Nâzım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları adlı yapıtındaki burjuva temsillerini Gökhan Atılgan'la konuştuk.
Özkan Öztaş
Nâzım Hikmet'in Memletimden İnsan Manzaraları eseri, içeriği ve kapsamı itibariyle birçok alanda üzerine çalışma yapmaya olanak sağlayan bir metin. Eser yine birçok başlıkta ve içerikte araştırmacılar tarafından çalışılmış ve üzerine makaleler yazılmasıyla öne çıkıyor.
Bu araştırmalardan birisi de Prof. Dr. Gökhan Atılgan'a ait.
Atılgan bunu anlatırken "Memleketimden İnsan Manzaraları'nı neredeyse her yıl bir kez daha yeniden okuyorum. Her seferinde de yeni şeyler keşfediyorum desem abartmış olmam sanırım" diye giriyor söze. Her sene öğrencileriyle birlikte yaptıkları okumayı anlatırken "Öğrencilere 'sen bu şiirde hangi karaktersin' diye soruyorum. Nedenleri ve sonuçları üzerine keyifli bir okuma çıkarıyoruz dolayısıyla" diyor.
"Ancak bir okuma sırasında önümde duran notlara bakarken çizilmiş tren vagonları ve içinde oturan burjuvaları fark ettim. Ve neden bu pencereden bakan bir okuma mümkün olmasın diye düşündüm. Ve 'Manzaralar’daki Burjuvalar: Nâzım Hikmet’in Kaleminden Türkiye Burjuvalarının Dünyası' adlı makale çıktı ortaya."
Şiir, Kurtuluş Savaşı’ndan İkinci Dünya Savaşı’na kadar geçen dönemde Türkiye toplumunun farklı kesimlerini temsil eden farklı karakterleri bir araya getiriyor. Kimi karakterler, dönemin burjuva sınıfının farklı eğilimlerini, çıkar ilişkilerini ve zihinsel yapısını yansıtıyor aynı zamanda.
Gökhan Atılgan'ın ifadesine göre eserde burjuvalar, işçi sınıfı ve emekçilerle zıtlık içinde ele alınıyor. Burjuva sınıfı, zenginlik ve iktidar peşindeyken, işçi sınıfı yoksulluk ve sömürü altında betimleniyor. Bu karşıtlık, burjuvazinin yükselişinin, emekçilerin sömürüsü üzerinden gerçekleştiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Şiir, burjuvazinin tarihsel rolünü, sınıfsal çelişkileri açık bir şekilde kavramayı mümkün kılıyor. Bu okumanın bir sonucu olarak bir boşluğa da işaret ediyor Gökhan Atılgan, o da Türkiye'de burjuvaziye dair araştırmaların görece daha az olması. Bu açıdan da eser önemli bir boşluğu dolduruyor.
Meşhur Adamlar Ansiklopedisi'nden İnsan Manzaraları'na geçiş
Gökhan Atılgan, Memleketimden İnsan Manzaraları'ndaki burjuvaziyi anlatırken, eserin ilk taslağı olan Meşhur Adamlar Ansiklopedisi'ni hatırlatıyor. Atılgan, Meşhur Adamlar Ansiklopedisi'ni Nâzım Hikmet’in Çankırı Cezaevi’nde, 1940 sonbaharında yazmaya başladığını anlatıyor. Bu eserin, sıradan insanların hikâyeleri üzerinden Türkiye’nin sosyal ve tarihsel bir kesitini sunmayı hedeflediğinden bahseden Atılgan, Nâzım'ın Bursa Cezaevi’ne nakledilmesiyle şekil değiştirdiğini ve Memleketimden İnsan Manzaraları adıyla daha geniş bir edebi yapıya evrildiğini ifade ediyor.
Bu dönüşümün, eserin yalnızca sıradan insanlara odaklanmaktan çıkıp, tüm toplumsal sınıfların temsilcilerini içeren, çok katmanlı bir Türkiye manzarası oluşturmasına yol açtığının altını çizen Atılgan, eserdeki karakterlerin, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’ndan İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemdeki toplumsal tabakalaşmayı ve sınıflaşmayı temsil ettiğini ifade ediyor. Eserin edebi bir metin olmasının ötesinde, tarihsel ve sosyolojik bir belge niteliği taşıdığını ifade eden Gökhan Atılgan, Meşhur Adamlar Ansiklopedisi'ndeki burjuva karakterlerinin İnsan Manzaraları'nda daha ayrıntılı, zaman zaman da üstü kapalı şekilde ifade edildiğini söylüyor.
