadığı doğru olabilir. Ancak Sovyetler Birliği’ni uluslararası kamuoyu nezdinde haklı ve işgale uğrayan taraf olarak ortaya çıkartan bu durum, hazırlıksız yakalanıldığı anlamına gelmemektedir. 1941 yılı yaz aylarında ABD diplomatik heyetiyle beraber ülkede bulunanların anıları kanıt olarak sunulabilir:

20 Haziran 1941 günü Moskova’da bulunan Steinhardt Washington’dan, Rusya’daki tüm Amerikan vatandaşlarını derhal tahliye etmesini isteyen bir telgraf aldı. 21 Haziran günü Vladivostok yani doğu yönüne ilerleyen ABD diplomatik yetkilileri batıya doğru giden her biri 25 vagondan oluşan ve kısmen asker kısmen mühimmat yüklü 200 ila 220 tren gördüler. Aynı gün Ukrayna Komünist Partisi lideri S. Hruşçov Kiev’deki ofisinde çalan telefona baktığında karşısına çıkan Stalin, ertesi gün yani 22 Haziran’da Nazilerin Rusya’ya karşı askerî harekâta başlayabileceğini söyleyerek onu uyardı.3

Kızıl Ordu’nun performansını beğenmeyen Batılı masa başı komutanları, bütün Fransa Ordusu’nun altı hafta gibi çok kısa bir sürede teslim olup halkını Nazilerle baş başa bıraktığını, İngiltere’nin Fransa Dunkirk’de sıkışan birliklerini tamamen ezilmekten Alman komuta heyetinin basiretsizliği ve hava koşullarının yarattığı şans sayesinde kurtulduğunu, Tunus’a çıkan ABD zırhlı birliklerinin Kasserine Geçidi’nde Nazi komutan Rommel’e ezici bir şekilde yenildiğini unutmaktadır. Savaşın ilk günlerinde Kızıl Ordu birlikleri geri sürülse de Naziler karşılarında köle edilmeye layık alt-insanlar değil, bağımsızlıkları ve insanlık onuru için fedakârca savaşan kahraman bir toplum bulmuştur. Brest Kalesi’nde, Moskova önlerinde, Kırım’da yazılan onurlu destanlar savaşın ilerleyen dönemlerine ışık tutmuştur.

Stalingrad Muharebesi’nde ünlenen Pavlov'un Evi (Дом Павлова) solda 1943 yılındaki hali ve günümüzdeki anıt bina. Astsubay Yakov Fedotoviç Pavlov (1917-1981) ve takımı 27 Eylül-25 Kasım 1942 tarihleri arasında bu bina kompleksinde Nazilerle oda oda çarpışmış ve çevreleri sarılmış olmasına rağmen teslim olmamışlardır. Sonunda Kızıl Ordu birlikleri kuşatmayı kırmış ve ev hiçbir zaman elden çıkmamıştır.

Sovyet askerleri ve yurttaşları topyekûn savaşın gereklerini tam anlamıyla yerine getirmiştir. Askerler özveriyle savaşmış, cephe gerisinde partizan faaliyeti yürütmüş, işçiler bombardıman altında fabrikada çalışmış, emekçiler savaş koşullarında hayatın aksamaması için çaba göstermiştir. İşgal altına alınması tehlikesi olan topraklardaki tüm fabrikalar son cıvatasına kadar sökülerek Uralların ötesine götürülmüş, orada yeniden kurulmuş ve savaşın ihtiyaçları doğrultusunda faaliyetlerine devam etmeleri sağlanmıştır. Stalin ve Sovyet liderleri Nazilerin beklentisinin aksine korkuya veya paniğe kapılmamış, Moskova’da zafer kutlaması davetiyesi bastıran Nazilere inat kentten ayrılmamış, Ekim Devrimi kutlamalarını her şeye rağmen devam ettirerek kararlılıklarını göstermişlerdir.

