Hegemonyanın sonu: 1972 Münih basketbol finali 

1972 basketbol finali tartışılmaya devam ediyor. Özellikle Post-Sovyet dönemde doruğa çıkan Sovyetler Birliği’ne saldırmanın dayanılmaz hafifliği, kendisini sportif kulvarda da yeniden üretiyor.

İsmail Sarp Aykurt

1972 Münih basketbol finali, 1971’de Çin’in davetiyle ülkeye ziyarette bulunan Amerikan masa tenisi takımının ilham verdiği isimle “ping-pong diplomasisinin” aksine bir gerilimi azaltma vesilesi haline gelmedi. Tam aksine basketbol, Sovyet-Amerikan ideolojik rekabetinde yeni bir sportif gerilim başlığı oluyordu. Bunu başlatan ise basketboldaki Amerikan hegemonyasını hırpalayan Sovyetler Birliği milli basketbol takımı idi.

Uzun saniyeler gecesine doğru

1972 Münih Olimpiyatları’nı yaşayanlar bilirler. Akla ilk gelen, spordan öte katliamdır. 26 Ağustos-11 Eylül tarihleri arasındaki olimpiyatlarda, 4 Eylül’ü 5 Eylül’e bağlayan gece gerçekleşen ve sonucunda 11 İsrailli sporcu ile 5 Filistinli militanın öldüğü olaylar ciddi bir infiale sebep olmuştur.

Ancak Soğuk savaşın gergin havası sportif atmosferin çok ötesine geçmiştir. 1972 basketbol finali de böyle bir atmosferde oynanmış olmakla birlikte SSCB-ABD spor karşılaşmalarının olimpiyatın önüne geçtiği bile öne sürülebilir. Seneler boyunca etkisi ve tartışması devam eden basketbol finali de böyle bir iklimde oynanmıştır.

Elim olaydan sadece dört gün sonra, 9 Eylül günü gerçekleşen final, İtalyanları eleyen ABD takımı ile yarı finaldeki rakibi Küba’yı 67-61’lik skorla geçen Sovyetler Birliği’ni karşı karşıya getirir.

1972 yılına kadar olimpiyatlarda hiçbir maçını kaybetmeyen Amerikan takımının mutlak favori gösterilmesi bir yana, Sovyetler Birliği’nin ona rakip görülmesi bile onların nezdinde absürt bir uydurma olmakla birlikte gerçek dışıdır!

Hatta Amerikalıların öne sürdüklerine göre, Sovyetler Birliği basketbolu ‘kendilerinden’ öğrenmiş; 1960 yılından sonraki tüm Sovyet oyuncuları, NBA logosuna can veren ikonik siluetin sahibi ünlü oyuncu Jerry West’in maç kayıtlarını izleyerek yetişmişlerdir.
 
Sorun, Jerry West değildir; Amerikan kibri ve küstahlığı yine ön safhadadır.

Aslında iddianın kaynağı olarak 1960 Roma Olimpiyatları’nda Oscar Robertson, W. Bellamy ve J. West’li kadrosuyla Sovyetler Birliği’ne karşı 81-57’lik skorla kazanılan ve West’in 19 sayı atarak yıldızlaştığı maç gösterilir.

Hatta ileri gidilir; büyük Sovyet basketbolcu Sergei Belov, “Sovyetler’in Jerry West’i” olarak karakterize edilir.

Oysaki Sovyet ve Avrupa basketbolunun en büyük isimlerinden Belov, basketbolun gelmiş geçmiş en büyük şutör oyun kurucularından (guard) biri olarak ve kendine özgü oyun anlayışı ile Sovyet basketbol okulunun yetiştirdiği bir sporcudur.

Aynı zamanda, FIBA’nın seçtiği en iyi oyuncular arasında da yer alacaktır.

Basketbol düşkünü yazar Aksyonov onun için şöyle demiştir: “Maç ne kadar zorsa, o kadar iyi oynuyor ve hedefi her vurduğunda zaferle yumruklarını sallıyor”.

