İşçi Hikayeleri | 'Patronlara kalsa, ha ahırda büyükbaş ha şantiyede inşaat işçisi'

Bu hafta 35 senelik hayatının neredeyse yarısını şantiyelerde geçiren inşaat işçisi Abdülkadir’le konuştuk

Sancak Yıldız

İş kazaları, ölümler, düşük ücret ve kölelik koşullarında çalışma... İnşaat işçileri deyince böyle başlıyoruz anlatmaya. Öyle ki, sömürü düzeninin barbarlıkta sınır tanımadığının ispatı olan bir iş kolundan söz ediyoruz.

İş kazalarının ardından; yıllarca mahkeme kapılarında bekletilen, hakları, gün aşırı, sınırsızca gasp edilen , hatta kimi zaman, direnişe geçip hakkını aradığı için ‘terör’ yaftasıyla devletin sopasını kaldırmaktan geri durmadığı inşaat işçilerinin yaşadıkları önümüze birçok fotoğraf koyar türden.

Bu hafta işçi hikayelerinde; 35 senelik hayatının neredeyse yarısını şantiyelerde geçiren inşaat işçisi Abdülkadir’le birlikteyiz.

**

'Bu sistem çocukluğumu bile benden almış; iyi bir gelecek verir mi?'

Yoksulluğun her dönem şiddetini koruduğu illerden olan Iğdır’da, on dört kardeşli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor Abdülkadir. İnşaatlarla tanışmasındaki asıl sebep olan büyük ağabeylerinin birçoğu Abdülkadir’e göre kendini bildi bileli İstanbul’a gelip gidiyor. Zira, ailenin geçinmek için bulduğu çare böyle oluyor birçokları gibi. Abdülkadir de diğer ağabeyleri gibi 9 yaşında katılıyor ekmek parası kazanma kavgasına.

Evet daha 9 yaşında iken abilerinin yanında okullar yaz tatilinde iken İstanbul’a geliyor. Bir tencere fabrikasında etiketçi olarak başladığı çalışma hayatını, okuldan vakit bulduğu her boşlukta devam ettiren Abdülkadir, zaman içinde, inşaatlara gelene kadar, neredeyse elinin değdiği her işi yapıyor.

‘’Çalışmaya mecbur olduğumu daha o yaşta hissettim. Babam evde değildi ve birçok derdimiz vardı. Abilerimle birlikte ben de aileme yardım etmeliyim diye yaz tatillerinde yanlarında gelmeye başladım. Anlatırken hatırlıyor tabi insan. İlk yevmiyem günlük 1 liraydı, lokantalarda da ortalama 2 lira.

Bu sistem çocukluğumu bile benden almış, iyi bir gelecek verir mi, neyse..’’

2007-2008 yıllarında, Taksim’deki bir şantiye ile birlikte inşaat işçiliğine tamamıyla merhaba diyen Abdülkadir, daha işe girdiği zamanlarla birlikte birkaç şeyin hızlıca gözüne çarptığını söyleyen Abdülkadir’in gözüne çarpanlar, inşaat işçilerinin koşullarına dair de oldukça içeriden bir ses oluyor.

‘’Tabi bizim oralarda o zaman ,fabrika vs., iş yok, güç yok.Doğu/G.Doğu’nun genelinde öyle. Hazırda kendine işleyeceği toprağı olan bir aile de değildik. Ben de inşaatlara bu sebeple daha hızlı yönelmiş oldum. İnşaatların taşeronları, formenleri ve en tepedeki sahipleri de buna göre kuralları koyuyor. Bir çok bölgede, yoksulluktan gelen insanlara şantiyede barınma imkanı veren inşaatlara kendini mecbur hisseden insanlar var diye düşünüyorlar. ‘Ali çalışmazsa Veli çalışır’ diyerek istedikleri gibi at koşturuyorlar.’’

Birçok inşaat işçisi gibi vasıfsız-kayıt/dışı başlayan inşaat işçiliğinde, görece daha belirli işler bulabilmek umuduyla kaynakçılığa yönelen Abdülkadir’in -bugün halen- daha yoğun şekilde, alınmayan güvenlik önlemleri ve işçilerin gasp edilen haklarından şikayetçi.

