Marx kölelik deyince ne anlıyordu?

Birçok nesilden sosyalist gibi Marx da, Yeni Dünya’daki köleliğin kapitalist karakterini ve kölelerin özgürleşmesiyle işçi sınıfının zincirlerini kırması arasındaki kopmaz bağlantıyı görmüştü. 

KEVIN B. ANDERSON (ÇEVİRİ)

Çeviri: Can Albayrak

Bu yıl, ilk Afrikalı kölelerin Virginia’ya varmasının 400. yıldönümü. Bu dehşet verici olay artık derinlemesine ele alınsa da, ana akım medyadaki pek az kişi, Yeni Dünya’daki modern köleliğin kapitalist doğasına parmak basıyor. Bu konu, Marx’ın kölelik ve kapitalizm üzerine yaptığı geniş analizlerde yer bulmuştur. 

Marx, erken on altıncı yüzyılda Karayipler’de başlayan Afrikalıların Avrupalılar tarafından büyük çapta köleleştirmesini, Roma veya Arap köleciliğinin bir devamı olarak görmemiştir, ona göre bu yeni bir olgudur. Ona göre bu kölecilik, antik zorbalıkla özellikle modern değer üretiminin sosyal yapısının bir birleşimiydi. Kapital’in bir taslağında şöyle diyor Marx: “Kölecilik en nefret edilesi formuna değişim değerinin üretimin belirleyici unsuru olduğu kapitalist üretimde ulaşmıştır.”

Bu, çalışma günlerinin sınırsızca genişletilmesine, dolayısıyla köleleştirilmiş insanların tam anlamıyla ölümüne çalıştırılmasına yol açar.

Güney Amerika’da, Karayipler’de ve Birleşik Devletler’in güneyindeki büyük çiftliklerde (plantasyonlarda) kölelik, kapitalizmin temel unsuruydu. 

Marx, Felsefe’nin Sefaleti’nde bunu şöyle açıklıyor:

“Makine, kredi, vb. kadar, doğrudan kölelik de, burjuva sanayiinin eksenidir. Kölelik olmadan pamuk olmaz; pamuk olmadan modern sanayi olmaz. Sömürgelere değerlerini kazandıran kölelik olmuştur; dünya ticaretini yaratan kölelik olmuştur ve büyük sanayinin önkoşulu da dünya ticaretidir. Demek ki kölelik, son derece büyük öneme sahip bir ekonomik kategoridir.”

Kapitalizm ve kölelik arasındaki bu tür ilişkilere dair yazılar Marx’ın tüm eserlerinde yer almaktadır. Özellikle sıkı bir şekilde kölelik karşıtı hareketi desteklediği ABD İç Savaşı öncesi ve sonrasında Marx, kölelik karşıtı çeşitli hareketlerin aynı zamanda kapitalizm karşıtı hareketlere nasıl katkıda bulunabileceğini göz önüne almıştır. 

Marx’ın değindiği kölelik karşıtı hareketlerden biri köleleştirilmiş Afrikalı-Amerikalıların hareketidir. Örneğin, 1859’da radikal kölelik karşıtı John Brown’ın komutasındaki siyah ve beyaz militanların Harpers Ferry’deki bir cephaneliğe yaptıkları saldırı, Marx için önemlidir. Saldırı, militanların umduğu gibi kölelik karşıtı bir şiddet dalgası başlatmadı ama Marx da kölelik karşıtları gibi bunun geri dönüşü olmayan son derece ciddi bir olay olduğunu düşünüyordu. Marx, Rus köylüleriyle, köleleştirilmiş Afrikalı-Amerikalıların durumunu karşılaştırıyor ve toplu isyan için var olan potansiyellerini vurguluyordu:

“Benim görüşüme göre, bugün dünyada olup bitenler içinde en önemli şey, bir yandan John Brown’ın ölümüyle başlayan Amerika’daki köle hareketi, öte yandan Rusya’daki köle hareketidir… Tribune’de henüz okuduğuma göre, Missouri’de yeni bir köle ayaklanması patlak verdi ve doğal olarak bastırıldı.”

Marx, toplu bir köle ayaklanmasını köleliğin kaldırılmasının ve belki de kapitalist düzene meydan okumanın anahtarı olarak görüyordu. Marx, Güney bağımsızlığını ilan ettikten ve İç Savaş başladıktan sonra, Lincoln’un en başta köleliği kaldırmak şöyle dursun, köleliği kaldırmayı savunmakta bile gösterdiği tereddütlerden ve siyahları askere almak konusunda da aynı tutumu sergilemesinden dolayı kendisine yöneltilen şiddetli saldırılara rağmen, Kuzey’i desteklemeye başladı.

Savaş sırasında kapitalizme ve köleciliğe karşı ikinci bir direniş İngiltere’de ortaya çıktı. Bu ülkenin yönetici sınıfları ABD’yi başarısız bir cumhuriyet yönetimi denemesi olarak alaya alsa ve Lincoln’u kaba saba bir alt sınıf mensubu olarak görse de, İngiliz işçi sınıfı farklı düşünüyordu. Hâlâ oy kullanma hakkı için pahalı mülkiyet belgelerine karşı savaşsa da, işçi sınıfı, ABD’yi döneminin en geniş çaplı demokrasisi olarak görüyordu. Bu görüş, Kuzey kendini köleliğin kaldırılmasına adadığı zaman daha da güçlendi.

Marx’ın birçok makalesinde belirttiği gibi, İngiliz işçilerinin toplu gösterileri, İngiltere hükümetinin Konfederasyon’u Birleşik Devletler’e karşı destekleme çabalarının önüne geçilmesine yardımcı oldu. Proletarya enternasyonalizminin muhteşem bir örneğini gösteren işçiler, Lancashire’daki tekstil işçilerinin büyük çapta işlerini kaybetmelerine neden olan Birleşik Devletler pamuk ambargosuna dayanarak Kuzey’e karşı kendilerini kışkırtmak isteyen bazı politikacıların heveslerini kursaklarında bıraktılar. 

