Bir saati aşan bir belgesel. Konu ülkenin sıra dışı tarikatlarından Adnan Hocacılar. İşlediği suçların sayısı ve çeşitliliği ceza kanununa sığmayan bir şebekeden ve liderinden söz ediyoruz. Belgeselin girişinde ve çıkışında biraz siyaset var. Onun da ana fikri ülkeyi ele geçiren tarikatları ve iktidarı aklamaktan ibaret.
Girişinde Adnan Hocacıların “sahte inanç” taşıdığı söyleniyor. Neden sahte, gerçeği ne, o konuda bilgilendirilmiyor izleyici. Belgeselin bilgisine başvurduğu uzman konuklardan biri gerçeğinin “kitabi İslam” olduğu, sahtesinin ise hadis ve diğer söylenceleri temel aldığı yönünde bir tarif girişiminde bulunuyor. Çıkışında ise bu ürkütücü suç örgütünün koruyucusunun eski İçişleri Bakanı olduğu, ondan saklanarak, elbette MİT’in ve Sarayın himayesinde yapılan bir operasyonla çökertilebildiği ileri sürülüyor. O halde? Bütün kötülükler Süleyman Soylu’dan ve “kitabi olmayan İslam”dan. İyi ki ulema, MİT ve Saray var!
Belgesel bir tarikat belgeseli ama içinde ülkenin tarikat gerçeğiyle ilgili bir tek söz yok. İyi de AKP ne? Bir tarikatlar koalisyonu. “Tarikatlar” dediğimiz, Nakşibendi tarikatının kolları. Peki Adnan Oktar bu kolların dışında mı? Belgeselden onu da anlayamıyoruz.
Oysa dava dosyasına göre Adnan Oktar’ın baş destekçisi de Nakşibendi tarikatı. Bu desteği sağlayan kişi Nakşibendi Şeyhi Nazım Kıbrısi'nin halifesi "Şeyh Ahmet Bursevi" takma adını kullanan Yalçın Yanar. İddialara göre Şeyh Ahmet Bursevi sahte şeyhmiş. Bunun sahtesi gerçeği ne o da bilinmiyor. Bildiğimiz, tartışmalı şeyhin müritlerinden birinin eşini taciz ettiği, dergahına hesap sormaya gelen mağdur kocayı vurduğu ve bu sebepten cezaevinde yattığı. Yani tarikat dediğiniz aynı zamanda kriminal bir yapı zaten. Genç kızlara dadanmayan bebelere, çoluk çocuğa musallat oluyor. Gerçek inanç sahipleri, açıkça, üç yaşındaki beş yaşındaki bebelerin yatağa atılabileceğini vaaz ediyor. Demek ki inancın gerçeği-sahtesi yok. Demek ki ülkeyi yöneten AKP, içindeki tarikatlar nedeniyle de bir organize suç örgütü.
Adnan Hocacıların diğer Nakşibendi kollarından hiçbir farkı yok. Bunların mezhebi biraz daha geniş, hepsi bu!
Sivrilen gidiyor
Peki Adnan Hocacıların başına gelen ne?
Bazen bu tarikat kollarından biri çok zenginleşiyor veya siyasi olarak çok sivriliyor. Nurcu Fethullahçılar darbeye bile teşebbüs etti örneğin. Bu durumda o kolu kesip atmak şart oluyor. Adnan Hocacılar da çok sivrilmişti, elleri kolları devlet içinde her yere uzanıyordu. Sanıldığı gibi kedicikler sadece Adnan Hoca’nın ve diğer müritlerin yatağına girmiyordu, hediye paketine sarıp yüksek yerlerdeki etkili ve yetkili kişilere de hediye ediliyordu. Bu kültürde kadınları alıp-satma meşrudur. Bu hediyeler tarikat için çok değerli istihbaratlarla geri dönüyordu. Haliyle devletlüler için de risk oluşturmaya başlamıştı.
Bu nedenle riski, kolu kesip atarak bertaraf ettiler. Adnan Oktar, 2022’de sonuçlanan davada 8 bin 658 yıl hapis cezasına çarptırdı. Oktar'ın suçları arasında "örgüt yöneticiliği", "cinsel istismar", "eğitim hakkının engellenmesi", "eziyet", "kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak" ve "kişisel verilerin kaydedilmesi" sayılıyordu. Yani şimdi içeride çile doldurmasının nedeni de tarikat kurmak değil, sahte tarikat kurmak!
Adnan Hoca hadisçi değil kitapçı
Belgeselde Adnan Hocacıların kitaba değil hadise ve sair söylentilere dayandığı iddiası da doğru değil. Adnan Oktar, 1980'lerin ortalarında siyasal İslamcı olarak başladığı yolculuğu bir tarikat şeyhi olarak tamamladı. Arada “zorla grup seks”, “çocuklara cinsel taciz”, şantaj, tehdit gibi suçlardan verilen cezaevi molaları var. Bu suçların tamamı islamcılığın fıtratından sayılıyor artık. Buna karşın Adnan Oktar başından beri “Kuran’ı temel aldıklarını ve yeniden yorumladıklarını” söylüyordu. Adnan Hocacıların garipsediğimiz birçok pratiği taraftarlarına kabul ettirmelerini sağlayan etkinliklerinin temelleri işte bu “Kuran'ı yeniden yorumlama” döneminde atıldı. Yorumlarken hep kendi taraflarına yontuyorlardı. Bu da tipik bir siyasal islamcı yöntemi. Meale dayanarak kitabın kendisini bile inkâr etmek mümkündür.