Patronların bu şekilde bakmasının da etkisiyle ,iş kolunda, sömürünün, baskının, iş kazalarının ve birçok hak gaspının hep arttığını söyleyen Abdülkadir, şantiyelerdeki çalışma   ortamı ve koşullarına dair örnekler sıralamaya başlıyor:

‘’15 katlı bir bina yapıyoruz bir şantiyede daha evvel mesela.Şimdi inşaatın ortasından yukarıya katlar yük asansörünün kurulması gerekiyor değil mi? Diğer türlü oluyor ama hep.Masraf  olur, taşıma maliyeti olur vb. Şeyler işçinin canından daha kıymetli.Çünkü asansör olmayınca yükü yukarıya daha amatör bir iskele sistemi ile taşıyoruz. Bildiğiniz balkon kısmının korumalıksız kısmında iskeleye uzanıp o ağırlıkta malzemeyi kata çekiyor o katta bulunanlarda. Kat dediğim de mesela 15. Kat ve açıktasın sonuçta. 

Bu kadar açık şekilde insan hayatı hiçe sayılır mı.Gerçi sayılır işte, çünkü bir şeyi inşaalarda daha iyi gördüm ki; patronlar ve hele o taşeronlar, ucunda daha fazla kar varsa o yükü iskeleye bile ihtiyaç duymadan sırf yevmiye veriyor diye işçinin sırtında da taşıtır.’’

-İşverenler, kar için bu kadar açık işçinin canını tehlikeye atabiliyor. Yaygın olan böyle çalışmak mı?

‘’Şimdi inşaatta genelde kırsal kesim insanı çalışıyor. Hani okumamış ya da okuyamamış adına ne dersen. Böyle olunca dediğim gibi her şeyi daha rahat yaparım diye düşünüyorlar.

İşe girerken örneğin ne gerekir mantıken inşaatlarda.

Bir liste olur. Bu insanın işi yapmaya engel sağlık sorunu var mı, engeli var mı diye kontrol edilir. Ama kağıt üstünde böyle. İşe girerken güvenlik, tedbir, maaş, sigorta. Hiçbir şeye bakılmadan imzalatılıyor ve işe başlıyorsunuz. Böyle olursa ölüm nasıl olmasın?’’

-İş güvenliği tedbirleri ile ilgili iş güvenliği uzmanları da çalıştıkları şirketlerden gördüğü baskı ve mobbing sonucunda kanunlara uygun hareket edemediklerini ve bu noktada ağır bir sorumlulukla karşı karşıya kaldıklarını sık sık dile getiriyorlar. Bunu da eklemek gerek.

‘’Orası ayrı tabi. Tanıdığım iş güvenlikçiler oldu. Bir sürü güzel insan da tanıdım. Mesela bir örnek vereyim yine, oradan anla bunu.

İskele kuran bir firma geldi çalıştığımız bir şantiyede. İskeleyi kuran çocuklar hiçbir halat ve önlem olmadan iskeleyi hızlıca kurmaya başladılar. İSG uzmanı geldi ve çocukları ciddi şekilde uyardı. Olacağı daha iyi görüyorlar değil mi sonuçta. İskele yapımı birkaç gün durunca, birkaç gün sonra çocuklar geldi ve iskeleyi aynı şekilde kurmaya devam ettiler. Ama İSG’ci gelmedi. Konuşamadım sonrasında ama bu şekilde olduğunda onlara da baskı uygulayıp gerekirse şantiyesini değiştiriyorlar ya da işten çıkarıyorlar. Olay devletin kontrolüyle de yürümediğinden özel firmalar nasıl çıkarına gelirse ona göre yürümek istiyorlar. Bunları hepimiz görüyoruz, biliyoruz.

