Melih Bulu'dan ibaret olmayan bir yalakalar tablosu

Kayyum rektörün hazin sonu gelmişken yalakalar tablosu sadece kendisinden ibaret değil. Boyun Eğme gazetesi son dönemde AKP trenine bindirilip indirilenlerin bir tablosu çıkartıldı.

Haber Merkezi

Ocak ayında bir oldubitti ile Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör olarak atanan Melih Bulu, dün sabaha karşı bir cumhurbaşkanı kararnamesi ile görevden alındı. Sosyal medyadan iletişim kurmayı pek seven, bol gülücüklü mesajlar paylaşarak yurttaşlarla dalgasını geçtiğini zanneden kayyum Bulu’ya karardan sonra ulaşılamadı, tüm hesaplarını kapatıp sırra kadem bastı. Biz bu hamlelere alışkınız, en son Berat Albayrak da bakanlık görevinden “affını istediğinde” aynısını yapmıştı!

Melih Bulu’nun altı ayın sonunda getirildiği gibi ani bir kararla görevden alınmasının AKP açısından birkaç nedeni olabilir. Birçok açıdan topluma kendisini kabul ettirmekte zorlanan, “siyasi iktidar olduk ama kültürel iktidar olamadık” diye itirafta bulunan iktidar açısından, yeni döneme Melih Bulu ile girmek astarı yüzünden pahalıya gelecek bir tercih haline gelmiş olmalı. Ancak en önemlisi, Boğaziçi Üniversitesi’nin tüm bileşenleriyle altı aydır bıkmadan, usanmadan mücadele etmesidir kayyumu gönderen. Bu dayatmayı kabul etmemek, “nasıl olsa gitmeyecek, ben en iyisi kendi işime bakayım” dememek ve kabuğuna çekilmemektir Boğaziçi direnişini başarıya ulaştıran.

İşin gerçeği, emperyalizm ve Türkiye burjuvazisi eliyle iktidara getirilen AKP, iktidarı boyunca ülkede büyük bir piyasacı dinci dönüşümü gerçekleştirdi ancak her defasında bu dönüşümde stratejik önemi olan noktalara yerleştirebileceği kadroların sıkıntısını çekti. Özellikle de yola birlikte çıktıkları ittifak ortakları ile 2016’da darbe girişimi ile biten bir hesaplaşmaya girince, elle rinde bulunan kısıtlı sayıda kadrodan da oldular.

AKP için ideal kadro nitelikleri belli: Kaypaklık , ilk esizlik , yalancılık, vicdansızlık , halk düşmanlığı... Para hırsı, doymak bilmez bir açgözlülük, cumhuriyet düşmanlığı... Gerektiğinde mafya babalarıyla racon kesmek, gerektiğinde liberal siyasetçilerle viski kadehi tokuşturmak, gerektiğinde de tarikat evlerinde diz kırıp oturmak. Yeterli dozlarda bu nitelikleriniz varsa, biraz da medyatik takılıp “Bakın burası çok önemli” gibi cümleler kurabiliyorsanız tamam. Ancak ufak bir sorun var: Her an gözden düşüp kenara çekilebilirsiniz. Zira sermaye cephesinde oyunun kuralları böyle, rekabette sizden üstün gelen varsa elenirsiniz.

AKP trenine bindirilip indirilenler...

Melih Bulu, Berat Albayrak, Naci Ağbal, Ruhsar Pekcan... Melih Gökçek, Zekeriya Öz, Aydın Doğan... Liste uzayıp gidiyor. İktidar treninde vagonlardan birine binip heybesini dolduranlar, bu esnada ülkede yağmalanmadık kaynak, yozlaşmadık değer bırakmayanlar, en sonunda da artık işe yaramadığına kanaat getirilip diskalifiye edilenler... Düzen bürokratı, siyasetçisi, medyacısı olmak da böyle bir şey işte. Ama hiçbiri sanmasın ki o koltuklardayken yedikleri nanelerin hesabı sorulmayacak. Hepsi bizim hafızamızda kayıtlı.Tek tek soracağız, halktan aldıklarını tek tek geri verecekler.

