İplik eğirme çıkrığı ve Efe Demir

Efe de arkadaşları da Marx’ın Silezya’lı işçilere yakıştırdığı cesaretli, basiretli ve sabrılı olma sıfatlarını çoktan hak ettiler.

Eren Orhan

İplik eğirme çıkrığı, kapitalizmin hakim üretim tarzı haline geldiği ondokuzuncu yüzyıl Avrupa’sındaki dokuma tezgahlarının ve günümüz modern tekstil makinelerinin atası. 

Efe Demir ise depremzedelerin kredilerinin ertelenmesine dönük talebinden dolayı Yapı Kredi Teknoloji şirketininde uzun çalışma saatlerine ve mobinge maruz kaldıktan sonra geçtiğimiz gün yaşamına son vermiş bilişim emekçisi.

İngiltere ve birçok Avrupa ülkesinde kapitalizm ulusal pazar oluştururken ve uluslararası ticaret miktarı hızla artarken dokumacılık başı çeken üretim etkinliklerindendi. Bundandır ki aynı zamanda sömürünün en yoğun ve en acımasız biçimde yaşandığı alanlardan biriydi.

Efe Demir çoklarına göre bir işçi olmamakla birlikte bankacılık sektöründe kariyeri tavan yapmış, yüksek ücretler kazanan, amorf bir toplumsal kimliğe sahip, işleri tıkırında umursamaz bir vatandaştı. Ta ki iş yerinde depremzedeler için ortaya koyduğu ilkeli duruşunun ardından canına kıyana kadar. 

Üretim tarzı kavramına geri dönelim ve ufak bir giriş yapalım. Marksizme göre belirli bir üretim tarzını belirli bir üretim ilişkisi ve merkezinde insan emeği olan çeşitli üretici güçlerin karşılıklı etkileşim ve belirlenimine dayanan biraradalığı oluşturur. İnsan emeğinin ücretlendirilmesini merkeze koymuş bu ilişki aynı insana emeği karşılığında verdiği ücretten çok daha fazlasını piyasa mekanizması yoluyla ondan geri alır. Bu emeği harcayan için yoksulluk üretirken emeğin sonuçlarını piyasada değerlendiren için zenginlik üretir. Üretici güç ise değer yaratan üretim sürecinin maddi kaynaklarıdır. İnsanın emeği, bilgisi ve iplik eğirme çıkrığı gibi üretim araçları bu kategoriye dahil olur.

Bu kısım anlaşıldıysa Silezyalı Dokumacıların mücadelesinden bahsederek yazımıza devam edebiliriz. Yıl 1844, aylardan Haziran, yer Almanya-Silezya, farklı uluslardan kadın-erkek-çocuk kırk bine yakın işçinin çalıştığı tekstil havzasında yer yerinden oynadı. Yarattıkları etki egemen sınıfları siyaseten korkuttu. İşçiler doğrudan namluların ucunda buldular kendilerini. Sömürüye karşı başlattılan bu ayaklanmaya dair Marx şöyle demişti; “Velhasıl, tarih, böylesi bir cesaretle, basiretle ve sabırla gerçekleştirilmiş tek bir İngiliz işçi ayaklanmasına tanıklık etmedi.

'Silezyalı Dokumacılar' [Karl Wilhelm Hübner -1 Ocak 1846]

Silezyalı işçiler ağır çalışma koşullarına kurban verdikleri çocukları için, günde 14-15 saati bulan çalışma saatlerini kısaltmak için ve kendi ürettikleri kumaşları giyebilmek için yoksulluğa karşı ayaklanmışlardı. Marx’ın bu ayaklanma özelinde dikkat çektiği özellikler bir işçi hareketine potansiyel atfetmek adına kıymetli: Cesaret, basiret ve sabır... Marx’ın deyimine göre; sanayicilerin yanında bankacıları da hedef alan bu ayaklanma döneminin ilerisinde ideolojik formasyona sahip. 1848 Devrimleri’nin öncülü niteliğindeki bu ayaklanma işçi sınıfının siyasi alana dönüştürücü düzeyde etki edebileceğinin ilk büyük kanıtıdır. Bu çapta bir toplumsal hareketin talepleri sanat alanında da yankılanmış ve bir çok sanatsal üretime esin kaynağı olmuştur. En bilineni Heinrich Heine’nin Silezyalı Dokumacılar1 şiiridir.

Yuf o krala, zenginlerin adamına,
halkın yoksulluğuna hiç aldırmayan o krala,
bir de soyar bizi varana dek son kuruşumuza,
kurşunlatır köpekler gibi sokak ortasında bizi.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

...

'Dokumacıların Yürüyüşü' [Käthe Kollwitz -1897]

O günden bugüne geldiğimizde hakim üretim tarzı değişmedi, hala emeğin ücretlendirilmesiyle karekterize olmuş kapitalist üretim ilişkisi çekirdek bileşen olarak yaşadığımız hayatı belirliyor ve hemen hemen her alanda emekçiler için cehenneme çeviriyor. Fakat üretici güçler başlığında çok ciddi biçimsel değişiklikler var. Temel üretici güç insan emeği olmaya devam ediyor fakat insanın üretim etkinliği amacıyla kullandığı araçlar çok değişti. Söz konusu değişim iplik eğirme çıkrığından bilgisayarlara doğru muazzam bir değişim. Öte yandan aynı kalan sadece üretimin kapitalist karakteri değil. Silezyalı işçilerden Efe’ye “bıçağın kemiğe dayanma durumu” hiç değişmedi.