Yurdu demir ağlarla örerken yükselen burjuvazi
Gökhan Atılgan, Meşhur Adamlar Ansiklopedisi projesinde yer alan burjuva karakterlerin, Nâzım Hikmet’in sonrasında Memleketimden İnsan Manzaraları eserinde de geliştirdiği belirgin figürler olduğunu ifade ediyor. Bu karakterler, dönemin Türkiye burjuvazisinin farklı yönlerini temsil eden bireyler olarak dikkat çekiyor.
Peki kimler var bu isimler arasında?
Burhan Özedar (Ansiklopedi'deki adıyla Burhan Demirel). Gökhan Atılgan karakteri şu sözlerle anlatıyor.
"Bu karakter, Türkiye’nin ilk burjuvalarından Nuri Demirağ’dan esinlenerek kurgulanmıştır. Burhan Özedar, devlet ihaleleri ve milliyetçi söylemlerle sermaye biriktiren, muhafazakâr ve milliyetçi bir burjuvayı temsil eder. Sigara kâğıtlarına 'Yaşasın Milliciler' yazdırarak ticari faaliyetlerine ideolojik bir kılıf uydurmuş, servetini demiryolu ihaleleri ve diğer yatırımlarla artırmıştır."
"Fransız kökenli bir kapitalist olan Mösyö Düval, Türkiye’yi sanayileşmemiş bir tarım ülkesi olarak görmek isteyen emperyalist sermayenin temsilcisidir. Çimento, pamuk, barut gibi sektörlerde faaliyet gösteren Mösyö Düval, Türkiye’deki yatırımlarını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiren ve bu süreçte yerel işbirlikçilerle çalışan bir burjuvadır. Azeri kökenli bir burjuva olan Ahmedof, eski bir Harbiye Nezareti çalışanı olan Hikmet Alpersoy, Yahudi kökenli bir burjuva olan Mardanapal, eski bir çeteci ve büyük orman arazilerinin sahibi olan Aziz Bey öne çıkan isimler. Ama Nuri Demirağ için bariz olan göndermeler Memleketimden İnsan Manzaraları eserinde biraz daha üstü kapalı anlatılıyor."
İki trende iki sınıf: Yemekli vagonda burjuvalar
Gökhan Atılgan, Memleketimden İnsan Manzaraları eserinde, iki farklı trenin iki farklı dünyasına dikkat çekiyor. Her biri birer mikrokozmos olan bu trenler, toplumsal sınıfların ve sınıfsal çelişkilerin sahnesi olarak dikkat çeker. Trenler, sınıf mücadelesinin ve Türkiye’nin tarihsel geçiş süreçlerinin adeta bir özeti gibidir.
Gökhan Atılan iki treni şu sözle anlatıyor:
"Okurlar anımsayacaktır, Birinci Tren: Haydarpaşa’dan Kalkış – 15.45 Posta Treni. Bu tren, Anadolu’nun yoksul halkını, ezilen sınıflarını taşır. Külüstür bir tren olan 15.45 Posta Treni, zamanın fakir işçi ve köylülerinin hayatlarına dair imgelerle doludur. Vagonlar, toplumsal alt sınıfların temsilcileriyle dolup taşar. Burada anlatılanlar, yoksul halkın çilekeş ve kaderine boyun eğmiş yaşamlarına ışık tutar. 510 Numaralı Üçüncü Mevki Vagon beş bölmeden oluşur. Bu vagonda, farklı sınıflardan gelen karakterler yan yana oturur. Birinci Bölmede sosyalist mahkûmlar ve onları gözeten jandarmalar. İkinci Bölmede turneye çıkmış sekiz sanatçı. Üçüncü Bölmede Toplumun farklı kesimlerinden yedi kadın. Diğer Bölmelerde de Muhasebeciler, muhtarlar, bekçiler, arabacılar ve Kurtuluş Savaşı’nın adsız kahramanları.