Şimdi kısaca bu isimlerin hikayelerindeki benzer noktalara uzanalım....

Hilal Kaplan: Nereden nereye...

AKP iktidarının en çok “kahır” çeken isimlerden biri oldu Hilal Kaplan. Her dönem neye ihtiyaç varsa hızla ona dönüştü ancak hepsinde aynı vasatlığı hakimdi. Bir dönem

“bak güneş nasıl da gülümsüyor şimdi
dört yana,
‘dağlarına bahar gelmiş memleketimin’
Gülen de görse bu güneşi, Ahmet Abi de Nâzım’da
Hrant Abi de salınsa dağlarında özgürce,
Rakel ve Gülten Abla artık huzur bulsa
kuşlar bütün gün şakısa penceremizde
barış bir seher vakti çıkagelse”

şiirleriyle hem o dönemki büyük Hocaefendisini şiirde Ahmed Arif ve Nâzım’la birleştirecek kadar komikleşiyor, hem de aynı sırada 12 Eylül referandumunda “hayır” diyen TKP’ye akıl verebileceğini sanıyor, “darbeci” diyordu.

Hilal Kaplan

Önce Cemaat’in Taraf’ındaydı, sonra YeniŞafak’a kapak attı. Cemaat mi AKP mi derken, tercihini AKP’den yana kullanıp, AKP içinde de Pelikanların içinde yer aldı. Bülent Arınç’ın “troliçe” diye seslendiği Kaplan, hızlı yer değişiklikleri sonucu Albayrakların Sabah gazetesine uzandı, oradan da TRT’nin yönetim kuruluna yükselerek “kıyak” bir maaşın sahibi oldu.

Kabataş yalancılarından biriydi, hiç özür dilediği görülmedi. Davutoğlu’nun ipini çeken Pelikan bildirisini yazma görevi, hayatındaki tek önemli vasfı oldu, metni kimin yazdırdığı ise malum. Şimdilerde kullanışlılığının yeni doruğunu yaşıyor. Burnuna tereyağı sürerek koronavirüsten kurtulmasından sadece birkaç ay sonra TRT’nin yönetimine giren Kaplan’ın kullanım süresinin ne zaman dolacağı, sıradaki keskin yer değişikliğinin nasıl olacağı şimdiden merak konusu.

Veyis Ateş: Çetenin ve bakanın elemanı

Habertürk televizyonunun en önemli ekran yüzlerinden biriydi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun dostu, AKP’nin destekçisiydi. Bu sıfatıyla uzun yıllar televizyondaki tartışma programlarında kendisine verilen görünürdeki rolü oynadı. Ancak Ateş’in bu “mütevazi” görevi yerine getirirken, bir yandan da farklı kaynaklardan “beslendiği” bir başka destekçisi ülkücü mafya Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya çıktı.

Veyis Ateş

Bir otele çöküş hikayesinde rol oynayan, Sezgin Baran Korkmaz’dan 10 milyon avroluk “rüşvet” talep eden Ateş, bu parayı sadece kendisi için değil, iddiaya göre destekçisi AKP’li yetkililer için istemişti. Peker’in işaret ettiği isim, Süleyman Soylu’ydu. Bu iddiaları yalanladı ama bu “vasat” televizyoncunun kariyeri daha o gün bitti.

Mecburen istifa etti, bir köşeye çekildi, şimdi bu dalgaları atlatmayı, yeni dönemde yeniden kullanışlı hale gelmeyi bekliyor.

Ancak yeni dönemde mafyanın mı yoksa mafya destekçisi iktidar temsilcilerinin mi elemanı olacağı şimdilik meçhul.

Elif Çakır... Parlayan yıldızdı, Davutoğlu’nun sandalında kaldı

Mustafa Karaalioğlu, Mustafa Ocaktan, Yusuf Ziya Cömert... Bu isimlerin hepsi bir dönem AKP’nin “kudretli” medya gücünün ortaklarıydı. Şimdilerde onlar gibi Elif Çakır da soluğu Karar’da almış durumda, hepsi Davutoğlu destekçisi haline geldiler.

