Düzen solu geçmişine ne kadar sahip çıkıyor ve ne noktada “değişim” diyor? Sahra Wagenknecht’in ilk basımı 2003 yılında yapılan “Kapitalizm Komada” kitabı bu açıdan ipuçları sunuyor.
Mehmet Erçetin
Sahra Wagenknecht geçtiğimiz yıl Almanya’da liberal solun partisi die Linke’den ayrılarak kendi hareketini kurmak için yola çıkmıştı. Bu iddialı kopuşu Alman toplumunun büyük ilgisi takip etti. Wagenknecht’in Almanya siyasetinde temas ettiği ve yerleştiği boşluğa bakacak olursak bu ilginin sahici sebepleri var. Ancak dikkatle incelediğimizde görüyoruz ki bu yeni “sol starın” çizgileri de düzenin boşluğa müsaade ettiği sınırlar kadar.
Bunun izlerini sürmeye çalışıyoruz. Düzen solu gerçekten hangi argümanlar üzerinden kendisini yeniliyor? Geçmişine ne kadar sahip çıkıyor ve ne noktada “değişim” diyor? İşte Sahra Wagenknecht’in 2003 yılında ilk basımı yapılan “Kapitalizm Komada” kitabı bu açıdan ipuçları sunuyor.
Ayrıca, gazetecilerin değil siyasetçilerin kaleminden çıkan dönemsel metinleri okumanın her zaman ilgi çekici bir yanı oluyor. Durum anlatısında objektivite kaygısı daha az güdülüyor, olaydan ziyade çıktılarına odaklanılıyor ve doğal olarak siyasetçi kendi konumunu olay doğrultusunda yazı boyunca tekrar tekrar örüyor. Tarihte eli kalem tutan siyasetçileri okumanın bu bağlamda oldukça öğretici bir yanı da var.
Geçtiğimiz günlerde Sahra Wagenknecht (SW) Avrupa Parlamentosu seçimlerine “BSW” olarak katıldığı ittifak ile ciddi bir başarı elde etti. Dolayısıyla Türkçesine Yordam Kitabevi baskısıyla ulaşılabilen “Kapitalizm Komada” isimli kitabına göz atmak için önemli bir bahane edinmiş olduk.
'Değişim' ama hangi yöne?
SW’nin kitabı, Almanya Schröder iktidarından geçerken kendisinin yazdığı ekonomi ve politika metinlerinden oluşuyor.
2000’lerin başı, Alman hükümetinin kritik ekonomik dönüşümlere temel attığı bir periyot olarak ele alınabilir. Yüksek işsizliğin ve iktisadi durgunluğun damga vurduğu dönemi Schröder öncülüğündeki koalisyon hükümeti, Ajanda 2010, Kara Sıfır gibi büyük reformlarla ekonomiyi uzun vadede dönüştürmek üzere kullandı. Nitekim bu doğrultuda ülkenin emeklilik politikasında, sosyal haklarında ve kamu özel dengesinde büyük ölçekte değişiklikler yaşandı.
SW, bu dönemde yazdığı ekonomi yazılarında hükümet koalisyonunun attığı adımları ayrı ayrı ele alıyor ve hedef tahtasına koyuyor. Emekliliğin sonraki nesiller için ne ölçüde baltalandığından tutun sağlıkta özelleştirme payını artıran kararların yaratacağı tahribata kadar, SW’nin yazılarında Alman sermayesinin güncel yönelimlerinin izini sürmek çok kolay. Ek olarak dünyanın içinden geçtiği serbest piyasaya tam entegrasyon sürecinde farklı ülkelerden örnekler verdiğine de sık sık rastlıyoruz.
Bu dönemi tanımlarken şimdiye dek SW’nin kitapta tercih ettiğinin aksine “neoliberal” kelimesinden kaçındık, bunun arkasında da öngörülenden daha fazla neden var:
Düzenin kendi içerisinde yaşadığı bu dönüşümü kapitalizmin farklı zaman aralıklarına referans vererek ele almak, günün sonunda o referans noktalarına aklayıcı nitelikler atfetmek demek. İşçi sınıfının geçtiğimiz yüzyılda egemen sınıfı kısıtlayıcı enstrümanlara sahip olduğu doğru, biliyoruz ki bu enstrümanların kaynağında, emekçilerin siyaset sahnesinde az veya çok sınıf olarak yer alabilmesi, bu konumun doğurduğu kimi doğal kuvvetler yatıyordu. Dengeleri sarsan grevler, uluslararası krizlere hatta çatışmalara müdahaleler, güçlü sınıf partileri ve sendikalar… Neoliberalizm, yazar için tam da bu kabiliyetlerin yitirildiği döneme denk düşüyor.
