İstanbul Sanayi Odası (İSO) her yıl yapılan Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu çalışmasının 2023 yılı sonuçlarının ikincisini geride bıraktığımız hafta yayımladı. Çalışma ilk 500 ve ikinci 500 olmak üzere iki adımda açıklanıyor. Dolayısıyla bu hafta açıklanan rakamlarla beraber Türkiye’nin en büyük 1000 sanayi kuruluşunun 2023 yılı karnesi de ortaya çıkmış oldu. Biz de bu yazıda çalışmanın kamuoyuna açıklanan verileri ile elden geldiğince durumu özetlemeye çalışacağız.
Sömürü oranları tarihi zirvelerini koruyor
Çalışmanın en çarpıcı sonuçlarından biri 2021-2022 yıllarında ders kitaplarına girecek kadar çarpıcı bir biçimde yükselen sömürü oranları. Burada sömürü oranı olarak toplam katma değerde ücret dışı kalemlerin (kâr ve ödenen faizler) ücret kalemine oranını kullandık. Bir başka ifadeyle emeğin yarattığı değerde el konulan kısmın emeğin eline geçen kısma oranı. Buna göre Türkiye’nin ilk 500 sanayi kuruluşu için, AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılı ile pandemi öncesi son yıl olan 2019 arasında yüzde 95’lik bir ortalamada seyreden sömürü oranının 2020’de yüzde 125, 2021’de yüzde 210 ve 2022 yılında ise yüzde 271’e fırladığı görülüyor. Bir başka ifadeyle, 2022 yılında İSO 500’de ortalama bir işçinin aldığı 100 birimlik ücrete karşılık yarattığı 271 birimlik değerine el konulmuş.
Her ne kadar İSO 500’de 2023 yılında sömürü oranında yüzde 160’a doğru bir gerileme (!) yaşanmış gibi görünse de bu noktada EYT kapsamında ödenen kıdem ve ihbar tazminatları önemli ve tek seferlik bir yanılsama yaratıyor. Bu konuda resmi bir veri ne yazık ki yok. Ancak Zafer Yükseler1 yaptığı bir çalışmada, kimi varsayımlar altında, 2023 yılında EYT kapsamında ödenen tazminatların toplamda 800 milyar TL civarında olduğunu ve bunun milli gelirde emeğin payına ilave bir 3 yüzde puan eklediğini hesaplıyor. Bu bakış açısı ile İSO 500’de sömürü oranlarının 2023 yılında tarihi yüksek düzeylerini hemen hemen koruduğu rahatlıkla söylenebilir. Yukarıdaki grafikte dikkat çekici bir başka gelişme de tekelleşme eğilimi arttıkça sömürü oranlarının da sert şekilde arttığı gerçeği.
Sonuç olarak ortaya şu çıkıyor: Türkiye burjuvazisi pandemi ile beraber oluşan koşulları iyi değerlendirmiş ve işçi sınıfına ülke tarihinde önemli yer edinecek bir saldırı dönemi başlatmıştır. Bu dönem Mehmet Şimşek ile beraber başka bir faza geçmiş olsa da özü itibarıyla halen devam etmektedir. İşçi sınıfının saflarındaki iktisatçılar pandemi sonrası dönemi anlamak ve anlatmak konusunda daha fazla çaba harcamalı. Güzel ülkemiz birçok açıdan olduğu gibi, bölüşüm-sömürü ilişkileri açısından da fazlasıyla özel bir dönemden geçiyor, bu çok açık.