Elif Çakır

Bu isimlerin genç ve “parlayan yıldızı”ydı Çakır. AKP’nin halka tüm gücüyle saldırdığı iktidarının ilk dönemlerinde her türlü yalana dört elle sarılan, iktidarı binbir türlü yalanla savunan kullanışlı vasatların öne çıkan aktörlerindendi.

Kabataş yalancılarından hiçbiri onun kadar sivrilmemişti örneğin. “Üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli, başlarında tuhaf bantlı 70100 kadar adam” ifadeleri onun çok konuşulan röportajında yer almıştı. İktidar medyasında kullanım ömrü dolan ve sonradan Karar ekibi olacak bu ekip tasfiye edildiğinde Çakır da kapının önüne konulardan biri olacaktı.

Oradaki işini kaybettikten sonra Kılıçdaroğlu övgüleri bile yapmaya başladı Çakır. İmam hatip öğrencilerinin deizme kaydığına ilişkin araştırmayı da köşesine taşıdı; “‘Dindar gençlik istiyoruz’ diyen dindar iktidar yetkililerimiz, imam hatip açacağına, her sokağa cami açacağına, toplumsal yozlaşmanın önüne geçebilseydi böylesi yürek yakan bir tabloyla karşı karşıya gelir miydik?” diyordu artık.

Kısacası AKP treninin onun için artık geride kaldığının farkında, yeni dönemde hafızasız bir iktidar için yatırım yapmakla meşgul bugünlerde.

Fatih Tezcan: Cihatçı destekçisi Erdoğan hayranı, Peker itirafçısı

AKP’nin Suriye’ye yönelik cihatçı saldırılarına destek verdiği ilk günlerin en ateşli savunucularından biri olarak ortaya çıkmıştı.

Alevi köylerindeki katliamlar sonrası sevinç paylaşımları yapan, “İnsan bi lokma ayırır” diyerek mutluluğunu dile getiren, cihatçılarla dostluklar kuran Tezcan, daha sonra kendisini AKP’nin “büyük siyasetinde” konumlandırmaya çalıştı ancak girdiği yeni iş onun boyunu aştı.

Niyeti daha da büyümekti ama kendi mahallesi yeni pozisyonu ona çok gördü, sonucunda bir tür meczup muamelesine maruz kaldı.

Fatih Tezcan

Her şeye rağmen her daim Erdoğancı olmaktan vazgeçmedi, “Bu ülkenin halkının, bu milletin seçtiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gözüne kestirenin gözü çıkartılır. Canına kastedenlerin canı alınır” dedi örneğin.

Ankara’daki bombalı saldırıda çok sayıda yurttaş yaşamını yitirdiğinde cihatçı katillere toz konduramadığından “HDP Mitingleri’ne katılmak, tam intihar... Kendilerini bombalatıyorlar” diyordu.

AKP’nin gözüne girmek için her türlü saldırganlığı kullanan bir meczup haline geldi ama mahallesinin böyle bir meczuba da ihtiyacı vardı. “Hatay ve Adana cemevlerinde silah yığıldığına dair duyum var. Bassan ‘Mezhepçiler cemevi bastı.’ Basmasan Silahlı Gezi, Esatçı katliam” diye tweet atacak kadar saldırganlaşıyordu kendini göstermek adına.“Kemalist terör örgütü”, “kadın cinayetlerinin nedeni medeni kanun” gibi çıkışlarla da gündem oldu. Tezcan, Peker’in son dönemde ifşa ettiği AKP’liler sonrası kendini aklamak için panikle “Sedat Peker’le görüştüm, evet videolardan önceydi. Yanlışı, fitneyi engellemek için görüştüm ben” diyecekti.

O kendini kullanışlı bir meczup olarak pazarlamak adına elinden geleni yapsa da bir türlü istediğini alamayanlardan. Kendisine açılacak bir olanağı dört gözle bekliyor.

Boğaziçi’nde AKP geri adım attı

2 Ocak 2021’de sabaha karşı Boğaziçi Üniversitesi’ne Rektör olarak atandığı duyurulan kayyum Melih Bulu, yine sabaha karşı bir duyuruyla, 15 Temmuz 2021’de, görevinden alındı. Sosyal medya hesabından yaptığı açıklamaya bakılacak olursa, görevden alınacağı kendisine bildirilmemişti. Ne bir teşekkür, ne bir devir teslim, bundan sonra kayyumluğa soyunma niyeti olanlara açık bir ders oldu.