Soğuk savaş, parkelerde de tüm sıcaklığıyla hissediliyordur. Olimpiyatlar da bir diplomasi aracından çok adeta bir arena hâline gelmiştir. Keza, bunun sonuçları yıllar içerisinde daha çok görünür hale gelecektir.

Sovyetler Birliği basketbol takımı 1971 EuroBasket’i kazanan önemli kadrosu ile gelmiştir Münih’e. SSCB, önemli başantrenör Vladimir Kondrashin ile asistan koç Sergei Bashkin liderliğinde iyi ve kolektif oyun kabiliyetine sahipbir kadroya sahiptir.

Rudi-Sedlmayer Halle’de tarihi akşam

9 Eylül günü, iki ekol takımın ve iki farklı toplumsal sistemin parkelerdeki yansımalarının karşı karşıya geldiği gündür. 

Batı Almanya’nın tozlu parkelerine Sakandalidze, S. Belov, Korkiya, A. Belov ve Zharmukhamedov ilk beşi ile başlayan Sovyetler Birliği, Sergei Belov öncülüğünde maça iyi bir başlangıç yapar. Genel olarak gergin bir havada geçen maç, ikinci yarıda yoğunlaşan tartışmalar ile kesilir. Maç içinde her iki takımdan da diskalifiye edilen oyuncular olur ve küçük bir fark ile Sovyetler öndedir. 

Görece sakin geçen ilk yarının aksine, ikinci devrede bir ribaund mücadelesinde Sovyet Korkiya ile Amerikan oyuncu Jones diskalifiye edilir ve gerginlik maçın dışında olduğu kadar içerisinde de hatrı sayılır ölçüde kendisini hissettirir.
Ancak maçın gidişatı aynı kalmayacaktır. Bir basketbol karşılaşması normal olarak geri dönüşler ve farklı ritimler barındırdığından, Amerikalı basketbolcular atletik özelliklerini ve çabukluklarını da kullanarak maça tutunurlar. Sergei Belov’un hücum varyasyonlarına çözüm üretemeyen ABD, Amerikan hücumcularını bir süre durduran Sovyet müdafaasına rağmen ve kimi yerlerde aksasa da maça ortak olmayı sürekli sürdürür.

Basketbolun içinden konuşacak olursak, koç Henry Iba’nın taktik kurgusu sebebiyle daha tutucu ve dönemi de yansıtan bir atmosferde ağır tempolu bir oyuna sadık kalan Birleşik Devletler hücum oyuncuları, yerleşme ve sahaya yayılma (spacing) sorunları yaşamaktadır.

Kapanan fark sonlanmayan tartışmalar

Kısa bir zaman sonra, Sovyet oyun temposu düşer ve fark kapanır. Maçın tamamlanmasına 7 saniye kala, daha önceden 10’a kadar çıkan fark 1’e iner.
Sovyetler 49-48 öndedir. Hücum sırası da Sovyet basketbolcularda olduğundan aslında Sovyet takımı avantaj sahibidir. Ancak, basketbolun tabiatında var olan, fakat hesapta olmayan bir top kaybı pahalıya patlayacaktır. 

Faul almayı başaran ABD’li oyuncu Doug Collins iki serbest atış kullanır.
ABD, serbest atışlar sonrasında 1 sayı öne geçmiştir. Sovyet basketbolcular dip çizgiden (baseline) oyunu başlatır ancak 3 saniye içerisinde kullanması gereken topu hiç de iyi değerlendiremez.
 
Maçı kazandığını düşünen ABD tarafındaki sevinç görülmeye değer olsa da; kısa sürelidir.

Sovyet kenar yönetimi duruma hemen itiraz eder ve o zamanki kurallar ile söylenirse, elektronik bir aygıt vasıtasıyla alınan mola gözden kaçırılmıştır. FIBA yetkilileri sahaya inerek kısa bir inceleme yapar ve topu Sovyetler Birliği’ne teslim eder.

Sovyet antrenörler Kondrashin ve Bahskin’in hakem masasına koşmalarıyla başlayan sürecin nedeni açıktır.