Mesela asansör kuyuları olur şantiyelerde. O kuyular 2 metre civarı olur. Nasıl açılır bu kuyu? İş makineleri gelir ve yapar. Ama ben şimdiye kadar hiç böyle tehlikeli bir işi usulüne uygun yapıldığını görmedim diyebilirim. Genelde onca masrafı yapmak yerine işçilere zaten yevmiye veriyoruz, yapsınlar diyerek 2 metre kuyuyu önlem almadan insan eliyle kazmasını ve kaza olunca da kader demesini biliyorlar. Kadere ben de inanıyorum. Ama bu şekilde göz göre göre metrelik kuyuya inenlere mi geçerli kader anlamadım gitti.’’

-Oldukça önemli diğer başlık da malumun ücretler ve sigortalar. İnşaatlarda genel olarak bir sigorta ve ödenmeyen ücretler sorunlarını sık sık duyuyoruz.Çalışma koşullarının ortalaması nasıl gördüğün, bildiğin şantiyelerde?

‘’Genelde bilinen sabah 08.00-18.00 olur. Ama tabi böyle olmuyor.  İnşaatlarda herkes vasıfsız işçi olarak başlar şantiyeye. Mesela ben şu an kaynak ustasıyım .İlk işe başladığımda genel temizlik işleri gibi işlerle girdim. Şantiye böyle ayrılıyor. Tabi öyle çok fark varmış gibi olmasın maaşlarda.Ücretlerin asgari ücret kısmı bankadan, kalan mesailer de elden. Bir çok yerde biliyorsunuz, böyle işliyor sistem. Fark dediğim de 1000-2000 liradır.

İşçiler bu şekilde işe girer ama genelde taşeron firmanın formenleri işin hızlanması için fazla mesaiyi yükler durur. İşçinin itiraz etme şansı da pek olmuyor. Çok insan şantiyede kurulan konteyner ya da kaba inşaatlarda kalabiliyor. Konteynırlarda kaldıkları koşulları gören herkes anlar ne demek istediğimi. Küçücük alanda 6 kişi 8 kişi sıkıştırıp geçiyorlar. Kanun kural burada da işlemiyor.

İşçinin çaresi mi var eve çıksın. İstanbul’da kiraların hali ortada. Bu paralarla nereye, hangi eve çıkacak adam?"

-Barınma, yemek başlıklarını kastediyorsun sanırım?

‘’Evet. Ya şöyle düşün. Bir ahırda bile hayvanların özel alanı var önünde. Koğuşlarda o bile yok. İşçi memleketinden gelirken bir tek yatmak için gelmiyor değil mi ranzada. Yanın da eşyası, yükü de var. İki pantolonunu bile koyacağı yeri olmayan işçiler var konteynırlarda. Ben de daha yeni evlenene kadar konteynırlarda kalıp, çalıştım. Oralarda gördüklerim çok şey öğretti.

Yemeklerde zaten ünlü olduğumuz diğer şey. Ama şöhretimiz de yediğimiz böcekli, kurtlu yemeklerden geliyor. İnşaat işçisinin hali bu işte, bundan güzel anlatacak bir şey var mı?

İki tane yemekhane olur şantiyelerde. Birinde işçiler diğerinde yöneticiler yemek yer. Onlara tatlı da çıkar ,salata da çıkar, tabakları bile farklıdır işçilerden. Bizim yemekhane ise anlattığım gibidir.

Yanlış anlamayın, kimse de alınmasın ama inşaat firmalarına, patronlara kalsa ha ahırda büyükbaş hayvan ha şantiyede inşaatçı.

Lafı dolandırmaya gerek yok, yukarıda Allah var. Aynen de böyle.’’

'Yalnız bir işçi, patronlar içi, hayatı hiçe sayılabilir çaresiz biri demek'

-Ne gibi bir değişim oldu fikirlerinde? 