Ücret ve kârların seyri: Sermaye azgınlığı sınır tanımıyor
Patron örgütü İSO’nun iktisatçıları da sosyal medya ünlüsü holding ekonomistlerine taş çıkarırcasına kârların 2023 yılında enflasyonun altında bir artış gösterdiğini, yani bir anlamda kârların reel olarak gerilediğini öne çıkarmışlar. Halbuki meselenin aslı hiç de öyle değil. Sömürü oranlarında yaşanan sıçramanın ardında emekçi halkın bedelini enflasyon olarak ödediği kâr patlaması ve ücretlerin ezilmesi yatıyor, aşağıdaki tablo ve grafikten bunu anlamak mümkün: Pandemi ile beraber 1000 firmanın kârı reel2 bazda çığırından çıkmış ve 2022 yılında 1998 düzeyinin 6 katını aşan bir düzeye ulaşmış. İSO’nun bahsettiği 2023 yılındaki gerileme 1998 düzeyinin 4 katından biraz fazla bir seviyeye yaşanan gerileme! Öte yandan 2022 öyle bir yıldı ki işçi başı ücretleri ortalama dolar kuruna bölüp ABD enflasyonundan arındırdığınızda, dolar cinsi işçi başına reel ücretin 1998 seviyesinin yaklaşık yüzde 30 altına kadar gerilediği görülüyor. Buna karşın aynı dönemde patronlar dolar cinsi reel kârlarını neredeyse 4’e katlamış.
Özetlemek gerekirse, 2023 yılında kârlarda 2022’ye göre bir gerileme yaşanmış olmakla birlikte reel bazda düzeyler tarihsel ortalamaların hala kat kat üstünde. 2023 yılında ücretlerdeki reel artış ise EYT etkisine rağmen kârlardaki patlamayla kıyaslanamayacak düzeyde.
Türkiye’de servet etkisini görmeyen her analiz artık eksiktir
2023 yılı İSO çalışmasında önemli bir yenilik de var. 2023 yılı bilançoları için başlatılan zorunlu enflasyon muhasebesi uygulamasını çalışmaya yansıtmışlar. Konuyu okur için kısaca anlatmak gerekirse; bir firmanın 2004 yılında 100 liraya bir arsa satın aldığını varsayalım. Enflasyon muhasebesi uygulaması öncesinde, bu arsa, firmanın 2022 yılı bilançosunda da 100 lira olarak görünüyordu! Okur, bunu belki son yerel seçim öncesi İmamoğlu dahil adayların mal beyanlarından da hatırlayacaktır. Onlarca milyon liralık gayrimenkuller, alındıkları yıldaki alış bedelleriyle listeleniyor, mal varlığı ufak gösteriliyordu. Şimdi yeni uygulama ile firmalar, ilgili kalemin bilançoya girdiği tarih ile 2023 yılı arasındaki yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) artışı kadar bu kalemlere güncelleme yapmak zorunda kaldılar.
Peki konunun servet etkisi ile ilgisi nedir? Örneğin bilançolarda arazileri, araçları, binaları, makineleri vb. kapsayan maddi duran varlıklar kalemi enflasyon muhasebesi öncesinde İSO 500 için 1,4 trilyon lirayken, enflasyon muhasebesi yapıldıktan sonra bu rakam 4,7 trilyon liraya sıçramış! Yüzde 242’lik bu astronomik artış pandemi sonrası dönemde varlık fiyatlarındaki patlamanın servet sahiplerini nasıl ihya ettiğinin de bir göstergesi. Zira firma bilançolarındaki bu durum şahıs olarak burjuva vs. her türden tuzu kurunun sayısız malikaneleri, han-hamamları, lüks araçları, arazi ve arsaları için de geçerli. Bu anlamda sömürü oranlarında gelinen nokta korkunç olmakla birlikte, işin içine servetlerdeki patlamayı da katmayan her analiz Türkiye’de yaşanan eşitsizlik artışını açıklamaktan uzak kalacaktır.
Enflasyon: Suçlu kim, ücretliler mi kâr sahipleri mi?
Kabul etmek gerekirse, holding iktisatçıları enflasyonun ‘yüksek ücret artışlarından’ kaynaklandığı safsatasını toplumun emekçi kesimlerine kabullendirmekte önemli bir mesafe aldılar. En azından, ücretlerin adeta pres makinasından geçirildiği bir dönemde genel olarak ortama hâkim olan sessizlik buna işaret ediyor. Burada yukarıda belirtilen önermeyi yineleyeceğiz; pandemi sonrası iktisadi sürecin, bu özel dönemin emekçi sınıflara daha açık, daha çarpıcı şekilde anlatılması önemli bir görev, emeği çalınanların yanında saf tutan iktisatçıların sesi daha gür çıkmalıdır.
Konuya dönecek olursak, burada enflasyonu belirleyen dinamikleri önce milli gelir, ardından da İSO çalışmasındaki verilerle yapılan kimi hesaplamalar üzerinden ele alacağız.