 7 Kasım 1941 Moskova Kızıl Meydan. Cepheye gitmek üzere olan Kızıl Ordu askerleri Ekim Devrimi kutlamalarında

“Kapıdaki düşman” yalanları, silahsız asker palavraları 

İletişim çağı olarak da adlandırılan günümüzde herhalde kitap okumamak ve bilgiye sadece yüzeysel yollarla, tercihen de seyrederek ulaşmak moda. Bu eğilimi ve “tembelliği” emperyalizm de çok güzel değerlendiriyor. Kendi tarihî bakış açısını yansıtan filmlerde, belgesellerde sanal bir gerçeklik yaratarak insanları ideolojik anlamda komünizm karşıtlığına yedekliyor. Buradan bakıldığında Sovyet tarihini Hollywood filmlerinden öğrenmemiz bekleniyor. Eğer bunlara inanacak olursak Sovyet komutanlarının birer korkak olduğu, askerlerin zorla – hatta silahsız! - savaşa itildiği, savaşmayanların kurşuna dizildiğine inanmamız gerekiyor. Son dönemde Sovyet tarihine dair sektördeki bu ilginin açıklamalarından birisi de sanırız kapitalizm dışı bir sistemin olanaklı olmadığı, sosyalizm diye kurulan sistemin insanlık dışı olduğu mesajını vermek. Bu yanlı tarih anlatısının bir diğer yönü de insanlığı ABD Silahlı Kuvvetlerinin kurtardığı palavrasıdır. Normandiya Çıkartmasını allayıp pullayanlar beş yıl boyunca tek başlarına Nazi Silahlı Kuvvetleriyle savaşan ve sonunda insanlığın güzel günler görmesi adına faşistleri inlerinde boğan Sovyet birliklerinin, partizanlarının ve emekçi halklarının çabalarını, fedakârlıklarını ve insan sevgisini görmezden gelmeye ve unutturmaya çalışıyorlar.

75 yıllık karşı-propagandanın zaferi. Bugün herkes Nazileri ABD’nin yendiğini zannetmektedir!

Berlin Zaferi ve kuruluşun anlatılmayan yönü, Fransa ve İtalya’da komünistlerin durumu, atom bombası

Zaferi büyük bedeller pahasına kazanmış olan Sovyetler Birliği, büyük bir uluslararası dayanışma ve enternasyonalizm göstererek faşizmin boyunduruğu altından kurtarılan halklara dost elini uzatmıştır. Bu ülkelerde ilk başta savaşa yol açan kapitalist sömürü organlarını yerle bir etmiş, öne çıkan işçi önderleri, aydınlar, akademisyenler, sanatçılar ve emekçilerle yeni bir toplumsal yapı kurulmaya çalışılmıştır.

Kendi ülkelerinde tarifsiz kayıplar yaşamış, kentleri yıkılmış, insanları ve doğası katledilmiş Sovyet insanları, kardeş Avrupa halklarına dost elini uzatmış ve toplumsal kalkınmaları için ter dökmüştür. Ayrıca işgale karşı direniş örgütleyen, partizan örgütleri kuran komünistler özellikle İtalya ve Fransa’da savaş sonrası yapılan seçimlerde birinci parti olmuşlardır. Ancak ABD emperyalizmi, kurulacak olan geçiş hükümetlerinde komünistlerin olması halinde maddi yardım vermeyeceğini söyleyerek tehdit etmiş, bu ülkelerin kapitalizm dışına çıkmalarına engel olmuştur. Dolayısıyla ABD emperyalizmi savaş sırasında zoraki müttefik olduğu işçi sınıfı iktidarıyla uzlaşmaz sınıfsal çelişkilerini daha savaş bitmeden hatırlamış ve savaş sonrası için hazırlık yapmaya başlamıştır. Bu durum Japonya’ya atılan atom bombalarında da geçerlidir. Kızıl Ordu birlikleri Çin anakarasındaki milyonlarla ifade edilen Japon Ordusunu Ağustos 1945 başlarında birkaç gün içinde tamamen mağlup etmiştir. Çökmekte olan ve teslim yolları arayan Japon İmparatorluğu’nun tepesine atılan atom bombaları, aslında anlatılan yalanlarda olduğu gibi olası bir çıkartmadaki ABD askerlerinin can kaybını azaltmak için değil, ABD’nin etki sahasında kabul edilen adaya işçi sınıfı iktidarının gelmesinin gündeme gelmemesi için uyarı olarak atılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa cephelerinde yıllara göre yaşanan askerî ölümler. Burada görüldüğü gibi en büyük kayıp SSCB tarafından verilmiştir.

Elbette Sovyetler Birliği’nin muazzam deneyimi ve birikimi karşısında düşman ideoloji sürekli yeni ithamlarla karşımıza çıkıyor. Bunların hepsine tek elden cevap üretmek elbette mümkün değil. Burada özet olarak yapmaya çalıştığımız genel bir bilgilendirmenin ötesinde bize küçük yaştan itibaren farkında olmadan “doğru” olarak belletilen bilgilerin bile yanlış olabildiğini göstermekti. Mücadelemizin bir yanı da işçi sınıfını ve emekçi halkımızı örgütlenme faaliyetlerinden alıkoyan ve güncel komünist siyasetten uzaklaştıran kulaktan dolma bilgileri çürütmek, doğruları anlatıp işçi sınıfı siyasetinin önünü açmak olmalıdır.

Kızıl Ordu Korosu - Kutsal Savaş                                                                                              

  • 1.http://www.hrono.info/libris/stalin/13-18.php
  • 2.12 Ağustos 1939 tarihindeki görüşmeler sırasında İngiliz Amiral Reginald Dax'ın (1880-1967) yetkisiz olduğu ortaya çıkmıştır.
  • 3.Robert H. Jones. The Roads to Russia: United States Lend Lease To The Soviet Union, Norman, University of Oklahoma, 1969, s.31-32.