 O günün kurallarına göre, ikinci serbest atış sayıya dönüştükten sonra takımların mola alması olanaklı değildir. Bu duruma göre, Sovyetler Birliği’nin mola hakkını kullanamadan topu kendi yarı sahalarından oyuna sokması gerekecektir. Bu da taktik ve oyun planları gereğince kabul edilemez bir şeydir.
 
Sovyet koç Kondrashin, yine dönemin kuralları gereği molasını serbest atışlar kullanılmadan önce elektronik aygıtın düğmesine basıp, masadaki lambanın yanmasını sağlayarak talep etmiştir. 

1972’deki mola alma kuralları bellidir: Ya hakem masasındaki kırmızı lamba teknik ekibin elinde bulunan aygıt yolu ile yakılacaktır ya da sözlü bir talepte bulunulacaktır hakem masasından…

Mola meselesi, bu maçtan yıllar sonra da ve özellikle emperyalist ana akım medya tarafından sıklıkla kurcalanacaktır.

Mola meselesi sürerken, ABD’ye yakınlığıyla bilinen FIBA dönem sekreteri William Jones, sürece müdahale eder.  Tartışmalar sürse de, süre 3 saniyeye tamamlanır ve oyun yeniden başlatılmak üzere ayarlanır. 

Maçtan bir süre sonra, dönemin FIBA teknik komite üyeliği görevinde bulunan Es Steitz’in dediğine göre, ABD’liler saatin 3 saniye olarak güncellenmesine itiraz etmezler. Nedeni ise Sovyetler Birliği’nin sayı atabileceklerine ihtimal vermemeleridir!

Son top: Üçüncü kez 3 saniyeyi oynamak

Bitime 3 saniye kala oyun ikinci kez başlar. Sovyet teknik ekibi bir oyuncu değişikliği düşünür ve Zharmukhamedov ile Ivan Edeshko’yu değiştirir. Önemli bir taktik hamledir bu.

Dip çizgiden (baseline) topu oyuna iyi bir pasör olan Edeshko sokacaktır ama önünde 2,11’lik dev Tom McMillen vardır. Hedef, dip çizgiden topu Amerikan pota altındaki Sovyet hücumcu Aleksandr Belov’a nakletmektir.

Sovyet oyuncular yeniden dip çizgiden başlarlar oyuna ancak bu kez de süreyi iyi kullanamazlar.
 
Ancak buna rağmen yine bir gariplik olduğu aşikârdır. Çünkü 3 saniye olması gereken Sovyet hücum süresi, henüz 1. saniyede hatalı bir bitiş sesi ile sonlanır. Henüz 1 saniye geçmesine rağmen kalan 2 saniye kullanılmadan bitiş kornası çalar.
Yine ilginç şeyler vaktidir; top panyadan seker ve parke, Amerikan sporcuların sevinç çığlıklarıyla dolar.

Dolar dolmasına da kalan 2 saniye nereye kaybolmuştur? Saat teknisyeni Andre Chopard 3 saniyeyi tam ayarlayamamıştır. Keza, baş hakem Righetto’da bunu atlamıştır.

ABD’liler 50 saniyeyi gösteren ve çalışamamış, ayarlanamamış saate göre maçı yine kazandığını düşünür. Delice bir sevinç başlamıştır parke, tribün ve benchte…

Ancak çok geçmeden durum yine değişecektir. Müthiş bir psikolojik savaş vardır parkede. Bir taraf sürekli sevinmekte ancak kazanamamaktadır.

Çünkü Sovyet itirazı haklıdır ve yeniden kabul olur. Zaten skorboard yanlış çalışmıştır. Amerikan tarafı çılgına dönse de, koçları İba, hakem heyetini pozisyon tekrarlanırsa takımını sahadan çekmekle tehdit eder.

Ancak pozisyon tekrar edilir ve tehdit ile beylik söylemler karşılıksız kalır.

Sovyetler yeniden dip çizgidedir.

Ve bu kez 3 saniyenin üçüncü kez oynanması  için beklenilmektedir.

Top Ivan Edeshko’nun ellerindedir. Ivan, topu olanca gücü ile Sovyet dip çizgisinden Amerikan pota altına doğru atar. Topu alan Sovyet pivot Aleksandr Belov son bir çaba ile 3 saniye tükenmeden hemen evvel topu Amerikan çemberine bırakır.