Dolayısıyla bu adlandırmadaki risk, denklemi tek taraflı kuruyor olması. Tarihte sermaye sınıfının savaşlara hazırlanmadığı, sömürüyü artırmaya çabalamadığı, daha “insani” olduğu bir dönem yok. Bunları yapmaya kuvvet yettiremediği dönemler var. Neoliberalizmin denklemin sonuçlarından yola çıkarak kurduğu ters projeksiyon bu bağlamda darmadağın oluyor. Düzen “neoliberalizme” halkların tepesine çökecek daha acımasız zalimler yetiştirdiği için değil, koşullar artık bu adımları atmaya müsaade eder hâle geldiği için geçiş yapabiliyor.
Bu konu bizi SW’nin ekonomi yazılarında tespit edilebilen en büyük zafiyete getirecek. SW hükümetin attığı halk düşmanı adımlara muhalefeti o kadar düzen içi referans noktalarından yapıyor ki tutunduğu dalların tamamı aynı ağacın diğer yanındaymış gibi görünüyor. Bu görüntü aslında bir yandan da daha adil bir sömürü düzeni arayışının büyük çaresizliği.
Aşağıdaki satırlar bu çaresizlik olmaksızın nasıl yazılabilir?
“Almanya'nın büyük finans kuruluşları kendilerini bir şey sanarak, 90'ların ortalarından itibaren 'kitlesel bankacılığı' bırakıp altın yumurtlayan tavuğu kesmişlerdir. (...) Geçen yıl büyük darbe alan 37.700 firmaya bankalar kredi verselerdi, bugün birçok iflas ve buna bağlı işsizlik önlenmiş olurdu.”
SW, Almanya’da işsizliğin önüne tekeller tarafından batırılan orta ve küçük ölçekli işletmelere verilecek krediyle geçileceğini iddia ediyor.
Bankaların “vicdanına” sıkışmış bir işsizlik politikası. Büyük çaresizlik…
Bu çaresizliğin tesadüfi olmadığını SW İttifakı’nın bugün dayandığı sınıfsal zeminde tespit edebiliyoruz. 20 yıl sonra kurulan parti sahiden de mağdur edildiği iddia edilen küçük ve orta ölçekli sermayeye yaslanarak siyaset üretiyor.
Sistemin emekçilere karşı attığı adımları ifşa etmek, bunları büyük sermayenin sahip olduğu muazzam kârlılıkla yan yana getirerek ajitasyon yapmak devrimci faaliyetin önemli parçaları. Fakat bunu yaparken düzenin karanlık dehlizlerinde kaybolup fener olarak daha adil kapitalizmi tutmaya başlıyorsanız yandınız demektir. SW, bilinçli şekilde bu tuzağa “düşüyor”.
Kitapta göze batan bir başka tuzak ise Almanya’dan yaşanan krizler silsilesinin daha sağlıklı bir hükümetle çözülebilir olduğunun iddia ediliyor olması. “Voodoo Ekonomisi” başlıklı yazıda SW’nin Avroya geçiş aşamasında yaşanan sancıları piyasadaki birikim modelinin son derece doğal bir sonucu olmaktan ziyade beceriksizlik sayesinde kötü sonuçlanan bir süreç olarak yorumladığı açıkça anlaşılıyor. Kapitalizmin motorunun krizler olduğunu, bu krizler sayesinde egemen sınıfların zenginleşmeyi sürdürdüğünü anlatmak ile krizlerin daha sosyal demokrat ve eşitlikçi hükümetler marifetiyle sona erdirilebileceğini anlatmak arasında dağlar kadar fark var.
“Düşen fiyatlar gerçek faizleri, hem özel hem de kamusal borç yükünü artırmaktadır ve mali politikanın hareket kabiliyetini kısıtlar. Buna rağmen, başka hiçbir ekonomik fenomen, kapitalizmin yeniden değer kazandırma saçmalığının ve sınıf çıkarlarının deflasyon karşısında ne kadar güçsüz olduğunu gösteremez. Faizsiz bir destek programı, çocuklu ailelere yapılan parasal devlet yardımının artırılması, işsizIerin ve emeklilerin desteklenmesiyle aslında her türlü deflasyon tehlikesi ortadan kalkar. Schröder elbette bunun tam tersini tercih etmektedir.”
Bu alıntı ise Deflasyon Tehlikesi başlıklı yazıdan. SW sol politikalar iddiasının altını yalnızca Keynesyen iktisatla doldurmaya kalkıyor. Avroya geçiş döneminde kasti şekilde uygulanan para politikasına karşı hükümetten “parasal yardım” talep ederek krizin aşılacağını düşünmek şaka olmalı.
Hâliyle bizler için bu yazıları okurken bir soruyu sormak meşruluk kazanıyor. SW sermaye ideolojisinin tuzaklarına düşüyor mu yoksa onları kuruyor mu?