AKP kaba tabirle “kelle” verdi. Faiz politikasından, Kürt uzlaşmasına çok çeşitli konularda AKP’nin kadro değiştirerek kendisini tazeleme yolunu izlediği biliniyor. Ama bu seferki değişim başka.

Bugüne kadar AKP, bir toplumsal kesimin direnişiyle karşılaştığında önce fiziki olarak bastırma, bu işe yaramazsa sönümlenmesini bekleme yolunu izledi. Pek çok direniş AKP’nin o ana kadarki gerici ve piyasacı uygulamalarına karşı birikmiş tepkiyi harekete geçirdi. Bastıramadığı direnişleri sönümlendirmek için AKP önce bu direnişlerin meşruiyetini daraltma çabasına girdi: Medyadan çamur attı, direnişe sebep olan uygulamaları sürdürdü ya da muhalefet içinden mızmız destekçiler buldu.

Bulu’nun atanması sonrası Boğaziçi direnişinde bunların tümünü gördük. Ancak akademisyenlerin protestosu, öğrencilerin desteği ve AKP’den bıkmış geniş kesimlerin öfkesi dinmedi.

Direniş Erdoğan’ı karar vermeye zorladı. Melih Bulu zorlaması yıllardır sermayenin sahiplendiği bir üniversiteyi toplumsal direnişin merkezlerinden birine dönüştürmüştü. Erdoğan, sermayenin Boğaziçi’ni yeniden gönül rahatlığıyla sahiplenebilmesi için bu adımı atmak, direniş karşısında iktidarın zayıflığının görülmesini göze almak zorunda kaldı.

Peki bundan sonra ne olacak? İntihalci bir rektörün gitmesiyle üniversiteler bilime kavuşabilecek mi? Küstah bir kayyumun üstüne çizik atılmasıyla idareye liyakat gelebilecek mi? Gençlere dönük onca düşmanlık hesabı sorulmadan ortadan kalkabilecek mi?

Ne olmuştu?

Boğaziçi hocaları, öğrencileri ve mezunları, Melih Bulu’nun atanması üzerine Ocak ayında bu yana çeşitli şekillerde okulun yeni yönetimine ve bu yönetime getiriliş biçimine karşı çıktılar. Hocaların, 192 gün ara vermeksizin rektörlük binasına sırtlarını döndükleri nöbetleri, “kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz” sloganıyla özdeşleşen direnişin en güçlü sembollerinden birisi haline geldi. Bu arada kayyum yönetimi hızla piyasacı, gerici ve baskıcı politikalarla okulun yapısında tahribata girişti. Hocalar ve öğrenciler bu tahribata karşı direndiler; üniversite lojmanlarının yenilenmesinin TOKİ’ye verilmek istenmesi, piyasayla daha güçlü bağları teşvik edecek enstitü ve çalışmaların öne çıkarılması, Cinsel Tacizi Önleme, Eğitim ve Destek Koordinatörlüğü’nün fiilen işlevsizleştirilmesi, okuldaki özel güvenlik ve sivil polis varlığı ve şiddeti, okulun kameralarla donatılması gibi uygulamaları sürekli gündemde tuttular. Bir kamu üniversitesi olarak Boğaziçi’nin faaliyetlerinin, kamu denetiminde olacak şekilde ancak kendi bileşenlerince/ilgili kurullarca planlanması, hayata geçirilmesi savunuldu. Üniversitenin kamu yararını öncelikli olarak gözetmesinin gerekliliği ve yönetimin kolektif olarak seçilmesinin/denetlenmesinin de bunun garantisi olduğu öne çıkarıldı. Bu süreçte, Boğaziçi Üniversitesi hocaları üniversitelerde yönetim konulu bir rapor yayınladı, kendi içinde tartıştı ve ilgili kurumlara iletti. Melih Bulu bu direniş sayesinde Boğaziçi’nde tutunamadı.