KRT TV emekçileri, hak gasplarına karşı 4 Haziran’da hem İstanbul hem de Ankara ofislerinde direnişe geçti. Haber merkezindeki nöbet devam ederken, süreci ve taleplerini KRT işyeri temsilcilerinden gazeteci Fatih Yapıcı ile konuştuk.
Merve Güzey
KRT TV bünyesinde çalışan basın emekçileri, 28 Mart’tan bu yana yani yaklaşık 80 gündür maaşlarını alamıyor. Üç aydan fazladır yemek kartlarına ücret yatırılmayan, yatırılan bakiyelere ise bloke konulan çalışanlar, yaşanan hak gasplarına karşı 4 Haziran’da hem İstanbul hem de Ankara ofislerinde işten kaçınma haklarını kullanarak direnişe geçti. Direnişin başladığı günden bu yana kanalda canlı yayın yapılmıyor; yayın akışı bant kayıtlarıyla sürdürülüyor.
Kanal yönetimi, artan kamuoyu baskısı üzerine 5 Haziran’da KRT’nin resmi sosyal medya hesabından bir açıklama yayınlayarak “acil ödeme planı” oluşturduklarını duyurdu. Ancak emekçiler bu açıklamayı bir oyalama girişimi olarak değerlendiriyor. Çünkü bugüne kadar somut bir adım atılmadı, herhangi bir ödeme yapılmadı.
5 Haziran’da İstanbul ofisi önünde polis yığınağı altında yapılan basın açıklamasında, “Yaşananlar sadece bir ödeme krizinden ibaret değil; huzurlu, güvenli bir çalışma ortamı kalmadı” denildi.
12 Haziran’da Ankara ofisi önünde yapılan açıklamada ise emekçilerin kararlılığı açıkça ortaya kondu: “Hakkımızın hemen, şimdi verilmesi dışında hiçbir senaryoyu ve teklifi kabul etmiyoruz!”
KRT haber merkezindeki nöbet devam ederken, süreci ve taleplerini KRT işyeri temsilcilerinden biri olan gazeteci Fatih Yapıcı ile konuştuk.
'İşten kaçınma hakkımızı kullanarak yayını durdurduk'
Aylarca maaş ödenmeyen, yemek kartları bloke edilen, ama hâlâ haber üretmeye zorlanan 150’ye yakın emekçi ve bir kanal… 28 Mart’tan bu yana KRT’de tam olarak ne oluyor?
Aslında bu soruya daha sağlıklı yanıt verebilmek için 2023 sonbaharına kadar gitmek gerek. O tarihte kanal, şimdiki sahibi Fırat Bozfırat tarafından satın alındı ve bu noktadan itibaren çalışanlar için sıkıntılı bir süreç başladı.
KRT, ne kadroda ne de yayın politikasında istikrarı olan; çalışanların muhatap alınmadığı, editoryal bağımsızlığın tamamen ortadan kalktığı bir yapıya dönüştü.
Maaş ve yemek kartı ödemelerinde uzun süren gecikmeler yaşanmaya başladı. 28 Mart itibariyle ise bu ödemeler tamamen durdu. Çalışanlara defalarca söz verilmesine rağmen, tek bir ödeme dahi yapılmadı. Fırat Bozfırat’la doğrudan görüşme taleplerimiz cevapsız kaldı.
Süreç, son ödeme sözü verilen tarih olan 4 Haziran Çarşamba gününe kadar geldi. Ancak o gün de hiçbir söz tutulmadı. Bunun üzerine tüm çalışanlar olarak, İş Kanunu’nun 34. maddesi uyarınca işten kaçınma hakkımızı kullanarak yayını durdurduk.

