İşçi Hikayeleri | Üç numaralı koltuktan görünen muavin Serhat’ın hayatı...

'İntiharı düşündüm, Allah affetsin. Nişanlım yüzüme baktıkça ezildim, annem, babam hepsinin sözleri... Beş kuruşsuz gezdim durdum. Her yerde iş aradım. Sonra buraya tanıdıklar sayesinde girdim.'

Sancak Yıldız

Çoğu zaman söze yaşamak için aşmamız gereken engelleri sıralayarak başlıyoruz. Öyle ki bu düzenin yarattığı yıkımın insan hayatına yansımaları azımsanacak türden hiç olmadı, olmayacak da.

Zira, insanlığa güvencesiz ve yarını belirsiz bir bunalımı yaşam diye dayatan sömürü düzeninden başka türlüsü beklenemezdi.

Bu hafta işçi hikayelerinde, bahsettiğimiz hayatı yaşamak şöyle dursun, o hayatın içinde olup olmadığı dahi belirsiz olan, bizi bir yerden başka yere ulaştıran emekçilerden muavin Serhat’ın yaşamına ortak olacağız.

Öncelikle bu hikayenin arka planından kısaca bahsedelim...

İşçi hikayelerinde konuk almak için bir süredir Harem Otogarı’nda muavin arayışındaydık. Patron korkusuna rağmen konuk olacak muavini bulma umudum tükenmeye başlamışken Serhat’ın sesini işittik. Serhat o sırada otobüsün önünde tüm sefer hazırlıklarını bitirmiş, telefonunu açmış ‘Otogargara’ oyununu izliyordu. İnternette dolanırken karşısına çıkmış, o da içinde bulunduğu çalışma yaşamı ile benzerlik kurduğundan olacak ki oyunun içine dalmıştı sanki. Öyle bir keşmekeşte bu durumun yarattığı son umutla yanına giderek doğrudan sordum Serhat’a:

-Otogargara izliyorsun sanırım?

Tebessüm ve kaygı karışımı bir bakış atan Serhat ile hızlıca samimi oluverdik. Çaylar benden, senden noktasına  öyle hızlı geldik ki, işçi hikayelerinin yeni konuğu Serhat oluverdi.

İşçi hikayeleri kurgusundan bahsettikten sonra Serhat’la bir plan yaptık.

Serhat’ın çalıştığı bir seferde, onunla birlikte yolculuk yapacaktık.

Serhat’ın çalıştığı firmanın Diyarbakır seferinde yer bulduk ve sözleştik.

Gece 1.30’ta hareket eden otobüste Serhat’ın ısrarla altını çizmesinden dolayı 3 numaralı koltuktaydım. Gece seferlerinin tek güzelliğinin arada arka koltuklara gidebilmek olduğunu söyleyen Serhat, Bolu’ya kadar boş olan 4 numaralı koltuğa oturdu ve usulca söyleşmeye başladık.

'Muavin nasıl çalışıyor görmek istersen 3 numaraya oturacaksın'

Bunu hem merakımdan hem de anlamak için soruyorum. Belli ki bir sebebi var. Üç numaralı koltukta neden bu kadar ısrarcı oldun?

‘’Sen direkt söze girdin aslında. Ben sana söyleyeyim. Otobüste olanları bu ön dört koltuktan izlersin. Madem biz nasıl çalışıyoruz, otobüs nasıl oluyor, bunlar lazım, o zaman en iyi yer bu koltuklar. Ön dörtlünün hepsi olur da ben 3 numarayı çok seviyorum, o kısım ondan.’’

Dedik ya özgün biri Serhat diye. Meğer 3 numaralı koltuk, Serhat’ın boş geri dönüşlerde ya da geceleri laf etmeyen şoförlere denk geldiğinde çocukluğundan beri en sevdiği yermiş otobüste.

Çocukluğunda muavin amcasının ayarlaması ile annesinin kucağında 3 numarada İstanbul’a gelip giderlermiş.

İşte 3 numaralı koltukla Serhat arasında, hayatından ekmek kavgasına uzanan öyküsünde ayrı bir yeri var.

En azından Serhat 3 numaralı koltuktan görüyor yolda geçen hayatını. Bu koltuktan küfrediyor patron düzenine. Bu koltukta özlüyor nişanlısı Menekşe’yi..

1998 baharında Siirt’te dünyaya geliyor Serhat. Lise yıllarında ailesi Serhat’ı muavinlik yapan amcalarının yanına, İstanbul’a, 'iş sahibi' olsun diye yolluyor. Serhat da hem Siirt’te sıkıldığı hem de amcasının yaptığı muavinlik işine çocukken çok özendiğinden sevinçle kabul ediyor ilk başta bu durumu.

Sonrasında da askerliğini yapıp, döndükten birkaç ay sonra muavinliğe başlıyor. Hemen ardından da aşık olup Menekşesi ile nişanlanıyor.