Bu konuda en çok kullanılan yöntemlerden birisi gelir yöntemiyle milli gelir kalemlerinin ayrıştırılması ve milli gelir tanımlı enflasyona her bir kalemden gelen katkının hesaplanması. Rakamlar 2021 yılında enflasyonun yüzde 75, 2022 yılında ise yüzde 70’inin kâr artışlarından kaynaklandığını gösteriyor. 2023 yılında ise EYT etkisiyle, yüzde 38 ücret ve yüzde 52 kâr artışı kaynaklı bir tablo söz konusu. Genel olarak pandemi sonrası 4 yıllık enflasyonist dönem (2020-2023) üzerinden bakıldığında kabaca yüzde 23’e yüzde 67 olacak şekilde kâr artışlarının enflasyonda ana belirleyici olduğu bir tablo söz konusu (kalan kısım ürün ve üretim üzerindeki net vergilerden geliyor).
İSO verilerine dönecek olursak; ücret artışlarının firma maliyetlerini yükselttiği, buna karşın da firmaların fiyatları artırdığı ve sonuç olarak fiyat istikrarının bozulduğu en çok dile getirilen safsata. Peki rakamlar ne söylüyor? Bizim görebildiğimiz kadarıyla İSO 500’de toplam firma maliyetleri gibi bir kalem bulunmuyor, ancak net satışlardan dönem kârını çıkardığımızda geriye kalanı toplam maliyet olarak görmek teorik olarak mümkün. Ödenen maaş ve ücretler kalemini, bu toplam maliyet kalemine böldüğümüzde firmaların toplam maliyetinde işçi ücretlerinin payını bulmuş oluyoruz. Buna göre (İSO’nun buradaki rakamları 2013’e kadar gidiyor) 1000 firmanın işçi maliyetlerinin toplam maliyetlerdeki payı 2013’ten pandemiye kadar olan dönemde yüzde 7-8 aralığında seyrederken, 2021 yılında yüzde 5,4’e, 2022 yılında ise yüzde 4,4’e gerilemiş! 2023 yılında ise tekrar yüzde 7’ye yükselmiş. Patronların ve holding iktisatçılarının sabah akşam ağlaştığı ücretlerin toplam maliyetlerdeki payı işte bu kadar! Türkiye’de en ucuz olan şey işçinin emeği.
İkinci bir önemli veri ise brüt satış kârının net satışlara oranı olarak hesapladığımız kâr marjı. Yine şaşırtıcı olmayacak şekilde rakamlar, pandemi sonrası dönemde firmaların kâr marjlarını önemli ölçüde yükselttiklerini ve 2023 yılında da bu yüksek oranları büyük oranda koruduklarını gösteriyor. Kâr marjlarındaki artış, sermaye sınıfının, toplumda tümden bozulan fiyat algılamalarından da faydalanarak, maliyetlerinin çok üzerinde ürün fiyat artışı yaptıklarını açıkça gösteriyor. Enflasyonun ardındaki yegâne gerçek bu.
2024: Dibe doğru yarış…
2023 yılı ortaları itibarıyla Türkiye, ekonomi politikalarında “büyük sermayenin” programını merkezine almıştır; hem havuç hem de sopa göstererek sermayenin tüm katmanları bu program etrafında hizalandırılmış, burjuva muhalefeti de kendisini buna göre şekillendirmiştir. Bu yazıda uzatmaksızın, Mehmet Şimşek, yalnız AKP değil, CHP başta olmak üzere tüm burjuva muhalefetinin, “düzen partisinin” bakanı olmak mertebesindedir.
Şimşek ile beraber faiz hadleri belirgin şekilde yükseltilmiş, lirada değer kaybı süreci durdurulmuş, ‘iç talebi soğutma’ gibi sözüm ona bilimsel kavramlar altında ücretler dondurulmuştur. Bu şüphesiz önemli bir değişim, ancak kopuşun kendisi kadar sürekliliği de görmek bizler için elzem.