Bu vagon, toplumun alt kesimlerini, emekçileri ve onların çileli yaşamlarını simgeler. Fakirliğin ve mücadelelerin kol gezdiği bir trenin üçüncü mevkisinde, devrim hayalleri ve insanlık dramları iç içe geçer."
Atılgan, "Ama bizi bu çalışmada esas ilgilendiren ikinci tren" diyor ve heyecanla anlatmaya devam ediyor.
"Gelelim ikinci trene.
Gözünüzde bir film sahnesi gibi canlandırabilirsiniz bu ayrıntıları
İkinci Tren: Anadolu Sürat Katarı – 19.00 Ekspresi. Bu tren, burjuvazinin dünyasına açılan bir sahnedir. Göz alıcı yemekli vagonu ve konforlu bölmeleriyle, toplumun üst tabakalarını taşır. Tren, devlet adamlarını, tüccarları ve burjuvaları bir araya getirir; kapitalist düzenin inşasını simgeler. Yemekli Vagon ise bu tasvirin en önemli mekanı.
Yemekli vagonun altı masası, burjuvazinin temsilcileriyle doludur. Birinci Masada bir devlet büyüğü, bir general, mebus-hekim Tahsin ve Burhan Özedar (Nuri Demirağ’dan esinlenen burjuva). İkinci Masada Mösyö Düval, onun metresi Cazibe Hanım ve Osman Necip (aydın). Üçüncü Masada Azeri burjuva Kasım Ahmedof ve yanında Ankara’ya sunmak üzere götürdüğü genç bir kadın. Dördüncü Masada Hikmet Alpersoy, Mardanapal, Aziz Bey ve Emin Ulvi Açıkalın gibi burjuva figürleri. Beşinci Masada İki siyah elbiseli adam, yemekli vagondaki diğer masalarda oturanları gözlemleyen Faik Bey ve Şekip Aytuna. Altıncı Masada ise bize hikayenin anlatıcı gözü olan mutfağın içindeki masada oturan aşçı Mahmut Aşer ve garsonlar yer alır.
Bu vagon, Türkiye burjuvazisinin zenginliğini, ilişkilerini ve yaşam tarzını yansıtıyor. Burada, sermayenin ve devletin güç odakları arasında kurulan bağlar, gösterişli bir sahnede açığa çıkar."
Gökhan Atılgan'ın anlattıklarıyla Nâzım'ın dizeleri biraz daha canlanıyor okurun gözünde.
15.45 Posta Treni, Anadolu’nun derin sessizliğini taşır sırtında. Vagonlardan yükselen hüzünlü türküler, gariban köylülerin, işçilerin ve mahkûmların yankılanan çığlığıdır. Kuru ekmek kokusu, mazotla karışır; yorgun gözler, tükenmiş umutları seyreder. Kaderin çizdiği raylarda ilerler bu tren, fakir halkın sessiz direnişini omuzlayarak.
19.00 Anadolu Sürat Katarı ise başka bir dünyanın trenidir. Yemekli vagonunun kristal avizeleri altında, burjuvazinin şatafatı ışıldar. Burada şarap kadehleri, devlet sırlarının fısıltıları arasında tokuşur. Kadife koltuklarda oturanlar, hayalleri ve servetleriyle geleceği şekillendirmeye koyulur. Buharın sıcağında sermayenin soğuk yüzü parlar.
İki tren, farklı yönlere giden bir toplumun iki yüzü gibi ilerler. Bir yanda direnen halk, diğer yanda onları yöneten sınıf; ikisi de aynı raylar üzerinde, ama bambaşka hayallerin peşindedir.
Burjuva temsilleri
Gökhan Atılgan aynı zamanda burjuva temsillerinin Türkiye burjuvazisinin eğilimlerini de yansıttığını ifade ediyor.
"Eser gerçekten çok çarpıcı, Anadolu insanını anlatırken de burjuvaları da anlatırken gerçekten manzaraları resmediyor. Bir yerde 'dinelen' adamdan bahsediyor ya Nâzım. Anadolu'da yaşanlar bilir dinelmek, ayakta beklemek manasında kullanılır. Bu yöresel ifadeleri falan gördükçe insanın okuma iştahı da artıyor" diyor gülümseyerek.
Ve sözü burjuvaların nasıl temsil edildiklerine getiriyor.
"Burjuvalar aynı zamanda Türkiye burjuvazisinin eğilimlerini de yansıtıyor.