Aleksandr Belov, Amerikan basketbolcular Joyce ve Forbes’ı ekarte ederek kolay bir turnike hareketiyle maçı ülkesine kazandırrmıştır.

URS:51 USA:50 00:00 skorborddaki son görüntüdür.

Sovyet cephesinde inanılmaz bir sevinç yaşanırken; olağanüstü tartışmalar da başlamış olur.

Sürekli olarak “tartışmalı maç” olarak atılan başlıklar, Sovyet sporcunun ayağının çizgiye bastığından, bilinçli yapılmış bir Sovyet kayırmacılığına, kural hatasından, 3 saniye ihlâline, hakem keyfiliğinden, siyasi müdahalelere kadar vb. çoğu uydurma ve zorlama bir sürü Hollywood hikâyesi ortaya atılır.

Madalya törenine çıkmayan ve gümüş madalyayı reddeden ABD’liler, oyuncular arasında olmasa da kimi yetkililer arasında fiziksel temasa varacak kadar yükselen kimi sürtüşmelerin çıkmasına sebep olur. FIBA jürisi ise 3’e 2 oy ile ABD’nin itirazını reddeder. Önce sportif, sonra da resmi olarak ABD maçı kaybeder.

9 Eylül 1972, Amerikan basketbol hegemonyasının ve ‘yenilmezlik’ hayalperestliğinin yerle yeksan edildiği gündür. 

Tesadüf ya da zorlama değildir; hemen 2 sene sonra 1974 yılında Sovyet basketbolcu Salnikov’un 38 sayı ile parladığı ve Sovyetler’in ABD’yi yenip yine şampiyon olduğu tarihsel bir evrenin de açılışıdır.
  
Bu rekabeti daha sonraki yıllarda ve başka turnuvalarda farklı heyecanlar takip edecektir.

Rusya’nın anti-Amerikan hamlesi: 1972 Münih

Tarihin en çok konuşulan maçlarından birisi olan 1972 finalini konu edinen Ocak 2018 çıkışlı ve Anton Megerdiçev’in yönetmenliğini üstlendiği Dvijeniye Vverh (Dikey Hareket- Going Vertical & Three Seconds) isimli 2017 yapımı Rus sinema filmi, Sovyet basketbol takımının “açık favori” gösterilen ve 63 maçtır yenilgi yüzü görmeyen ABD takımını yenmesini anlatıyor.

1972 Münih Olimpiyatları ve 9 Eylül 1972 SSCB-ABD basketbol müsabakası Soğuk Savaş’ın en önemli sportif uğraklarından birisi olmuştur. 

Kapitalist ABD’nin mağrurluğu ise en az bu zafer kadar konuşulmuş, alınan yenilgi Amerikan diplomasisine kuşkusuz ki hoşlanmadıkları bir darbe vurmuştur.

Son pası sahanın bir ucundan diğerine gönderen Edeshko ise Sovyetler’i destekleyen milyonlarcası gibi mutludur. Söylentilerden, yakıştırmalardan, alışıldık kara propagandadan pek de rahatsız değildir.

Son sayıyı yapan Aleksandr Belov ise daha 27 yaşında, 1978 yılının 3 Ekim’inde nadir görülen bir rahatsız nedeniyle aramızdan ayrılır ancak kendisi de topa o son dokunuşu da hiç unutulmaz. 

Akıllara kazınan son şey ise 1972 Münih trajedisi ile hegemonyası ortadan kalkan ve ikinciliği hazmedemeyen Amerikan tarafının ardından, üçüncülük maçında İtalya’yı 66-65 ile mağlup eden sosyalist Küba’nın bronz kazanması ve Sovyetler Birliği ile Küba’nın madalya töreninde yanyana verdiği fotoğraftır.

Geriye, ABD’nin FIBA’ya yaptığı başvurunun Sovyetler lehine sonuçlanmasından sonra başantrenör Kondrashin’in oyuncularına söylediği söz kalır:

“Pekala çocuklar, bir maç daha olacak ama 1976 Olimpiyat Oyunları’nda. Biralar nerede?”