İşe başladıktan kısa süre sonra, hevesin yerini pek tabii yorgunluk ve peşinden gelen umutsuzluk buhranı almaya başlıyor.

‘’İlk işe başladım. Nasıl çalışıyorum bir görsen. Tabii kardeşlerimin üçü okuyor, biri işsiz. Babam inşaatlara gitmiyordu uzun zamandır. Şanslıyım dedim habire çalıştım.’’

Sonra bu heves neden kırıldı peki?

‘’Görüyorsun aslında neden kırıldığını. Şoför de patron, host amirleri de patron, hepsi patrondan çok patron. Bir biz çalışanız sanki. İlk zaman inanmazsın belki ama ayda sadece 1 gün izin yapıp ay boyu sefer yapmışlığım var. Ama aldığım para hiç değişmedi. Ben daha da çalıştım ama yine değişmedi. Az biraz ek ücret verdiler, o da 250-300 lira. Baktım bunlar beni keriz yerine koyuyor, kavga ettim, mahkemelik oldum. Tazminatımı vermeden işten çıkardılar. Tazminatım yanında bilmediğim haklarımı da avukat anlattı, onları da vermediler.’’

Pandemi araya giriyor sonrasında. Asgari ücretli Serhat, asgari ücret dahi kazanamadığı bir belirsizliğin içinde aylarca yaşamaya çalışıyor o süreçte.

İntiharı düşündüm, Allah affetsin. Nişanlım yüzüme baktıkça ezildim, annem, babam hepsinin sözleri... Neyse ki beş kuruşsuz gezdim durdum. Her yerde iş aradım. Arada gündelik işler yaptım, ama sokağa çıkmak yasak, ne yapacağım? Sonra bu firmaya tanıdıklar sayesinde girdim en azından.

Şartlar düzeldi mi bu firmaya girince?

Diğerinde maaşımı üç ay vermemişlerdi. Burada en azından maaşımı veriyorlar. Buna şükrettiriyorlar adamı. Maaşım asgari ücretten fazla ama şartlarımız da söylediğim gibi. Bazen konuşuyoruz aramızda, bazıları diyor ki, beğenmiyorsan git daha iyisini bul diye. Böyle diyenleri de anlamıyorum. Ulan adamlar hem bizi keriz yerine koyarak çalıştırıyor hem de böyle konuşuyorsun.’’

Çalışma saatleri bu kadar belirsizken hayatına dair plan yapabiliyor musun ki?

Ne planı abi. Örnek vereyim sen hali gör... Ben geçen hafta Salı günü İstanbul-Diyarbakır seferine çıktım. Diyarbakır’da otobüste 6 saat uyuyup geri Diyarbakır-İstanbul seferine devam ettim. İstanbul’da o sırada arkadaşlarımla buluşurum diye plan nasıl yapayım ki?

Ne zaman geleceğim belli değil, nasıl geleceğim belli değil.Yorgunluk var. Eve gelince bir tek uyuyorum vallahi.

Nişanlınla da görüşemiyorsunuz Serhat sanki.

Sorma abi. O zaten pişman olmuştur belki benimle nişanlandığına. Düşünsene abi... Arada biri geliyor seni görüyor, 1-2 saat, belki bir gün işte. Sonra gidiyor otobüsle nereye giderse o gün. Sevmese insan katlanır mı böyle biriyle yaşamaya.

'Bizim suçumuz mu?'

Sömürü düzeninin hayatımıza kara bulut gibi çöktüğü yer bir tek ücretlerimiz değil elbette. Serhat’ın anlattıklarında bu gerçeğe yol boyu şahit oluyoruz. Sabaha karşı 7.30 gibi Ankara otogarına giriyor otobüs. Serhat hiç uyumadığını söylüyor yanıma kadar gelip. 'Bunu yaz olur mu abi?' diye de ekliyor. 

Zira sözün sonunu bize bırakmıyor Serhat:

‘’Ömrümüz yolda geçiyor, hem de öyle direksiyonda falan değil, insanların nazını çekerek. Bir sürü şeyler istiyor, bağırıyor, başka şeye sinirlenip bize gücü yetiyor yolcuların.

Halbuki ben de üç kuruş maaşla çalışan biriyim. Sanki benim bağırasım yok mu onlar gibi?

Ben daha içinden biliyorum nasıl bir tezgah kurduklarını firmaların. İnsanlara bilet sattıktan sonra ne halleri varsa görsünler mantığı var. Kimse kimseyi kandırmasın.

Ama biz çalışıyoruz abi burada. Bak az önce gördün, inen yolcuların valizlerini verirken aynı anda binen yolcuların valizlerini alıp, biletlerine göre düzenleme yapmak zorundayım ben. Bir tane valiz kaybolsa faturası bize kesiliyor.

Ekmek parası için böyle bir hayata katlanmak bizim suçumuz mu?’’