Burhan Özedar ile başlayalım.
Milliyetçi, muhafazakâr ve devletle iç içe geçmiş burjuvadır Burhan Özedar. Namı diper Nuri Demirağ. Demirağlarla yurdu donatırken zenginleşen patron. Türkiye burjuvazisinin devletçilik politikalarıyla sermaye biriktiren kanadını temsil eder. Demiryolu ihaleleriyle zenginleşen, millî sembolleri sermaye birikiminde araçsallaştıran, dindar ve hayırsever bir imaj sergiler. “Milli burjuva” olmanın ideolojik temellerini güçlendirirken, modernleşme ve geleneksellik arasında denge kurar.
Sonra Mösyö Düval
Uluslararası sermayeyle bağlantılı, pragmatik burjuvadır. Türkiye’nin kapitalistleşme sürecine dışarıdan eklemlenen, emperyalist güçlerle ilişkili sermaye gruplarını yansıtır. Ülkeyi “tarım toplumu” olarak görmeyi tercih eden ve devletçilik politikalarını eleştiren bir kapitalisttir. İdeolojik bağlılıktan çok kâr güdüsüyle hareket eder; sermayenin ulus ötesi çıkarlarını savunur.
Yerli bir figür olarak Kasım Ahmedof.
Dolandırıcılık ve fırsatçılıkla zenginleşen burjuvayı temsil eder.Türkiye burjuvazisinin “maceracı” ve etik dışı sermaye birikim yöntemlerini temsil eder. Ekim Devrimi’nden kaçıp Türkiye’ye yerleşen ve Türklük söylemini sermaye biriktirme aracı olarak kullanan bir karakterdir. Hile ve manipülasyonla uluslararası sermayeyi dahi kandırabilecek bir kurnazlığı yansıtır.
İçimizden biri Hikmet Alpersoy
Millî mücadele fırsatçılığıyla zenginleşen, hedonist burjuvadır. Kurtuluş Savaşı’nın ekonomik olanaklarını ticaret için kullanan, vatanseverlik kisvesi altında sermaye biriktiren burjuvaları temsil eder. Zafer sonrası uluslararası bağlantılar kurarak servetini büyüten, lüks ve sefaya düşkün, yozlaşmış bir figürdür. İşçileri sömüren ve insan hayatını hiçe sayan bir kapitalisttir
Uluslararası arenadan Mardanapal
O dönem Faşizmle iş birliği yapan uluslararası ticaret burjuvası. Sermayenin ırk, din ve ideoloji tanımadan, sadece çıkar ilişkilerine dayalı hareket eden yönünü simgeler. Yahudi kimliğine rağmen Nazi rejimiyle işbirliği yaparak ticari ilişkilerini sürdüren, burjuvazinin ahlaki yozlaşmasını gözler önüne seren bir karakterdir.
Ve ticaret burjuvazisinin geleneksel temsilcisi Ulvi Açıkalın. Tarım ürünleri ticaretiyle uğraşan, sermayesini köylü emeği üzerinden biriktiren burjuvaziyi yansıtır. Hesap ve rakamların dünyasında yaşayan, kapitalist üretim sürecinde emeği metalaştıran bir tiptir.
Ve son olarak Aziz Bey.
Feodal geleneklerden devraldığı güçle burjuvalaşan sermayedardır. Orman arazilerini ve doğal kaynakları kontrol ederek sermaye biriktiren, baskı ve şiddeti sermaye birikim aracı olarak kullanan burjuvayı temsil eder. Eski çetecilik pratiğini kapitalist düzene uydurarak işçileri ve köylüleri zalimce sömürür."
Gökhan Atılgan bu uzun tarifinden sonra gülümsüyor. "Ne kadar tanıdık ve güncel değil mi bir yanıyla" diyor.
Her biri, Türkiye burjuvazisinin çeşitli yüzlerini temsil eden bu karakterler, o dönemin ekonomik ve siyasal yapılarını, sınıfsal çelişkilerini ve kapitalistleşme sürecini anlamamıza katkı sağlıyor.
Nâzım Hikmet'in bu kıymetli eseri doğumunun 123. yılında ilk trende yola çıkan herkese eşitlik ve özgürlük için aynı mesajı vermeye devam ediyor.