Patron vekili 'Sizi daha fazla kandıramam' dedi
Kamuoyu, KRT’de yaşananları spiker/editör Handan Koltuk’un dikkat çeken konuşmasının yer aldığı videonun sosyal medyaya yansımasıyla öğrendi. O gün neler yaşandı? Bu direniş nasıl örüldü?
4 Haziran Çarşamba günü her birim kendi rutini çerçevesinde mesaisine devam ediyordu. Ben de bir program çekiminden çıkmıştım. Kurgu Şefi Umut Nafiz Öztürk, kalabalık bir yönetici grubuyla toplantı hâlindeydi. Yaklaşık 20 dakika sonra toplantıdan çıkıp beni de toplantıya davet etti. “Beni çok sıkıştırıyorlar, gelmen lazım” dedi.
Odaya girdiğimde dört yönetici, bir şirket avukatı ve kanalda resmi bir görevi olmayan, Fırat Bey’in yakını Ahmet adında biri vardı. Maaşları sorduğumda, avukat bey maaşların bugün, yarın ve bayram dönüşü yatırılmayacağını; ne zaman yatırılacağının da belirsiz olduğunu söyledi. Ardından, “Kanalı da yıkıma uğratmadan sizleri kademeli olarak işten çıkaralım, işsizlik maaşı alın; şirketi toparlayınca da diğer hak edişlerinizi ödeyelim” dediler.
Bu teklifin kabul edilemez olduğunu kendilerine açıkça ifade ettim. Fırat Bozfırat’la görüşme talebimi yineledim ve işten kaçınma hakkımızı kullanacağımızı söyledim. Toplantımız yarım saat kadar sürdü.
Toplantı sonrası detayları yaklaşık 10 dakikalık bir konuşmayla çalışma arkadaşlarımla paylaştım. İlgili yönetici ve avukatı da, soruları cevaplamaları için arkadaşlarımızın yanına davet ettim.
“Sizi daha fazla kandıramam” cümlesinin geçtiği meşhur konuşma bu sırada gerçekleşti ve biz de topluca işten kaçınma hakkımızı kullanarak yayını durdurduk.
Yayını tekrar başlatmak için yönetim azami çaba sarf etti. Yayını yapacak teknik personele de sahiplerdi. Bazı arkadaşlar o esnada bizi yarı yolda bıraktı. Ancak sunucu ve editör arkadaşlarımızın ekrana çıkmayı reddetmesiyle bu girişim akamete uğradı.
Bizimle görüşmek dışında seçeneği kalmayan Fırat Bozfırat, ben ve Umut Nafiz Öztürk ile 45 dakikalık bir görüşme gerçekleştirdi. Çalışanlara açıklama yapma talebimizi kabul etmedi ve somut bir teklif sunmadı.
Sabaha karşı, yöneticiler aracılığıyla 27 Haziran’da ödeme yapılacağı ve bayram için 10-15 bin TL’lik prim verileceği yönünde bir teklif iletildi. Ancak tarihin geç olması ve yazılı taahhüt verilmemesi nedeniyle bu öneri çalışanlar tarafından geri çevrildi.
Bunun üzerine meseleyi bir basın açıklaması ile kamuoyuna duyurmaya karar verdik. Sabaha karşı açıklamamızı yaptık ve İstanbul ve Ankara ofisleri olarak eş zamanlı 24 saat vardiya usulüyle kanalda nöbete başladık.
KRT’de yaşanan hak gaspı sadece sizin değil, medya sektöründeki binlerce emekçinin tanıdığı bir tablo. Bu tablo neden bu kadar yaygın? Sizce sorunun temelinde ne yatıyor?
Basın çalışanlarının örgütsüzlüğü en temel sorun. Bunun üzerine eklenen tıkalı bir hukuk sistemi, meslek örgütleri ve sendikaların yetersizliği ile tüm bu tabloya göz yuman, hatta çanak tutan bir siyaset kurumu da var.
Bir başka önemli etken de, gazetecilerin politik birikimlerinin ve sınıf bilincinin yetersiz oluşu.
‘’Liyakatsiz, katıksız patron ve patron taraftarı yönetici profiline karşı bir isyan.’’

KRT’deki bu direniş, yalnızca bir alacak-verecek meselesi midir sizce? Bu mücadele bir şeyleri değiştirdi mi ya da size yeni bir şeyler öğretti mi?
Bu bir ödeme krizi ama salt bir ödeme krizi değil. Aynı zamanda muhatap alınmama, değersizleştirme ve liyakatsiz, katıksız patron ve patron taraftarı yönetici profiline karşı bir isyan.
Bu direniş, patronajla bir gazetecinin kurmaması gereken mutlak itaat ilişkisine bir başkaldırıdır. Aynı zamanda, adı bile anılmayan editoryal bağımsızlık ve editoryal tartışmanın gazetecilik için bir nefes borusu olduğu gerçeğinin tescilidir.
Bütün bunlar, direnişe katılan arkadaşlarımızın öğrendiği şeylerdi. Bu süreçte yalnızca haklarımızı değil, mesleki duruşumuzu ve onurumuzu da savunduğumuzu hep birlikte görmüş olduk.
Gazeteciliğin temel nosyonunu geç de olsa hatırladık!
“Gazeteci halkın gözü, kulağıdır” denir. Yıllardır halk için haber yapan sizler, şimdi kendi emeğiniz için ayağa kalktınız. Bu sizce ne anlama geliyor?
“Gazeteci haber olmamalıdır” der meslek büyükleri aslında. Habercilik, kamu yararı gözetilerek yapılan bir iştir ve hak-hukuk temellidir.
Kendi hakkını, hukukunu savunamayan biri gazetecilik yapamaz.
Aslında biz de bu süreçte, gazeteciliğin temel nosyonunu geç de olsa hatırladık.

KRT’nin resmi Instagram hesabından 5 Haziran’da kamuoyuna özür içeren bir açıklama yayımlandı. Bu açıklamada ödeme planı gibi bazı vaatlerde bulunuyor. Ancak görünen o ki bu vaatler gerçeği yansıtmıyor. Siz hâlâ İstanbul ve Ankara’daki stüdyolarda 7/24 nöbet tutmaya devam ediyorsunuz. Bu noktada, önünüzde nasıl bir yol haritası bulunuyor?
Pazartesi günü işyeri temsilcileri olarak Fırat Bozfırat’la masaya oturacağız. Aynı zamanda Çalışma Bakanlığı müfettişinin de denetimi başlayacak.
Amacımız hakkımız olanı alıp masadan kalkmak. Ancak aksi bir durumda nasıl bir yol izleyeceğimiz konusunda hazırlıklarımız da mevcut. Şimdilik bu planları kamuoyuyla paylaşmak doğru olmaz.
Yönetimin 5 Haziran’da yaptığı açıklamada geçen maddelerin tamamı gerçek dışıdır. Bu durumu bayramın üçüncü günü yaptığımız basın açıklamasında detaylı şekilde kamuoyuyla paylaştık.
KRT’de başlattığınız bu mücadele, başka medya kurumlarında benzer haksızlıklara uğrayanlar için bir örnek olabilir mi sizce? Yarın biri gelip size “Ben de çalıştığım yerde böyle bir haksızlık yaşıyorum, ne yapayım?” dese… Ne derdiniz?
Mutlaka örnek olacaktır. Tavsiyem çok net:
Birlikte hareket etsinler, korkmasınlar, kamuoyunun gücünü arkalarına alsınlar. Ve tabii yaşanacak her olumsuzluk karşısında da asla yılmasınlar.