Efe Demir de karşılığında belirli bir ücret aldığı gündelik işlerini yerine getirebilmek için bilgisayar altyapısını kullanan bir emekçiydi. Fakat sektör teknoloji olduğunda bu sektörde çalışanlara bakış açısı da çoklarına göre değişiyor. Bir dokuma tezgahı fabrikasından bir veri merkezini(data center) veya sunucu tarlasını(server farm) ayıran bir şey mi var ? Dokuma tezgahı belirli materyalerin birleşimiyle akıllı bir tasarım sürecine tabi tutularak insanın zihin ve kol emeği tarafından ortaya çıkarılıyor. Peki bilgisayar altyapıları dünya dışı uzaydan mı geldi veya bu altyapının üzerinde çalışan uygulamalar/yazılımlar bir takım doğaüstü güçlerin  büyüsü mü ? Hayır, çip ve bir miktar elektriksel donanım elemanın anlamlı akılcı bir yolla belirli bir amaca yönelik bir araya gelmesiyle oluşturuluyorlar. İki üretim aracını birbirine indirgeyip eşleyen ben değilim üretim sürecinin kapitalist niteliği. E öyleyse nedir teknoloji sektöründe çalışanlara karşı sınıf dışlayıcı bu tavır? Bu tavrın kaynağı hem bizzat sektörde çalışanlar, hem toplumun geri kalanı, hem de siyasi varlığını emek hareketine dayandıran siyasi yapılar...

Efe Demir bize gösterdi ki fabrikadaki dokuma tezgahı başında da plazalardaki komut satırı başında da olsak kapitalist üretim ilişkisinin olduğu her iş yerinde insanlık değerlerinin yitimi, yozlaşma ve ağır sömürü koşulları var, bunların karşısında ise başkaldıran ve “Kral çıplak demenin suç addedildiği bir ülkede, ben en azından kurumum açısından kral çıplak diyorum. Bir şeyleri yoluna koymak için hala çok geç değil” diyenler var olacaklar.

Semaye düzeni teknoloji sektöründe çalışanlara sağladığı göreceli ekonomik konfor ile onları emekçi sınıfın geri kalanından daha izole sosyal bir hayata hapsetmiş olabilir  fakat hapsedildikleri ve bundandır ki özgürlük hareketine katılma potensiyeli taşıdıkları gerçeğini değiştirmiyor. Efe Demir’den dinleyelim. “Tek bir şeyi iyi yapıyorsunuz, o da görece iyi para veriyorsunuz. Yarın bir gün çalışan ve çalışmayan arkadaşların primlerini de özelleştirirsiniz, somut bir kaynak aktarırsınız başarılı arkadaşlarımıza. Ama çalışanlarınızın bu parayı kullanabilecek zaman ve kaliteli psikoloji içinde olup olmadığını gram önemsemiyorsunuz”. 

Efe mektubunda kapitalist şirketin açık ve sade eleştirisini yapıyor: Toplumsal sorumluluğunu üst seviyede olarak lanse ettiğimiz bankamızın yukarıdaki aksiyonların hiçbirini depremde zarar görmüş tek bir yurttaş mutlu olsun diye almadı. Hepsi tamamen ticari ve stratejik hamlelerdi.

Dokuma tezgahı başına koyulan emek-zamanı ücretlendirilmiş olanla, bilgisayar ekranı başına ampül gibi sabitlenmiş olanı birbirine bağlayan ve belirli düzeylerde eşleyen kapitalist üretim sürecine dikkat çekilmeli ve kişiler üzerinde yarattığı tahribata örgütlü bir karşı koyuşu yaratmanın yollarını bulmalı. 

Efe gibi sermayenin iki yüzlü karakterine karşı ilkeli durabilen bir insanı saflara kazanmak yerine bu derece acı bir biçimde kaybetmemiz sektörde yeterince örgütlenilmemiş olunmasıyla ilgili. Efe’nin sinir krizi geçirmiş olması ne kadar “konfor”lu imkanlara sahip olsa da gerçek bir hayata sahip olmadığını anladığında yalnız hissetmesiyle ilgili, kolektif bir akıldan yoksun bireysel eylemlerin onu çaresizliğe götürmesiyle ilgili. 

Efe’nin intiharının ardından çalışma arkadaşlarının Yapı Kredi sistemlerini geçici süre durdurmaları ve gündelik hayatları aksayan Yapı Kredi müşterilerinin bankanın kapısına dayanmaları bilişim emekçilerinin örgütlü hareketindeki gücün ve potansiyelin bir kanıtı olarak görülsün. Teknoloji sektörü sırtını emekçilere yaslamış siyasi yapılar tarafından her zamankinden daha fazla önemsenir hale gelsin. Efe’nin ölümü boşuna değildi...

Efe de arkadaşları da Marx’ın Silezya’lı işçilere yakıştırdığı cesaretli, basiretli ve sabırlı olma sıfatlarını çoktan hak ettiler. Silezyalı işçilerin o dönemin toplumsallığında yarattığı siyasi etkiyi yaratacak bir örgütlülüğe teknoloji sektöründe kavuşmak ve ha elimizde iplik eğirme çıkrıkları ha bilgisayarlar bu düzeni yıkmak ümidiyle... Hoşçakal Efe...