Marx 1862 yılında New York Tribune’de bu konuyla ilgili olarak şöyle diyor:

“Dedikleri gibi ABD Cumhuriyetçilerinin bencil “koruyucu politikası”na borçlu olarak, İngiliz işçi sınıflarının büyük bölümü dolaysız olarak ve haşin bir biçimde Güney ablukasının sonuçlarından sıkıntı çektiği zaman; bir başka kesim Amerikan ticaretinin azalmasının sonucunda dolaylı olarak, birdenbire mahvolduğu zaman; böylesi koşullar altında basit adalet, İngiliz işçi sınıflarının sert tepkisine saygı duyulmasını gerektirir; özellikle, resmi ve zengin John Bull’ın (İngiltere) ikiyüzlü, zorba, korkak ve aptal davranışlarıyla karşılaştırıldığı zaman.” (Çeviri: Erdal Alova)

1864’te Birinci Enternasyonel kurulmuştu ve ilk aktivistler bu kölecilik karşıtı gösterileri organize edenlerin arasından geliyordu. Bu açıdan bakıldığında, kölecilik karşıtı bir işçi sınıfı hareketi, Marx’ın liderlik ettiği döneminin en büyük sosyalist yapısının kurulmasına yardım etmişti. 

Savaştan sonra Birleşik Devletler, eski köle çiftliklerini özgürlüğünü kazanmış siyahların arasında paylaştırmak dâhil köklü değişimlere gitmeye karar verdi. Marx, 1867’de Kapital’e yazdığı önsözde bu gelişmelerden övgüyle bahseder:

“Köleliğin kaldırılmasından sonra, gündeme, sermaye ve toprak mülkiyeti ilişkilerinin dönüştürülmesi giriyordu”

ABD Kongresi’ndeki ılımlı politikacılar tarafından bunun gerçekleşmesi engellendi. 

İç Savaş’ın hemen ardından Karl Marx, ABD’deki kapitalizme, köleciliğe ve ırkçılığa karşı üçüncü bir direniş yönteminden bahsetti. Yüzyıllarca siyah köle emeğiyle beyaz özgür emeğin yan yana olması, hem kırda hem kentte işçi sınıfı arasında derin uçurumlar yaratmıştı. Fakat İç Savaş, bu ayrımın ekonomik temellerinin bir kısmını ortadan kaldırdı ve yeni olasılıklar yarattı. 

Marx, ırk ve sınıf diyalektiğiyle ilgili en önemli satırları yazarak, bu olasılıklardan Kapital’de şöyle bahseder:

“Kuzey Amerika Birleşik Devletleri'nde, kölelik kurumu cumhuriyetin bir bölümünü çirkinleştirmeye devam ettiği sürece, her bağımsız işçi hareketi kötürüm kaldı. Siyah derili emeğin damgalandığı yerde, beyaz derili emek kendisini kurtaramaz. Ama köleliğin ölümünden yepyeni bir yaşam doğuverdi. İç savaşın ilk meyvesi, lokomotifin dev adımlarıyla Atlantik'ten Pasifik'e, New England'dan Kaliforniya'ya uzanan sekiz saat mücadelesi oldu. Baltimor'da (Ağustos 1866'da) toplanan Genel İşçi Kongresi şunu ilan etti: "Bu ülkenin emeğini kapitalist kölelikten kurtarmak için şu anda ihtiyaç duyulan ilk ve en önemli şey, Amerikan Birliği'nin bütün eyaletlerinde normal iş gününün 8 saat olmasını sağlayacak bir yasanın çıkarılmasıdır. Bu şanlı sonuca ulaşılıncaya kadar bütün gücümüzü harcamaya kararlıyız.”

1866 yılında, ABD’deki sendika liderleri, daha sonra örneği sık görülmeyecek bir şekilde kapitalizmi doğrudan hedef alıyordu. Fakat beyaz sendikaların siyah işçileri tam üye yapmadaki isteksizliğinden dolayı, Marx’ın hayalindeki siyah-beyaz sınıf dayanışması gerçekleşmedi. Marx’ın öngördüğü siyah-beyaz sınıf dayanışması özellikle 1930’lardaki büyük sendikalaşma hareketlerinde olmak üzere, birkaç defa büyük çapta gerçekleşti. 

İlk köleleştirilmiş Afrikalıların Virginia’ya varmasından dört yüz yıl sonra Afrikalı Amerikalılar, köleciliğin mirasını topluca hapsedilme, hem barınma hem çalışmada kurumsallaşmış ırkçılık ve yükselen gelir eşitsizliği olarak yaşamaya devam ediyorlar.

Aynı zamanda, orta sınıf ve işçi sınıfının katmanlarından destek almak için en iğrenç ırkçılık ve kadın düşmanlığından beslenen, zamanımızın en gerici, en emek düşmanı hükümetiyle karşı karşıyayız. Bu bakımdan, Marx’ın “Siyah derili emeğin damgalandığı yerde, beyaz derili emek kendisini kurtaramaz.” sözü bugün de geçerliliğini koruyor. 

Bu yazı Jacobin dergisinde yayımlanmıştır.

Çeviride yararlanılan kaynaklar

http://felsefenin-sefaleti.blogspot.com/2014/01/dorduncu-gozlem.html

Karl Marx, Friedrich Engels - Seçme Yazışmalar I (Sol Yayınları)  

Karl Marx, Friedrich Engels - Kapital (Yordam Yayınları, 1. Cilt)