‘’Bir kere sendikayı tanıdım. Bir şantiyedeyken amcamı kaybettim yakın zamanda. Memlekete cenazeye gidecektim ve alacaklarım vardı. Gittiğimde gasp etmeye kalktılar alacaklarımı. Bir yanda cenazem var diğer yanda hakkımı göz göre göre vermiyorlar. Ben çalışmışım 3 yıl mesela, adam bana 1 yıllık tazminat vermeye çalışıyor. Bu sorun çok yaşanıyor onu da ekleyeyim yine. Neyse, sonra sendika ile ilişkiye geçtim. Dev Yapı İş sendikası ile. Sağolsun Özgür başkanlar yanımda durdu, birlikte akıl fikir yürüttük, avukat ilgilendi. Ben o sayede alacaklarımın birazını alabildim de cenazemi kaldırmaya gidebildim.

Bu olay beni etkiledi ve yalan değil utandırdı ilk zamanlar.’’

-Neden dolayı utandın?

‘’Önceden televizyonlarda gördüğüm gibi tanıyordum sendikaları falan. Şu an bir sürü insan hala sanıyor. Yasadışı görüyordum. Polis cop vuruyor, gaz sıkıyor vs haberlerde. Ama halbuki sendikayı tanıyınca, 9-10 yaşından beri çalışıyorum, ilk kez hakkımı isterken yalnız hissetmedim. Bundan büyük güzellik olur mu? Sendikadan sonra başımıza bir şey geldiği zaman arayacak başka insanlar oluyor. Onlar senin çalıştığın yere geliyor hakkını ararken sen onlarınkine gidiyorsun. Mesela geçenlerde arkadaşlarımın yaptığı direnişe destek için başka yerlerde iş bulma, yer bulma ya da yardımlaşmak için çalışmadığım günleri onlarla geçirdim. Hiçbir çıkar beklemeden böyle şeyler olması insanı mutlu ediyor. O yüzden arkadaşlarıma her gün söylüyorum. Ben de öyle bilirdim ama öyle değil diye. Birlikte olmalıyız, en çok bunu öğrendim açıkçası. Parası aylardır verilmeyenler, işten atılıp parasız da kalınca parklarda gecelerini geçiren insanlar, bunun gibi neler neler. 

Yalnız bir işçi ,patronlar için hayatı hiçe sayılabilir biri demek. Bunu bilirim, bunu söylerim.’’

-Peki bugünkü kriz koşullarında evlilik masrafı da geldi üstüne. Nasıl geçiniyorsunuz?

‘’Geçinmiyoruz ki. Hayatta kalmaya çalışıyoruz. Evlilik masrafı, evin kirası derken etin, sütün tadını zaten unuttuk. Oraları çoktan geçtik biz. Bak mesela hiç dikkat ettin mi bilmiyorum ama en azından beyaz et-tavuk alayım diyorsun. Son kullanma tarihleri 5-6 gündür. E benim gibi çalışanlar ,hatta üstüne çoluğunu çocuğunu okutmaya çalışan arkadaşlarım var. O alabildiği tavuğu idareli şekilde yayarak kullanmak istese mecbur 5-6 güne tüketmesi lazım. Yani marketler bile diyor ki; 5 günde bir al eti. O bile işçilere göre değil, parası olanlara göre satışını, kullanma tarihini planlıyor. 

O yüzden geçinmek hak getire. İnsanlar bunalımda, Şantiyelerde hem şartlar ağır hem de koşullar kötü. Üstüne markette tavuk etini bile alamayınca suratı hep düşük insanların.’’

'Ya birlikte oluruz ya da patronlara yem oluruz'

-Nasıl çıkılır bu işin içinden peki, son kez bunu sormuş olayım?

"İşçilerin hele ki inşaat koşullarında örgütlenmekten başka hiçbir çaresi yok. Zaten başka çare bulacak parası, pulu bir şeyi de yok. Yanında aynı sıkıntıyı çeken ile birlikte olmaktan başka çözümü de yok. En basitinden 1 yıl çalıştığında bile alması gereken kıdem tazminatı vermiyor patronlar. Çok oluyor demiştim bu hatırlarsan. Bu kadar düşük ücreti ile vermeyen bir zihniyete karşı mücadele etmekten, hakkını aramaktan başka ne yolu olabilir yoksul olanın? O yüzden son sözüm olacaksa bu olsun.

Ya birlikte oluruz ya da patronlara yem oluruz."