2023 Mayıs’ına kadar geçen sürede, yaratılan katma değerde emeğin aleyhine tarihi bir kayma yaratılmış, emeklilik sistemi zımnen paramparça edilmiş, sermayenin lira cinsi borçları enflasyon marifetiyle eritilmiş, varlık fiyatlarındaki patlamayla servet sahipleri ihya edilmiş, sermayenin döviz cinsi borçlarının kamuya aktarılması konusunda önemli mesafe katedilmiştir.
Listeyi uzatmak mümkün, diğer yandan bu yaşananların bir liyakatsizlik meselesi olmadığı, bunun adlı adınca bir sermaye saldırganlığı olduğunu açıklamak için bu kadarı kâfi. Bahsettiğimiz süreklilik budur. 2023 Mayıs’ı itibarıyla emekçi sınıfların ezilip, kârların patlamasıyla yaratılan enflasyonun, bu sefer emeğin ikinci kez ezilişiyle dizginlenmeye çalışıldığı bir program öne konulmuştur.
Emek cephesinde, acının 2025 ortasında zirve yapacağı ve kabaca 2027 sonuna kadar sürecek bir “kemer sıkma” öngörülüyor. Birincisi; ücretlerin “yaşam maliyetleri” karşısında ezildiği ve şimdilerde dondurulduğu bir dönemde, faizlerin geldiği nokta itibarıyla ücretlerden faiz kanalıyla sermayeye aktarılan pay devasa şekilde büyüyor. İkincisi, işsizlik dalgasının emekçileri vuracağı bir döneme doğru ilerliyoruz. Pandemi sonrasında oldukça önemli ve sektörel vs. tüm boyutlarıyla irdelenmeyi gerektiren bir proleterleşme süreci söz konusu oldu, şimdi bu proleter havuzunda işsizlerin büyüyen nüfusu ile karşılaşacağız.
Bunu TCMB’nin Enflasyon Raporlarında yer alan Enflasyon Tahmini grafiğinden okuyoruz. Grafikte kırmızı renkli eğri “çıktı açığı”nı gösteriyor. “Çıktı açığı” kavramını, gerçekleşen ekonomik büyümenin, “potansiyel büyüme” tahmininden hangi yönde veya ne kadar saptığı şeklinde tanımlayabiliriz. Potansiyel büyüme, ekonomide tüm üretici güçler tam kapasite çalıştırıldığında gerçekleşeceği tahmin edilen büyüme oranı anlamına geliyor.
Sermaye cephesine gelecek olursak; asgari ücret artışının enflasyon yaratmadığını, bu iktisadi koşullarda yaratamayacağını herkes biliyor aslında. Ortada kıymet verilen, ama aslında bambaşka bir mahiyete sahip bir durum söz konusu. Şimşek’in ‘büyük sermaye’ programı, faizlerdeki yükselişin yarattığı finansman maliyeti artışı ve döviz kurlarındaki kontrolün yarattığı fiyat dezavantajı kanalıyla daha küçük ölçekli sermaye katmanlarına önemli bir yük yüklüyor. Bu, işin sopa tarafı. Ücretlerin ezilmesi -Eximbank vs. gibi arpalıklar ile beraber- daha küçük ölçekli sermaye katmanlarına yedikleri sopa karşısında verilen ve mevcut programa biatlarını sağlayan bir havuç mahiyetinde. Asgari ücret tartışması budur.
Burada şimdiye kadar bir başarı sağlandı, küçük ölçekli sermaye katmanlarının temsilcileri Şimşek programına bağlılıklarını defaatle yineledi. Ancak bu, işlerin bundan sonra da böyle gideceği anlamına gelmiyor. İSO 2023 sonuçları, sanayi patronlarının, el koydukları artı değerden finans sermayesine aktarmak zorunda kaldıkları payın (ödenen faizler/milli gelir anlamında kar) arttığına işaret ediyor. Henüz, Yeni Şafak Gazetesi’nin “Bu operasyonu kim adına çektiniz” manşetini attığı ve Naci Ağbal’ın TCMB başkanlığından tasfiye edildiği noktada değiliz. Ancak 2024 son çeyreği itibarıyla gerilimlerin arttığına tanık olacağız. Karşı cephede yaşanabilecekleri de yakından takip etmemiz gereken bir döneme ilerliyoruz.