Adnancılar sıradışı bir inanç imal etmişlerdi ama yine İslamcı cephenin geleneksel, anti-komünist, Yahudi ve mason karşıtı çizgisini olduğu gibi kabul etmişlerdi. Evrime de yamuk bakıyorlardı haliyle. Bunda da şaşılacak bir yan yok. Tayyip Erdoğan da “sanat kariyerine” “Mas-Kom-Yah”, Mason-Yahudi Komünist, adlı piyesle başlamamış mıydı?
Sonrası keskin dönüşlerden ibaret. Yahudilerin bütün kötülüklerin kaynağı olduğunu savunup hahamlarla ortak dini tören yapan, masonlara karşı çıkıp 33. dereceden mason olan, örtünmeyen kadınların cehennemde yanacağını söyleyip kendi televizyonundaki programında yarı çıplak kadınlarla erotik danslar yapan tuhaf, yarı kaçık, acımasız bir zombiden söz ediyoruz. Aslında bu da tipik bir siyasal islamcı-tarikatçı portresi. Bugün ülkede hukuk ve laiklik yerlerde sürünmüyor olsa bu kalıba sığdıramayacağımız bir tarikat erbabı yok.
Parayı bulan kendini mehdi sanıyor
Bir de delilik var tabii. Malum bütün büyük tarikat şeyhlerinin yolu bir şekilde ruh ve sinir hastanesine düşer. Said-i Nursi uzun süre orada ikamet etmiştir. Adnan Hoca da aynı yolu izledi. Tutuklandığı davalardan birinde “akli dengesinin yerinde olup olmadığının tespiti için” Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne sevk edilmesine karar verildi. Dokuz ay hastanede kalan Adnan Oktar’a doktorlar tarafından “paranoyak şizofren” teşhisi konuldu. Aynı teşhis daha sonra GATA Askeri Tıp Akademisi'nde konuldu ve Oktar'a “askerliğe elverişli değildir” raporu verildi. Oktar Babuna ile o delilik molasında tanıştı. O tanışıklık sayesinde Babuna ailesinin bütün malvarlığına el koydu, zenginleşti.
Sonra işi mehdilik iddiasına vardırdı. Namaz sayısını ikiye düşürmeye yeltenince etrafındaki gençlerden bir kısmı ayrıldı. Serhan Çevik ve Caner Taslaman o günlerin bakiyesi. Ardından ayrılan gençlerin bütün mahrem bilgileri ve seks kasetleri boca edildi ortalığa. Ülke böylece Adnan Hocacıların gerçekte neyle iştigal ettiklerini de öğrenmiş oldu.
Bütün düzen partileri Adnan Hoca'nın suç ortağı
Adnan Oktar doksanlı yılların ortalarına doğru kendisini takip eden eğitimli, birkaç dil bilen, sosyal ilişkileri ait oldukları sınıflar dolayısıyla gelişkin bu gençleri politikaya yönlendirdi. Anavatan Partisi’nde tutunamadılar ama Çiller’in DYP’sinde ve Tayyip Erdoğan’ın da içinde olduğu Refah Partisi’nde çok etkili oldular. Refah Partisi’nin İstanbul Belediye Başkan Adayı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimleri kazandıktan sonra yaptığı konuşma sırasında, hemen arkasında ona yakın duran iki genç Adnan Oktar’ın müritleriydi. Doksanlı yılların ortalarında etkin oldukları parti ise Tansu Çiller’in DYP’siydi. İlk büyük çatışma da bu partide yaşandı. Bu dönemde partinin İstanbul Gençlik Kolları tamamen Adnan Hocacıların eline geçmişti. Ama asıl ataklarını AKP iktidarında yaptılar. Özellikle 2008 yılından sonra Adnan Oktar’ın müritleri kendilerini devlet liselerinde ve üniversitelerde göstermeye başladı. Evrim karşıtı “fosil sergileri” Milli Eğitim’in izin vermesi nedeniyle okul okul dolaşmaya başlamıştı. Yani bu suç örgütü de diğerleri gibi devlet ve saray destekli.
140journos'un Adnan Oktar belgeseli bütün tehlikeli bölgeleri koşar adım geçiyor. Artık düşük Süleyman Soylu’ya güçlü bir tekme atarken Hakan Fidan MİT’ine ve Beştepe Sarayı’na gürültülü bir selam gönderiyor. Ayrıca bu örgütün neden 1990’lı yıllarda, 2000’li yıllarda değil de şimdi ipinin çekildiğine değgin de bir işaret bulamıyoruz. Şanlı polis teşkilatımızın gizemli ve başarılı işlerinden biri daha işte….
Belgeselin girişinin ve çıkışının arasında ne anlatılıyor diyorsanız söyleyeyim. Tarikatın genç kızları ağlarına nasıl düşürdüğü ve kendi aralarında nasıl dolaştırdığından ibaret her şey. Sıradan bir magazin belgeseli bu. Zararı faydasından çok.