Emperyalizmin başı ve sonu
“İmparatorluklar, bugün de aynı şeyleri yapmak için yeterince kararlı ve vurdumduymaz davranmaktadır; ama bu öldürücü barbarlığın günümüzdeki adı demokratikleştirme oluverdi. Önce Yugoslavya'da sonra Irak'ta buna şahit olduk; gelecekte de belki İran, Suriye veya Venezuela hedefte olacak. Özgürlükten bahsederken, aslında güçlülerin istediklerini zorla alabilmesini kastediyorlar; en yüksek kazancın peşine düştükleri sürek avında, giderlerini en düşük düzeyde tutabildikten sonra, nelere mal olabileceğini düşünmeden tüm araçları kullanmaktan çekinmiyorlar.”
SW’nin Almanya toplumuna seslenen bir politikacı olarak kitapta altını kalınca çizdiği ve bu yüzden tebrik edilebileceği tek başlık ABD karşıtlığı. Muhtemelen aile kimliği ve geçmişiyle de bağlantılı biçimde ABD’nin, kimi zaman da başka Avrupalı emperyalist merkezlerin farklı coğrafyalarda giriştiği operasyonlara dikkat çekiyor ve bunu Alman hükümetinin politikalarıyla ilişkilendiriyor. Hatta belki de bu perspektif sayesinde SW, Avrupa’daki popüler deyimle bir anti-kapitalist olmaktan ziyade bir tekelleşme karşıtı gibi görünüyor. Zira emperyalizme dair herhangi bir ölçekte hassasiyet geliştirirken uluslararası tekelleri pas geçmek mümkün değil.
Ve fakat tekel karşıtlığı da bir yol kazasına uğruyor. SW’nin düzenin sınırlarının dışına kimi taciz atışları yapmakla yetinen yaklaşımı, kapitalizm içi farklı ittifaklar araması ve çareyi küçük-orta ölçekli işletmeler, özellikle de yerli olanlar, ve Alman orta sınıfında bulmasıyla sona eriyor. Bu aslında kitabın başından beri görebildiğimiz yaklaşımın sınıfsal düzlemde mantıki sonucu. Günün sonunda emekçilerden veya patronlardan bağımsız, uzayda salınan bir politik tercihin var olmayacağını biliyoruz.
Bu sayede SW’nin emperyalizm karşıtlığını genişlettiği ve çözüme ulaştırdığı nokta, neoliberalizm eleştirilerine benzer biçimde Avrupa Birliği’nin emekçi karakterle yapılandırılması, ülkeler arası ticaretin daha adil biçimde regüle edilmesi gibi öneriler oluyor. SW’ye göre istihdam sağlayan, parayla pulla pek işi olmayan, sınır ötesi operasyonları aklından dahi geçirmeyen küçük burjuvazi yaşamalı ve yaşatmalı.
Düzen mutlaklaştığı sürece gerçek sorun tespitleri, çözüme giderken talihsiz kazalara uğramak zorunda!
20 yılın ardından
soL’un Türkçe yayımladığı söyleşi SW’nin kitabında gerçekleştirdiği kalkış noktasından sonra vardığı yeri anlamak adına son derece değerli.
Alman siyasetinde geçirilen 20 yılın Kapitalizm Komada kitabının genç ve heyecanlı yazarını değiştirdiği ve “olgunlaştırdığı” görülüyor. ABD karşıtlığı emperyalist kamplaşmanın diğer ucu olan Çin ve Rus övgülerine, neoliberalizm eleştirileri ise Alman şirketlerinin öncelikli çıkarlarına varmış durumda. Kitapta Avrupa’daki ve Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist devletleri örneklemekten çekinmeyen Sahra, yerini sosyalizm, hatta solculuk iddiasından kaçarak “muhafazakar sol” terimini icat eden Sahra’ya bırakıyor.
Burada bir sürpriz yok, Almanya gibi merkez bir emperyalist ülkenin parlamento siyasetinde bu kadar uzun yıllar tutunmayı başarmış ve hazırlık yapmış bir kişinin yıllar geçtikçe sosyalizm ile arasını açması gayet doğal, aksi şaşırtıcı olurdu. Ancak Sahra’nın kitapta bahsini açtığı fikirlerin, sınıfsal temellendirmeleri itibariyle korunduğunu ve bir örüntüyle ilerletildiğini görmek önemli bir mesaj veriyor. Sınıflar arası siyaset yapılamayacağını Sahra’nın “kendisini özdeşleştirdiğini” söylediği Roza ilan etmişti. Kendisinin öyküsünün sonunu ise antipatik hemşerilerinden dinleyebiliriz.
Sen, yediklerinden ibaretsin
Ve sizler, ne yendiğini biliyorsunuz*
- *https://www.youtube.com/watch?v=T87rQx3MnJs&pp=ygUJbWVpbiB0ZWls