4 Aralık Dünya Madenciler Günü.
Yılda bir kere hatırlanan madencilerin haberlerde ve televizyon programlarında yeniden haber olduğu, zaman zaman bir sofrada karanlık bir fotoğrafla resmedildiği günlerden bir tanesi.
Oysa madenciler yalnızca ölümle ya da grevle hatırlanmak istemiyor. Ama bir tercihleri olacaksa cesur bir şekilde grev diyorlar. Buna rağmen Erzincan'da hikaye ne yazık ki pek da parlak değil. Toprak, İliç’te kanıyor adeta. Erzincan’ın sessiz dağları, yıllardır altın için delik deşik edilen vadileriyle bir çığlık gibi yükseliyor gökyüzüne.
Bu, bir köy hikayesi değil, İliç’teki bir yaşam mücadelesinin gerçeği.
Her şey, o “büyük altın” vaatleriyle başlamıştı. “Kalkınma, zenginlik, iş imkânı” dediler. Ama altın patronları toprakların altına, yalnızca altın değil, doğanın bağrına saplanmış zehirli kimyasallar, siyanür havuzları ve yitip giden bir yaşam bıraktılar. İliç’te altın çıkarılırken sadece toprağın damarları delinmedi; su, hava, hayvanlar ve insanlar da zehirlendi.
"Eskiden yaşı gelen giderdi toprak altına. Şimdi kimsenin garantisi yok. İşin kötüsü iş de yok. Toprağın üstünde kalmak daha iyi mi o da belli değil" diyor köylülerden biri. 13 Şubat 2024 tarihinde gerçekleşen ve 9 kişinin yaşamına mâl olan faciadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamış İliç'teki Çöpler Köyü'nde. Geride kalanlar, duran zamanı anlatıyor bir yanıyla.
'Kuzuyu kurt ile aynı sofrada gördük, biz şimdi kime güvenelim?'
soL'a konuşanlardan biri eski maden işçisi.
Faciadan sonra tazminatlar ödenmiş, sus payları verilmiş, "Haydi herkes evine" denmiş. Esnafı da öyle işçisi de: "Adım geçmeyecekse konuşurum."
Bu korku ya da kaygı, adı her neyse, her sohbetin belirleyeni. "Neden böyle korkuyorsunuz? Korkunuz neden?" diye sorunca gülüyor madenci: "Güzel kardeşim. Siz bilmiyorsunuz buraları. Televizyonlarda, Twitter'da falan görüyoruz. Millet 'Bu kadar insan öldü niye kimse tepki göstermiyor' diyor. Nasıl gösterelim? Kime gösterelim? Burası küçücük yer. İliç buranın en büyük yeri. Köyden sonra herkesin ihtiyacını karşıladığı tek yer. Aha bak burası avuç içi kadar bir yer. Burada her şey duyulur. Hiçbir şey gizli kalmaz. Faciadan önce kaymakamını, sendikacısını, maden patronunun, hakimini savcısını aynı sofralarda yemek yerken gördük. Herkes gördü ha! Bir ben değil. Yani öyle gizli kapaklı da değil. Şimdi ayı sofraya oturanları birbirine şikayet edelim diyorlar. Kuzuyu kurt ile aynı sofrada gördük. Biz şimdi kime güvenelim?"
Madencinin anlattıkları dönüp dolaşıp aynı yere geliyor: "Burası er ya da geç açılacak. Kimse işini kaybetmek istemiyor. Bu yoklukta toprağın üstünde olmak, altında kalmaktan çok farklı değil..."
'En güzel yıllarımı verdim madene, ne kaldı elimde?'
Bir diğer madenci Şubat ayından sonra aldığı tazminatla idare ettiğini söylüyor. Yaz aylarında inşaatlarda amelelik yapmış. "Elimizden de gelmiyor yalan yok. Kaba işçilik yaptık. Benim yaşım 48. Bu saatten sonra elim mala da tutmaz boya da. Yevmiye usulü getir götür işi yaptım. Sıvacılara harç taşıdım" diye giriyor söze.
En güzel yıllarını madende çalışırken geçirdiğini söylüyor. "Heba ettim keşke madene gireceğime hayvancılık yapsaydım. En azından evimin önünde iki üç tane koyunum kuzum olurdu. Belki peynire süte para vermezdik" diyor. Şimdi ise elinde ne iş var ne emeklilik. Bir umut madenin yeniden açılmasını ve işlerin başlamasını bekliyor. Bir süre daha açılmazsa maden gurbete gidip çalışırım diyor ve ekliyor: "Bu maden er ya da geç açılacak. Elbette başka kazalar da olacak ölümler de. Başka çaresi yok insanların."
'Toprak değil bu artık, zehir!'
Madenciler İliç'in tek belirleyeni olmuş yıllar içinde. Esnaf ona göre açmış dükkanını, servisler ona göre döndürmüş tekeri. Esnaflardan biri simidini, poğaçasını tezgaha dizerken, "Maden kapandı eski havası kalmadı buraların. İnsanlara hayvanlarını sattırdılar, topraklarını bıraktırdılar madene soktular. Şehir dışından yüzlerce insan geldi, yerleşti civara. Şimdi o günden sonra maden de kapatıldı. Çarşı bomboş. Şehir dışından gelen taşeron işçiler döndüler. Biz bize kaldık. Geri döneceğimiz bir toprağımız da yok, kapısında besleyeceği hayvan da kalmadı" diye anlatıyor olanları. "Toprak desen zehir. Ekilip biçilir mi onu da bilmem..." diye tamamlıyor sözlerini.
Yıllar önce açılan siyanür havuzları, 13 Şubat günü patladı ve o patlamayla birlikte köylerin bildiği her şey değişti. Köylüler, o patlamanın ardından tüm olanları soluksuz izlemiş. “Zehir akıyor, su içilecek gibi değil” diyor esnaf. Nehir kenarındaki bahçeleri anlatıyor. “Çocuklarımızın oynadığı bu su şimdi ölüm. Her yudumda boğazımıza bir korku düğümleniyor” diyor.
İliç'te geride kalanlar ölümü görüp sıtmaya razı bırakıldıklarını söylüyor. Ucunda ölüm var. Ama hepsi "Bir açılsa da maden. İşler yoluna girse artık" diye bekliyor.